PKK'nın geri çekilmeyi durdurduk açıklaması Ankara'da bütün hesapları alt üst etti. En çok sorulan sorulardan biri de Öcalan'ın bundan haberi var mıydı?
Abone olNESRİN YILMAZ
İNTERNET HABER-ANKARA- Şimdiye kadar yapılan yorumların hemen hepsinde Abdullah Öcalan'ın olayı televizyondan öğrendiği söyleniyordu.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, aynı zamanda Akil İnsanlar Heyeti Marmara Bölgesi Başkan Vekili, ünlü akademisyen, Prf. Dr. Mithat Sancar bu sorunun yanıtını verdi. Sancar, "KCK yöneticileri, her fırsatta Öcalan’ın arkasında olduklarını belirtiyorlar. Cemil Bayık da, tarihlerle ilgili açıklamalarının kendilerine Öcalan tarafından iletilen mesajlarla uyumlu olduğunu söylemişti." diyerek aslında KCK'nın kararının Öcalan'dan bağımsız olmadığını söyledi.
Türkiye'nin geçtiği tarihi sürecin en yakın tanıklarından olan Mithat Sancar, Nesrin Yılmaz'ın sorularını yanıtladı.. KCK'nın "geri çekilmeyi durdurduk" açıklamasını, bu açıklamanın ne anlama geldiğini ve sürecin Türkiye için ne ifade ettiğini anlattı.
KCK'NIN AÇIKLAMASI SÜRPRİZ DEĞİL
KCK'nın açıklaması neden şimdi ve ne anlama geliyor?
"Açıklamanın şimdi olması sürpriz değil, çünkü işaretleri çok önceden beri vardı. KCK, bir süredir bu yönde sinyaller veriyordu. Başta Cemil Bayık olmak üzere KCK temsilcileri defalarca, 1 Eylül'e kadar hükumetten bir adım gelmezse süreci durdururuz diye açıklamalar yaptılar. Kendilerine göre, İmralı'da yapılan görüşmelerde böyle bir takvim öngörülmüş zaten. 1 Haziran itibariyle ikinci aşamanın başladığını ve 1 Eylül'e kadar da bir demokratikleşme programının hükümet tarafından ilan edilmesi gerektiğini söylüyorlar."
KCK SÜRECİN EŞİT ORTAĞI OLARAK DİKKATE ALINMAK İSTEDİ
"KCK'nın bu açıklaması, hükumeti adım atmaya zorlamaya yönelik bir manevra olarak değerlendirilebilir. Tabii önemli bir unsur daha var bu açıklamada, ateşkes ve çatışmasızlık durumu devam edecektir deniyor. Esasen bunun ötesinde bir tutum, sürecin tamamen bittiği, yani çöktüğü anlamına gelecek bir açıklama beklenmiyordu. Kısacası süreç devam ediyor. Sürecin bitmiş sayılabilmesi için, açıkça Öcalan'ın veya hükümetin "Bu iş bitmiştir" demesi gerekiyor. Bunun dışında süreç yürür, ama sıkıntılar da yaşanır. Peki bu anormal mi? Bana göre çok olağandışı bir durum değil. Dünya örneklerine bakıldığında da, barış süreçlerinin inişli çıkışlı, dalgalı bir nitelik arz ettiğini görürüz. Gönül ister ki bunlar olmasın ama olduğu zaman da sürecin nasıl ilerletilebileceğini ciddi olarak düşünmek gerekiyor.
KCK, bu hamleyle, hükümetin süreci tek başına, kendi kontrolünde, kendi durumunu gözeterek yürütmesini kabul etmeyeceğine dönük bir kararlılık mesajı vermek istedi. KCK, sürecin eşit ortağı olarak dikkate alınmak ve hesaba katılmak istiyor. "
KCK bu açıklamayı Abdullah Öcalan'dan bağımsız yapmış olabilir mi?
"KCK yöneticileri, her fırsatta Öcalan’ın arkasında olduklarını belirtiyorlar. Cemil Bayık da, tarihlerle ilgili açıklamalarının kendilerine Öcalan tarafından iletilen mesajlarla uyumlu olduğunu söylemişti. Fakat durumun daha iyi anlaşılabilmesi için, BDP heyetinin Öcalan'la görüşmesini ve sonrasında yapılacak açıklamaları beklemek gerekiyor.
