Motivasyonun kaynağı
Hayatta çoğu zaman, yaptığımız işleri, “niçin” yaptığımızı unuturuz. O işi, sadece yaparız ama gerçek amacı kalbimizde, zihnimizde küllenmiştir.
Çocukluğundan beri sarp kayalıklara tırmanma özlemiyle yanıp durmuştu. Aslında, bu işten son derece korkuyordu, ama sonunda korkusunu yendi ve bir dağcı grubuna katıldı. Kendisi gibi genç kızlardan oluşan bu gruba gerekli eğitim verildikten sonra, dimdik bir kayanın zirvesine ulaşmak için tırmanmaya başladılar.
Genç kız, zorlu bir tırmanışın ardından bir çıkıntıda soluklanmak için durdu. O aradayken, yukarıdaki arkadaşının yanlışlıkla elinden kaçırdığı halat genç kızın yüzüne çarptı ve gözündeki lensi yere düşürdü.
Bir kaya oyuğunda, altında yüzlerce metre, üstünde yüzlerce metre, belki bulabilirim ümidiyle lensi aramaya koyuldu. Etrafındaki her şey, artık bulanık görünüyordu.
Can havliyle zirveye doğru tırmanmaya başladı. Bulanık gördüğünden daha çok el yordamıyla yolunu bulmaya çalışıyordu. Tepeye vardığında, diğerlerinin gelmesini bekledi.
Çaresizlik içinde önünde uzanan sıradağlara baktı.
Sonunda aşağıya inme vakti geldi. Tam son kayadan aşağı doğru iniyorlardı ki, aşağıda yeni bir dağcı grubunun yukarıya doğru tırmanmaya hazırlandığını gördüler. Gruptan bir kişi onlara doğru seslendi:
“Arkadaşlar, aranızdan lens kaybeden var mı?”
Bulunan lens onun lensiydi!
Hikayenin asıl ilginç tarafı, lensin nasıl bulunduğuydu. Onlara müjdeyi veren genç, bir karıncanın lensi bir kayanın üzerinde ağır ağır taşıdığını fark etmişti.
Lensi kaybedip bulan genç kızın babası bir karikatüristti. Kızı kendisine bu hikayeyi anlatınca, baba sırtında lens taşıyan bir karıncanın resmini çizdi. Resimde karınca şöyle diyordu:
“Allah’ım, bu şeyi kimin için taşımamı istediğini bilmiyorum. Yiyebileceğim bir şey olmadığı gibi, çok da ağır. Ama madem istorsun, bu şeyi Senin için taşıyacağım.”
***
Hayatta çoğu zaman, yaptığımız işleri, “niçin” yaptığımızı unuturuz.
O işi, sadece yaparız ama gerçek amacı kalbimizde, zihnimizde küllenmiştir.
Daha kötüsü, yaptığımız işlerin gerçek amacından sapmasıdır ki o zaman yaptığımız iş, amaç haline gelir. Asıl amaç, asıl hedef ise unutulur gider.
İşte o an, motivasyonumuzu tam olarak yitirdiğimiz andır.
Bize, ihtiyaç duyduğumuz enerjiyi, bir işi, bir çalışmayı “niçin” yaptığımız verir.
Bu emeği niçin veriyorum?
Bu fedakarlığı niçin yapıyorum?
Niçin gece gündüz demeden, bu sıkıntılara, bu zorluklara, bu engellere katlanıyorum?
Büyük ve anlamlı bir nedeniniz varsa güçlü bir motivasyonunuz da vardır.
Büyük nedenleri olan insanlar, bitmek tükenmek bilmeyen enerjiyi işte buradan alırlar…
Onlar, düştüklerinde…
Umutları kırıldığında…
Pes edecek gibi olduğunda…
Önlerine engeller çıktığında…
Bir adım atamayacak kadar yorulduklarında…
Karamsarlığa kapıldıklarında…
Zorluklarla karşılaştıklarında…
Hep bu büyük nedene, bu büyük amaca tutunurlar.
O zaman, zorluğun yanındaki kolaylığı, karanlığın sonundaki aydınlığı, yokuşun ucundaki inişi, kışın içindeki baharı, karamsarlığın ötesindeki umudu görürüler…
Pes edenlerin, küçük bir engelle karşılaştıklarında vazgeçenelerin; fedakarlıkta bulunamayan, ter dökmeyen, zorluklara göğüs germe cesaretini gösteremeyenlerin, böyle büyük ve anlamlı nedenleri yoktur.
***
Bu noktada, yıllar önce, üniversite sınavına hazırlandığı dönemde tanıdığım Lale’nin başarı hikayesinden bahsetmek isterim.
Lale, Ankara Şentepe’de, iki odalı bir gecekonduda yaşıyordu ve üniversite sınavına
hazırlanıyordu…
Onunla ilk tanışmamızı hiç unutmam.
