BIST 9.777
DOLAR 34,16
EURO 38,17
ALTIN 2.920,22

MİT ajanı-gazeteci-yazar

Paneller, sempozyumlar, kokteyller, yemekler gazetecileri üst düzey haber kaynaklarıyla bir araya getirir. Bu ortamlarda dostluklar gelişir, arkadaşlığa dönüşür…İşte böylesi durumlarda gazetecilik mesleği riske girer.Eğer “gazeteci dostu” güçlü kişi devle

Durduk yerde kimseyi zan altında bırakacak toptancı ithamların şık olmadığını biliyorum.
Bu yüzden iftira kabul edilebilecek yakıştırmalardan kaçınmanın yararına inanıyorum. Bu tür şeyler hedefiyle birlikte yazarını da yıpratıyor. Eğer aynı meslek grubu içindelerse hep birlikte bu çukurun içine yuvarlanmak kaçınılmaz hale geliyor.
Gazeteciliğin bir temas ve mesafe mesleği olması bakımından, basın mensuplarıyla etki ve yetki sahibi güçlü kişilerin bir araya gelmeleri normal bir rutini oluşturur…
Paneller, sempozyumlar, kokteyller, yemekler gazetecileri üst düzey haber kaynaklarıyla bir araya getirir. Bu ortamlarda dostluklar gelişir, arkadaşlığa dönüşür…
İşte böylesi durumlarda gazetecilik mesleği riske girer.
Eğer “gazeteci dostu” güçlü kişi devletin üst düzeyinde yer alıyorsa ilişki bir anda “amir-memur” düzeyine geliverir.
 
BANA AJANLIK ÖNERDİ
 
Yukarıdaki kısa girişin hayali bir metin olmadığını Radikal gazetesinin genel yayın yönetmeni ve köşe yazarı İsmet Berkan’ın geçenlerde Cihan Haber Ajansı dergisine verdiği söyleşide bir kez daha ortaya çıktı.
İsmet Berkan gazetenin Ankara Temsilcisi olarak görev yaptığı dönemde bir haber yayınlıyorlar. Fransa’da yakalanan Alaaddin Çakıcı’nın üzerinden çıkan kırmızı pasaportun Milli İstihbarat Teşkilatı MİT’e ait olduğunu Radikal okurlarına duyuruyor.
Bundan sonrasını Berkan şöyle anlatıyor:
“Bir hafta sonuydu, kaldığım otelin havuzunda kitap okuyordum. Telefonum çaldı, MİT’te bekleniyorsunuz dediler. MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, ağzından alevler çıkıyor, ama nasıl bağırıyor!
MİT Müsteşarı, önemli bir gazetenin Ankara Temsilcisini “emrindeki bir personel” gibi haşlıyor, hem de bunu avaz avaz bağırarak yapabiliyor!
Belli bir geçmişi olmayan ilişkide bu kadar “samimiyet” çok fazla değil mi?
Üstelik bu görüşme telefonda değil de ayağına çağrılarak yapılıyorsa, ev sahibinin belli bir nezaket zorunluluğu olmaz mı?
İsmet bunları açıklamamış… Onun yerine MİT Müsteşarı Atasagun’un kendisine bazı dosyalar göstermek istediğini, o da bunlara bakmayı kabul etmediğini söylüyor.
İlginç, bir gazeteci fazla bilgiden neden rahatsız olabilir ki?
Ama işin içinde MİT olunca ölçüler değişebiliyormuş. İsmet Berkan “hayır, bakmam” diyor:
-Sırlarına beni dahil edeceksin ondan sonra manevi baskı altında bırakacaksın!
MİT Müsteşarı en son olarak “ajanlık” teklif ediyor. Berkan da “bunu duymamış olayım” diyor. Bu gelişmelerin karşılıklı bağrış-çağrış içinde geçtiğini de aynı söyleşi de aktarıyor. Senli-benli olduğunu ise kendiliğinden anlaşılabiliyor.
 
ANKARA TEMSİLCİSİ AÇIKLIYOR
 
Bu görüşmenin -İsmet’in anlattığı- sonuçlarından ziyade zemini ve gelişimi daha önemli gibi geliyor. İstihbaratın en tepesindeki adam, önemli bir gazeteciyi havuz başından alıp makamına getirtiyor. Sonra da mesleki açıdan “hakaret” kabul edilebilecek, üslupla aşağılama dolu bir teklifte bulunabiliyor.
Kamuoyu bu tarihi olayı ancak bir dergide ve yıllar sonra öğrenebiliyor!
Hakan Aygün de önemli görevlerde bulunmuş bir gazetecidir. Show TV’nin Ankara Temsilciliği’ni yaptığı döneme ilişkin maruz kaldığı devlet yakınlığını açıklarken, İsmet Berkan’ın hikayesine benzer bir örnekleme yapmıştı:
-O makama gelen herkes devletle partner olmak zorundadır!
Bunu bir grup gazeteci ile yemek yerken söylemişti. Ben de konuyu bir Pazar söyleşisinde anlatıp anlatmayacağını sormuştum. Her şeyi anlatırım dedi. Ama o dönem çalıştığım gazetenin genel yayın yönetmeninin de eski bir Ankara temsilcisi olması bizim yazı işlerini ürküttü. Söyleşi yapılamadı. Ama Hakan Aygün bunu dana sonra bir internet sitesinde bütün çıplaklığıyla yazdı.
MİT ile gazeteciler arasındaki bağlantının bir başka deşifresini de MİT eski müsteşar yardımcısı Mehmet Eymür yapmıştı. O zamanlar Hürriyet yazarı olan Fatih Altaylı’yı zan altında bırakarak “Fatih teşkilatın adamıdır” demişti:
-Teşkilattaki kod adı ‘Kara’dır. Ankara’ya her gelişinde teşkilata ait araçlarla karşılanır, havaalanına yine aynı şekilde bırakılır!
Fatih Altaylı bu açıklamaya şöyle yanıt vermişti:
-O seviyeye inmeyeceğim!
Halbuki Fatih o yıllarda İtalya Başbakanı Massimo D’Alema’ya yazılarında “maksimum dallama” diyecek düzeye inme yeteneğine sahipti!
Hem sonra Türkiye Cumhuriyeti Devletinin emrinde çalışıyor olmak, “büyük” bir gazeteci açısından neden kötü bir şey gibi kabul edilsin ki?
Sadece gazetecilik ahlakına uymaz, o kadar…
Zaten o yıllarda bunun yükselen kartvizit olduğu da kabul ediliyordu:
-MİT Ajanı-gazeteci-yazar!