Eğer KCK Öcalan'dan bağımsız hareket etmiyorsa, Öcalan da bu açıklamayı destekleyecek mi, sizce, Öcalan BDP heyetine ne söyler?
DEMOKRATİKLEŞME PAKETİNİN YAKINDA İLAN EDİLECEĞİ GÖZÜKÜYOR
"Öcalan'ın çok açık bir şekilde KCK'nın kararını bir hiç düzeyine düşürecek bir açıklama yapmasını beklemiyorum. Eğer, BDP Öcalan'la görüşünceye kadar, devlet heyetiyle Öcalan arasındaki görüşmeler sonucunda bir noktaya ulaşılırsa veya bu arada hükumet adımlar atarsa, o zaman Öcalan büyük ihtimalle zaten geri çekilmenin devam etmesi ve daha önce belirlenen programın takip edilmesi yönünde mesaj verecektir. Aksi durumda, Öcalan bir süre sessiz kalmayı tercih edebilir. Ancak hükümetten gelen sinyaller, demokratikleşme paketinin birkaç gün içinde ilan edileceğini gösteriyor. Bu da, Öcalan’ın süreci devam ettirme yönünde bir mesajı vermesini ve KCK’nın da buna uygun davranmasını mümkün kılacaktır."
Suriye'nin savaşın eşiğinde olması KCK'nın böyle bir açıklama yapmasında etkili oldu mu?
"Bence oldu. Zaten, şu anda Türkiye'de yürümekte olan çözüm sürecinin 4 ayağı varsa, bunun tek ayağı Türkiye içinde diğer üç ayağı Ortadoğu'dadır. Ortadoğu'daki, özellikle Suriye'deki gelişmeler bu süreci doğrudan etkiliyor. Hatta Suriye'deki gelişmeler sürecin can damarını oluşturuyor diyebilirim. Bu sürecin kaderini de büyük ölçüde Suriye'deki gelişmeler belirleyecek. Türkiye'nin Suriye'ye askeri müdahale yönünde çok angaje bir tutum takınması KCK'yı rahatsız ediyor. Böyle bir askeri müdahale sonrasında Türkiye'nin Rojova'yı kapsayacak bir tampon bölge ya da oraya yönelik bir askeri kıskaç oluşturma ihtimalinden ciddi biçimde kaygılanıyorlar. KCK’nın açıklamalarına bakılırsa, Rojova'da PYD’yi zayıflatacak veya devre dışı bırakacak bir planı kesin bir kırmızı çizgi olarak gördüğü anlaşılıyor. Böyle bir plana karşı sert bir tavır alacaklarını tahmin etmek zor değil. O nedenle Türkiye'nin Rojova'ya yönelik politikaları, PYD’yle çatışma noktasına geldiğinde Türkiye'deki süreçte de ciddi sıkıntılar yaşanır. "
Obama bugün bir açıklama yaparak Suriye'ye olası müdahaleyi ertelediklerini açıkladı, nasıl karşılıyorsunuz bu açıklamayı?
AMERİKA ESAD'IN YIKILMASI SONUCUNU DOĞURACAK ASKERİ HAREKATA GİRİŞMEZ
"Amerika'nın zaten başından beri Suriye'ye sınırlı ve kısa süreli bir müdahale dışında bir seçeneği düşünmediği de biliniyor. Amerika, Suriye'de radikal İslamcı örgütleri dışlayan bir alternatif muhalefet koalisyonunu güçlü görmediği sürece, Esad'ın yıkılması sonucunu doğuracak bir askeri harekata girişmez. Şu anda böyle bir muhalefetin kurulabilmesi için de Kürtlerin ve PYD'nin buna dahil olması gerekiyor. ABD’nin son zamanlarda PYD’yle diyalogu artırmasını bu çerçevede değerlendirebiliriz."
PKK ne alırsa süreç tamamlanmış olacak ve Cemil Bayık size verdiği mülakatta pazarlık yok demişti, pazarlık yoksa neden geri çekilmeyi durdurdular?