Soğuk ve karlı bir kış akşamında, evlerine ziyarete gittiğimde, karşılaştığım manzara beni çok etkilemişti.
Evlerinin kapısı bir antreye açılıyordu.
Antrede; eski bir kanepe, kanepenin önünde, yerde yuvarlak bir tahta (hamur açma tahtası) ve o tahtada ders çalışan, aydınlık yüzlü genç bir kız oturuyordu.
Evleri, iki odalı olduğu için, iki odayı da ısıtmak amacıyla kapıların tam ortasına kurmuşlardı sobalarını.
Onunla konuşmaya başladığımda, sakin, kendinden emin, net tavırlarından ve gözlerindeki umut dolu ışıktan anlamıştım, onun ne kadar zeki, çalışkan ve erdemli bir genç olduğunu…
Hikayenin asıl etkileyici tarafı ise bundan sonrası idi…
Lale’ye, üniversitede nereyi hedeflediğini sordum.
O, duvara astığı yazıyı gösterdi: Burası dedi…
Duvarda, “Boğaziçi İşletme” yazıyordu…
Hamur tahtasından Boğaziçi’ne giden bir yolculuk…
Bunu, niçin istediğini sorduğumda, bana öyle bir cevap verdi ki hatırladığımda hala duygulanırım…
Lale, gözyaşları içinde, “Ben” dedi, burayı kazanıp babamın ve ağabeylerimin mezarına gidip, onlara bu başarımı haber vermek istiyorum. Onlarla bu mutluluğumu, bu sevincimi paylaşmak istiyorum.”
Lale’nin babası ve iki ağabeyi, bir trafik kazasında vefat etmişti.
Annesi ve ablası ile yaşıyordu.
Evin geçimini, ablası sağlıyordu. Annesi iş arıyordu ama bulamamıştı.
Sonuçta, Lale Boğaziçi İşletmeyi iyi bir puanla kazandı.
Babasının ve ağabeylerinin bundan haberdar olduklarına ve çok mutlu olduklarına gönülden inanıyorum.
***
Konuya başka yönleriyle devam edeceğiz ama şimdilik son sözü Lewis Caroll’a bırakalım:
Bir gün Alice, yolun çatallaştığı bir yere geldiğinde, ağacın birinde bir Cheshire kedisi gördü,..
- Hangi yoldan gideceğim, diye sordu.
Kedi onu bir soruyla cevapladı:
- Nereye gitmek istiyorsun?
- Bilmiyorum', dedi Alice.
- Öyleyse' dedi kedi,. Hangi yoldan gideceğin de fark etmez. (Alice Harikalar Diyarında)
Hepimiz Azeriyiz!
Azerbaycan, Karabağ’da şehit olan Azeri kardeşlerimize, Allah’tan rahmet diliyorum.
Azerbaycan canımızdır. Acısı acımızıdır. Hasmı hasmımızdır.
360 bin kişiye kitap okutmak
Bu yıl dördüncüsü yapılan, Ufka yolculuk kitap okuma kültür etkinliğine, bu yıl 360 bin kişi katıldı.
Okunan kaynak, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar’ın hazırladığı “1001 Hadis Seçkisi” idi.
Bu kadar insanı, bir eğlenceye, bir maça toplamak kolaydır ama kitap okuma süresinin, kişi başına günde 1 dakika olduğu ülkemizde, 360 bin kişiye kitap okutmak, takdire şayan büyük bir başarıdır.
Yediden yetmişe; ev hanımından öğretmenine, çırağından ustasına, torunundan ninesine, berberinden terzisine, işçisinden memuruna, öğrencisinden profesörüne ve mahkûmuna kadar, okumayı, araştırmayı, öğrenmeyi, sorgulamayı seven, toplumun her kesiminden insanı, televizyon ekranından, bilgisayar başından, cep telefonu tuşlarından, kafelerin loş köşelerinden koparıp kitap başına toplamak, yürek isteyen bir çalışma…
Hem de katılanların hepsi gönüllü.
Katkıda bulunanların hepsi gönüllü.
16 bin gözetmenin hepsi gönüllü…
Başka bir ülkede yapılsa bu etkinliğe devlet madalya verirdi herhalde.
İşte bazı rakamlar:
Sınav yapılan il sayısı : 81 + Lefkoşa
Sınav yapılan ilçe sayısı : 803
Sınava girilen okul/bina sayısı : 1.654
Sınıf sayısı (cezaevi hariç) : 14.427
Cezaevi sınıf sayısı : 345
Katılım: 300 bin
Bunca güzel çalışmanın başarısının sırrı bence iki kelimede yatıyor: “İyi niyet.”
Allah, niyetimizi bozmasın, dostlar.
Çünkü niyet bozlunca, her şey bozulur.