Tarık Demirkan'ın Trabzonspor ile Macar Videoton takımı maçından izlenimleri.
Abone olTelevizyondan UEFA Avrupa ligine katılım için son baraj maçlarından biri olan Trabzonspor ve Macar Videoton arasındaki maçı izliyorum.
Macaristan’ın Székesfehérvár kentinde on beş bin kişilik stat hıncahınç dolu!
Seyirciler tribünlerde coşkulu, bayrak ve flamalar dalgalanıyor, şarkılar, takımın marşları söyleniyor.
Televizyonda maçı anlatan spikerin sesi titriyor!
Coşkunun nedeni, bir Macar takımının uzun bir aradan sonra Avrupa liginde temsil edilme şansının belirmesi. Çünkü Macarların gururu Videoton, Trabzon’daki ilk maçta 0-0 berabere kalarak tur için avantaj elde etti.
Ancak, günlerdir Macar medyasında konunun şişirilmesi, siyasilerin maça yaklaşımları ve beklentiler sanki bu maçın artık bir futbol müsabakasının dışına taştığına işaret ediyor.
Takımların sahaya çıkmasını beklerken, spikerin söylediği şu cümlelerle ürperiyorum:
“Bugün günlerden 30 Ağustos! Dün, yani 29 Ağustos ise büyük felaketimiz Mohaç’ın yıldönümüydü! İnşallah bugün çocuklarımız bu maçı kazanır ve biz de Mohaç’ın rövanşını alırız!”
Devletin resmi televizyonunda spikerin dudaklarından dökülen bu cümleler, zaman tünelinden fırlayıp, XXI. Yüzyılın postmodern gerçeğine indirilmiş bir şamar gibi bilincimde patlıyor!
Sonra ise, sıradan bir futbol maçında heyecandan dolup taşarak 486 yıl önce olup bitmiş bir meydan savaşının rövanşını alma çığlıkları atan biriyle gerçekten karşı karşıya olduğumu kavrıyorum.
“Bu sadece bir futbol maçı” diye haykırmak geçiyor içimden. Ancak geçtiğimiz günlerde yaşanan ve olası bir Macar futbol zaferi düşüncesinin toplumun değişik kesimlerinde yarattığı hezeyan aklıma geldiğinde, toplumun önemli bir bölümü için bunun sıradan bir spor olayı olmadığının bilincine varıyorum.
Başbakan Viktor Orbán da konuşmuştu radyoda: “Bu Türkleri yenip elememiz lazım! Son zamanların en büyük maçı bu! Herkes stada gitmeli! Ben de heyecandan tırnaklarımı değil, ellerimi kemirerek maçı izleyeceğim” demişti.
Sürekli bir şeyler anlatan spikerin sesini kafamda silerek, görüntüleri izliyorum. Gerçekten de başbakan şeref tribününde oturuyor. Etrafında bazı siyasiler, futbol federasyonu başkanı ve işadamları.
Stad dalgalanıyor.
Türkiye’deki futbol fanatikleri geliyor aklıma!
Her maçta milli marş söyleyen, spor taraftarlığını, sık sık kapkara ruhlu ırkçılıkla sarmallayan fanatiklerin nasıl olup da burada da ortaya çıkabileceğini kendi gözlerimle izliyorum.
Şu an sahadaki Videoton takımının yarısından çoğu Avrupa’nın, Afrika’nın, Amerika’nın değişik ülkelerinden gelip, sırtlarına Videoton formasını çekmiş profesyonel futbolcular. Ama ne gam, tribünler “Tanrı Macar’ı Korusun” mısrasıyla başlayan Macar Ulusal Marşını söylemeye başladılar bile.
Macaristan’da tribünler bir süredir zaten buram buram yabancı düşmanı, ırkçı sloganlarla inliyor.
Oysa bu topraklar, bu yeşil sahalar bir zamanlar futbolu, bir spor olarak algılayan, ve bu oyunu çok iyi oynadıkları için, sırtlarındaki milli formalarını tüm dünyaya tanıtan Puskásların, Hidegkuti’lerin, Kocsis’lerin, Czibor’ların ülkesiydi.
Onların hayat verdiği, amatör ruhla, inançla, dirençle yaratılan büyük takım, 60 yıl sonra bile unutulmayan futbolun Altın Takım’ı, bugün hala hafızalarda! Ve devleri dize getiren bu takımı sadece Macarlar değil, tüm dünya gururla hatırlıyor.
Acaba, Mohaç’ın rövanşını bir futbol maçıyla almak isteyen zihniyet yarın nasıl, kimler tarafından hatırlanacak?
Bu zihniyetin gölgesinde bu takım dünya şampiyonu olsa ne yazar?
Maçı Videoton penaltı atışlarıyla kazanıyor. Skor önemli mi?
Böyle bir ortamda, yani bir futbol maçının, bir ulusun gururunun yekpare simgesi, ulusal trajedilerin rövanşı haline getirildiği bir ortamda maçın sonucunun bir önemi var mı?
Televizyonu kapatırken, “daha maçın ilk düdüğü çalmadan, bu maçın golleri çoktan atılmış, bu maç spor adına çoktan kaybedilmişti” diye düşünüyorum.