KÜRT TABANI ÖCALAN'A GÜVENDİĞİ İÇİN SÜRECİ SAHİPLENİYOR
"Cemil Bayık'ın pazarlıktan kastı şuydu; "Biz geri çekilirken bir güvence anlaşması yapmadık, biz bu konuda bir pazarlığa girmedik, resmi bir garanti olmadan çekildik." Bunun dışında sürecin geneli açısından herhangi bir pazarlığın olmaması düşünülemez. Esasen “pazarlık” kelimesi biraz itici duruyor. Bunun yerine “müzakere” demek daha doğru. Öcalan'la yürütülen görüşmelerin bu anlamda bir “pazarlığı” da içermesi işin doğası gereğidir. Belki her konuda ayrıntılı bir liste yapılmamıştır, ama önemli hususlarda mutlaka bir mutabakata ulaşılmıştır. Bu tür süreçlerin doğasında vardır zaten. Eğer silahlı bir örgüt ateşkes ilan ediyor ve geri çekiliyorsa, en azından sorunun demokratik siyasal alanda çözülmesi için devletin bir şeyler yapması, yani siyasal kanalları açması ve demokratik reformlar yapması şarttır, bu konuda hiçbir pazarlık yapılmamış olsa bile."
"Kürt hareketinin tabanında önemli bir kesim Öcalan'a çok güvendiği için bu sürece sahip çıkıyor, bunu değişik vesilelerle müşahede etmek mümkün. Bu güvenin devam edebilmesi için yapılması gereken şeyler var. Bunlardan birincisi hükumetin, süreci ilerletme yönünde adımlarını hızlandırması, ikincisi Öcalan'ın şartlarının düzeltilmesi ve müzakereleri daha sağlıklı yürütebileceği bir ortama ve imkanlara kavuşması.
Daha sağlıklı derken neyi kast ediyorsunuz, Öcalan zaten sürecin belirleyicilerinden değil mi?
"Tam da bunu kast ediyorum. Süreçte bir sıkıntı veya kriz yaşandığında, herkesin aklına "Öcalan ne der" sorusu geliyor. Hatta hükumet sözcülerinin de Öcalan'ı adres gösterdiği oluyor.
Bu demektir ki bu sürecin yürümesinde, Öcalan'ın belirleyici bir konumu var. Tıkanmalar oluştuğunda, Kürt tarafında bunları aşma gücü olan aktör Öcalan'dır. Şimdiye kadar oluşan krizlerin hepsinin çözümünde Öcalan devreye girmiştir.
Süreçte en önemli aktör kim sizce?
"Şahıs düzeyinde soruyorsanız, cevabı sır değil: Başbakan Erdoğan ve Öcalan.
Öcalan'a özgürlük mü istiyorlar?
"Böyle bir talebin, şu an için gündemde olduğuna dair bir açıklama olmadı Kürt tarafında. Aslında Öcalan’ın kendisi, böyle bir talebi olmadığını söylemişti bir görüşmede. Anlaşıldığı kadarıyla, öncelikle fiziksel olarak daha iyi şartlarda olması isteniyor. İkinci olarak da, örgütün çeşitli birimleriyle ve başka heyetler ve kişilerle görüşme imkanının sağlanması, yani iletişim imkanlarının yaratılması...
Bu süreçte eksik olan neydi sizce?
SÜREÇTE KURUMSALLAŞMA EKSİKLİĞİNDEN SÖZ ETMEK MÜMKÜN
"Ortada açık ve ayrıntılı bir plan, bir yol haritası olmadığı gibi bir izlenim var. Ayrıca sürecin çeşitli aşamalarında ve boyutlarında görev yapacak mekanizmalar da oluşturulmuş değil. Bir kurumsallaşma eksikliğinden söz etmek mümkün. Gerçi Akil İnsanlar Heyeti ve Meclis Çözüm Komisyonu gibi mekanizmalar kuruldu. Ancak, bunlar belirttiğim ihtiyaçları karşılayacak işlevlerle donatılmadılar. Genel olarak barış süreçlerinde “izleme, kolaylaştırıcılık, tanıklık ve hakemlik” işlevlerine veya yetkilerine sahip kurullara yer verilir.
Bunların bağımsız ve güvenceli olması sağlanır. Böylece süreçte tıkanmalar yaşanmasının önüne geçilmesi ya da ortaya çıkan krizlerin daha kolay aşılması hedeflenir. Şimdi önümüzde tarihlerle ilgili bir tartışma var. Hükümetin açıklamalarıyla KCK ve BDP tarafından yapılan açıklamalar uyuşmuyor. Bugün yaşadığımız tıkanmanın en önemli nedeni de bu. Şimdi sözünü ettiğim nitelikte bir kurul, komisyon, heyet, ne derseniz deyin, olsaydı, muhtemelen sorun bu noktaya gelmezdi. Benzer durumu Oslo Süreci’nde de yaşadık. O nedenle, gerektiğinde hakemlik, gerektiğinde tanıklık ya da kolaylaştırıcılık yapacak komisyonlara ihtiyaç var. Süreç derinleştikçe, bu ihtiyaç daha da belirgin hale gelecek. Şimdiden bunları gündeme almakta fayda olduğunu düşünüyorum.
Akil İnsanlar Grubu süreçte önemli bir görev üstlendi, işe yaradı mı bu oluşum?
BDP AKİL İNSANLAR HEYETİNE YETERİNCE SAHİP ÇIKMADI
"Akil insanlar Heyeti, önemli bir iş gördü, ama bahsettiğim o yetkilere sahip değildi. Yani ne hakemlik ne gözlemcilik ne de tanıklık yetkisi vardı. Bu heyetten istenen şey, toplumla siyaset arasında köprü kurmaya ve toplumsal ortamı çözüm sürecine elverişli hale getirmeye yönelik çalışmalar yapmaktı. Akil İnsanlar Heyeti aslında böyle değil başka türlü oluşsa bence daha iyi olurdu ama sonuçta böyle bir model ortaya çıktı ve bu da çok önemli bir işlev gördü.
Aslında bu heyet, hükumetle BDP arasında görüşmeler sonucu bir mutabakatla oluşturuldu, yani hükumetin tek taraflı bir tasarrufu değildi. Ancak kamuoyundaki yaygın algı böyle olmadı. Bunun önemli bir nedeni, BDP’nin akil insanlar heyetinin varlığına ve çalışmalarına, merkezi siyaset düzeyinde yeterince sahip çıkmamasıdır. Oysa akil insanlar heyeti formülünü ilk olarak Kürt tarafı gündeme getirmişti. BDP'nin sunduğu isim listesi vardı. Son kararı hükumet verdi, ama bu proje BDP ile hükumet arasındaki görüşmelerin bir ürünü ve barış sürecinin bir parçasıydı.
Akil İnsanlar Heyeti, o dönem devreye girmeseydi barış süreci üzüerinden sert bir kutuplaşma yaratmak isteyen çevreler, daha başında barış sürecini ciddi sıkıntıya sokabilirlerdi. Heyetlerin çalışmaya başlamasıyla, demokratik bir tartışma ortamı oluştu ve başlarda pompalanan yapay öfke giderek düştü, makul bir ortam oluştu. Bir toplumsal demokrasi pratiği yaşandı. Sahada kimlerin ne kaygısı var, ne beklentisi var, nasıl bir ruh hali var, bunları görme imkanı oldu. Bunlar, önerilerle birlikte raporlara yazıldı. Raporlarda önemli ve ayrıntılı tespitler ve öneriler var. Başbakan’la yapılan son toplantıda, bu raporların tek bir metin haline getirilerek kamuoyuna açıklanacağı söylendi. Başbakan "raporlardaki önerileri de dikkate alarak yok haritamızı belirleyeceğiz" dedi. Ama o günden bugüne 2,5 ay geçti. Hükumetin bu konuda yükümlülüklerini ve sorumluluklarını yerine getirdiğini söylemek mümkün değil. Yani bu konuda hem demokratik kamuoyunun şikayetleri haklı, hem Kürt tabanının şikayetleri. Ben de, hem bir akademisyen ve aydın olarak, hem de akil insanlar heyeti üyesi olarak hükumetin bu tavrının yanlış doğru olmadığını düşünüyorum."
Gezi olaylarının bu kadar büyümesi ve şimdi PKK'nın da Gezi'de sahaya ineceğiz açıklaması yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
GEZİ OLAYLARININ BÜYÜMESİNİN SEBEBİ HÜKUMETİN KOMPLOCU YAKLAŞIMI
"Bence Gezi Olaylarının büyümesinin en önemli nedeni, hükümetin meseleye genel toplumsal barış ve demokratikleşme ekseninde değil, komplocu mantık çerçevesinde ve kutuplaştırıcı anlayışla yaklaşmasıdır. Marmara Bölgesindeki çalışmalarımız sırasında, adını koymanın pek kolay olmadığı bir huzursuzluk sezmiştik. Barış sürecine itiraz eder gibi başlayan birçok konuşma, bambaşka yerlere akıyordu. Kimse açıkça barışa karşı çıkar gibi görünmek istemiyordu. Ama bir korku ve güvensizlik vardı. Bunların ana kaynağının, başbakan ve hükümet olarak görüldüğü de anlaşılıyordu zaten. Bu huzursuzluğu gidermenin en güvenilir yolu, demokratikleşme ve özgürlükleri daha kapsamlı ve güvenceli hale getirmekti bana göre.
Özeti şu: Kürt barışı ile toplumsal barış aynı sürecin içinde ele almak lazım. Bu görüşlerimi, yani Kürt barışının toplumsal barışla iç içe ele alınması gerektiğini, Marmara Bölgesi'nden aldığım izlenimin ruhunun da bu olduğunu hem Başbakanla yapılan ikinci toplantıda dile getirdim, hem de kişisel raporumda bunun altını çizdim. Hükümetin, kutuplaştırıcı bir yaklaşımdan mutlaka uzak durması gerektiğini, çünkü kutuplaşmanın barış sürecini de genel toplumsal barışı da tehdit edeceğini belirttim. Aslında sahada dikkatimizi çeken bir husus da, kutuplaştırıcı yaklaşımın, başka gerilim hatlarını da daha fazla harekete geçireceği tehlikesiydi. Özellikle Alevilerin huzursuzluğu, bu açıdan önemli.
Suriye'de yaşananlar yüzünden mi Alevilerin konumu bu kadar önemli hale geldi?
BÜTÜN TOPLANTILARIMIZDA ALEVİ SORUNUYLA KARŞILAŞTIK
"Sadece Suriye politikaları yüzünden değil, ama bunların da payı var tabii. Alevi sorunu Türkiye'de on yıllardır var. Son zamanlarda daha fazla görünür hale geldi. Marmara Bölgesi'nde de Alevi sorunu ve talepleriyle, Alevilerin huzursuzluğunu yansıtan konuşmalarla bütün toplantılarımızda karşılaştık. Alevileri ve onların taleplerini dikkate almamak, toplumsal barış açısından ciddi bir sorun oluşturuyor. Kürt sorununu çözmek üzere bir süreç başlatılmış olması, bu açıdan önemli bir fırsattır. Süreci, hak ve özgürlükler ekseninde genişletmek ve bütün mağdur toplum kesimlerini kapsayacak bir hale getirmek lazım.
Hükumet, Gezi olaylarında, sertlik ve kutuplaştırma politikası yerine, daha fazla diyalog, daha çok demokratikleşme yöntemini seçseydi, bana göre olaylar o kadar büyümezdi. Polis şiddeti ve bunun yol açtığı öfke, Türkiye'de barış ortamını genel olarak bozuyor. Devlet şiddeti her zaman barış kültürüne yönelik en büyük tehdittir. Devlet dışı kanallardan gelen şiddet elbette bir tehlikedir ve bunu önlemek de devletin görevidir, ama devletin toplumsal sorunlara, toplumsal huzursuzluğun dışavurumuna, taleplerin dile getirilmesine güvenlikçi mantıkla ve şiddetle yaklaşması barış kültürünü çok ciddi zedeliyor. Oysa bizim şu süreçte en çok barış kültürüne ihtiyacımız var. Aslında hükümet Gezi Olayları'nı genel demokratikleşmenin bir vesilesi olarak görseydi, aylardır tartışılan demokratikleşme paketini çoktan yürürlüğe sokmuş olacaktı ve bugün sürecin tıkanması gibi bir tartışma da gündemde olmayacaktı."
Hükumet neden böyle bir tavır alıyor peki, neden durumu zorlaştırıyor?
AKP'NİN TAVRI TANDOĞANİZM
"Hükümetin yaklaşımının özü şu: "Ben istediğim zaman, istediğim ölçüde ve istediğim şartlarda adım atarım". AKP'nin bu tavrı yeni değil, istisnai de değil. Kendisinden talep edilmesinden hoşlanmıyor, vereceksem ben veririm diyor. Bu bildiğimiz Tandoğanizm aslında, Türkiye modernleşmesinin, Kemalist sistemin bir uzantısı. Bunu çoğunlukçu anlayışla ve buradan gelen bir kibirle de birleştiriyor. "Ben bilirim ve ben belirlerim tavrı" barış süreçleri için tehlikelidir, toplumsal sorunlara yaklaşım bakımından da tehlikelidir. Çünkü, eninde sonunda kutuplaşmaya götürür, eninde sonunda gerilim yaratır.
Bu kutuplaşmanın daha da ileri seviyesi bir gün karşımıza Alevi-sünni çatışması olarak mı çıkar?
Bu ülkede bir Alevi sorunu var, çok büyük acılara da yol açmış bir sorundur. Yakın tarihimizde yaşan Alevi katliamları canlı olarak hafızamızda. İşte Maraş, Çorum, Dersim, Sivas. Alevilerin meşru talepleri var. Hükumet çeşitli çalıştaylar yaptı ama onlardan bir sonuç çıkmadı. Eğer böyle devam ederse, bir Alevi- Sünni çatışması demeyelim de, Alevi sorunu ekseninde daha yüksek gerilimler ve sert karşılaşmalar yaşama ihtimalimiz maalesef vardır.
Milliyet Gazetesi'nde yazı dizisi hazırlıyordunuz, henüz tamamlanmamışken yazılarınıza son verildi. Medyada bir tasfiye süreci yaşanıyor, nasıl karşılıyorsunuz bu durumu?
MEDYA PATRONLARI HÜKUMETTEN GELEN MESAJLARA ÇOK DUYARLI
"Ben Milliyet’te Mayıs ayında yazmaya başladım. İlk çalışmam da, dokuz gün süren Güney Afrika yazı dizisiydi. Köşe yazılarıyla da devam ettim. Kürtlerin nabzı yazı dizisini de Derya Sazak’ın önerisiyle hazırladık. Derya Bey görevden alınınca, yerine gelen Fikret Bila da bu çalışmayı yapmamızı istedi ve her türlü desteği sundu. Biz de çalışmayı yaptık. Başbakanın bazı ifadelerinden, bu yazı dizisinin hükümette rahatsızlık yarattığı anlaşılıyor. Medya patronlarının hükümetten gelen işaretlere çok "duyarlı" oldukları bir sır değil. Doğrudan hükumetin bir müdahalesi olduğunu söyleyemem, bir telkini olup olmadığını da bilemem. Fakat bu işaretin böyle bir sonuç doğurabileceğini tahmin etmek zor değil.
Bu durum uzun zamandır var ve artık normalleşen bir döngü niteliğini aldı maalesef. Basın özgürlüğü açısından durum hiç iç açıcı değil, giderek de kötüleşiyor. Uluslararası kuruluşların raporları da hep bu yönde. Hükümetin medya üzerinde fiili kontrol kurma isteği, bu tablonun başlıca kaynağını oluşturuyor. Dolayısıyla bu konuda siyasal sorumluluk da hükümette.
Peki tüm bu yaşananlardan sonra nasıl bir Türkiye bekliyor bizi?
"Türkiye barış süreciyle birlikte tarihi bir imkan yakalamış durumda. 30 yıldır süren ve çok büyük kayıplara yol açan çatışma 9 aydır durmuş bulunuyor. Geleceğe nasıl akacağımız, bu imkanı nasıl değerlendireceğimize bağlı büyük ölçüde. Barışı kalıcı hale getirmek için, demokrasi ve özgürlük yolunda ilerlememiz gerekiyor. Asıl görevin burada hükümete düştüğünü düşünüyorum. Kısa vadeli hesaplara, mesela seçimlere, Cumhurbaşkanlığına veya Başkanlığa endeksli bir program izlenirse, bu yoldan uzaklaşma ihtimalimiz artar. Kısa vadeli hesaplar açısından söylediklerim, Kürt tarafı için de geçerli tabii. Öte yandan demokratik bir muhalefetin eksikliği de, yaşadığımız sıkıntılarda önemli bir rol oynuyor. Demokrasi talebini toplumsallaştıracak güçlü bir siyasal hareket yaratılabilirse, hem hükümetin otoriter eğilimleri, hem de eski düzene özlem duyan otoriter güçler daha kolay frenlenir. Demokrasi ve özgürlükten gayrı her arayış veya savruluş, sadece daha fazla acı getirir. Bu arayışları veya savruluşları engelleyecek dinamiklerin ve sağduyunun toplumda mevcut olduğuna inanıyorum.