BIST 9.627
DOLAR 35,25
EURO 36,70
ALTIN 2.964,50
HABER /  GÜNCEL  /  EĞİTİM

Milli Eğitim Bakanı'na okul öncesi eğitim çağrısı

Koç Üniversitesi UNESCO Kürsüsü sahibi ve Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'a okul öncesi eğitime yönelin çağrısı yaptı.

Abone ol

TÜRKİYE’nin değil, dünyanın sayılı akademisyenlerinden biri.

Bilim dünyasında 1.200’ün üzerinde atıf ile makalelerine en çok atıf yapılan sosyal bilimcilerden. Yaptığı çalışmalarla dünya bilim literatüründe isim yapan ve Türkiye’de sosyal psikolojinin kurucularından Koç Üniversitesi UNESCO Kürsüsü sahibi ve Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, geçtiğimiz günlerde Bilim Akademisi’nde önemli bir konferans verdi.

Prof. Dr. Kağıtçıbaşı burada “İnsan beyninin en hızlı olduğu dönem erken çocukluk çağı. Sonraki yıllarda gelişim daha yavaş oluyor. Aile, çevre bu süreçte etkili rol oynuyor. Okul öncesi eğitim kurumlarına büyük ihtiyaç var. Okul öncesi eğitimde gerilemeye başladık. Bütün araştırmalar, erken yaşta alınan eğitimin çok önemli olduğunu gösteriyor. Biz hâlâ bu konuda ileri gitmiyoruz” diyor.

Biz de Prof. Dr. Kağıtçıbaşı ile erken çocukluk eğitimini ve bu konudaki araştırmaları konuştuk:

İNSAN İYİ YETİŞİRSE, KALKINMA SÜRDÜRÜLEBİLİR HALE GELİR

- Her yerde “Birinci gündem maddemiz insan kalitemizi geliştirmek” diyorsunuz. Nasıl?

Bulgular bunu gösteriyor. Türkiye’de toplum olarak birinci derecede gündem maddemiz insan kalitemizi geliştirmek olmalı. Kamuoyu bunun çok farkında değil. Çünkü birçok gösterge aslında bizim çocuklarımız ve gençlerimizin yetiştirilme süreci içinde, potansiyellerini yeterince gerçekleştiremediğini gösteriyor. Bu da tamamen çevrenin etkisi. İnsanların doğuştan gelen bir potansiyeli var. Bu, insan doğası ve çevre ile şekilleniyor. Potansiyel, desteklendiği düzeyde gelişebiliyor; iyi çevreyle bir üst seviyeye de çıkabiliyor, alt seviyelerde de kalabiliyor. En üst seviyeye ulaşmak için erken yaşlardan itibaren zihinsel destekler gerekiyor. Gelişme, yaşam boyu sürüyor, beyin devamlı değişebiliyor ama bunun en hızlı olduğu dönem erken çocukluk çağı. Aile, çevre bu süreçte etkili rol oynuyor.

Bu konuda kamuoyu oluşturulmalı. Okul öncesi eğitim kurumlarına duyulan ihtiyaç anlatılmalı. Erken çocukluk eğitimi sadece yüksek sosyoekonomik düzeye sahip olanlara değil, herkese ulaşmalı ve adaletli dağıtılmalı.

- Bunun için ne yapmalı?

Bütün mesele burada: Bilimsel temelli erken çocukluk eğitimi. Bu zor değil. Öneminin farkına varıp devlet politikası olmalı. Bazı ülkelerde yapıldı ve sonucu alındı. En önemli şey sürdürülebilir kalkınmanın insan odaklı olduğunu anlamak. İnsan iyi yetişecek ki, kalkınma sürdürülebilir hale gelsin. Çocukların erken yaştan itibaren sağlıklı ve olumlu gelişmelerini sağlamalı. Bu hem etik bir sorumluluk, hem de birçocuk (insan) hakkıdır. Ayrıca en değerli ekonomik ve sosyal yatırımdır. Diğer ekonomik yatırımlardan daha fazla getirisi vardır.

ÇEVRE İLE İLİŞKİ BEYNİN MİMARİSİNİ YARATIYOR

- Nasıl?

Beyin gelişiminden başlıyor. Erken yaşlarda çevre tamamen beyin gelişimini etkiliyor. Bu da yaşam boyu sürecek o insanın sağlığını, öğrenme gücünü ve kapasitesini etkiliyor. Toplumdaki insan kapasitesini, sermayesini oluşturuyor. Nöropsikolojik araştırmalar, beyin çalışmaları gösteriyor ki erken yaşlarda insanın çevre ile olan ilişkisi beynin mimarisini yaratıyor.

Yeni doğanların beyninde, beyin hücreleri yani nöronların sayısı da az, birbiriyle bağları da çok az. İnsan doğduğu zaman beyin oluşmuş ama tam olarak gelişmesini tamamlamış değil. Bu gelişme, nöronların sayılarının artması ve birbirleriyle bağlantılarının yani sinaps’ların çok hızla artmasıyla ortaya çıkıyor.

- Hangi yaşta oluyor?

Doğumdan itibaren, ilk yıllarda devam ediyor. Sinaps’lar kullanıldıkça, yani tecrübeyle, ağlar oluşturarak gelişiyor ve kapasite artıyor. Beynin mimarisini bunlar oluşturuyor. Anne, baba, çevredeki insanlar, hareket, ses, müzik, her şey, bütün uyaranlar çevre demek. İnsanın zihinsel faaliyetlerini uyaran her şey çevre aslında. Burada çocukla konuşmak çok önemli, yani dilin önemi çok çarpıcı bir şekilde ortaya çıkıyor. ABD’de 2003’te üç grup aile ile büyük bir araştırma yapıyor Hart ve Risley. Birinci grupta üniversite mezunu aileler, ikinci grupta işçi çocukları, üçüncü grupta da devlet yardımı ile yaşayan, işsiz, çok düşük eğitimi ve geliri olan ailelerin çocukları var. Saat başı çocuğun muhatap olduğu yani duyduğu kelime sayısını sayıyorlar. 1 yaşına kadar bunu takip ediyorlar. En alt ile en üst sosyoekonomik düzeydeki ailelerin çocuğunu karşılaştırdıklarında arada müthiş bir fark buluyorlar. Meslek sahibi, eğitimli, profesyonel anne babaların bebekleri saat başında 2 bin ile 2 bin 500 sözcüğe muhatap oluyorlar. İşçi ailelerinin çocukları 1.000 ile 1.500 sözcük arasında kelime duyuyorlar. En düşük sosyoekonomik gruptaki ailelerin çocuklarının duyduğu sözcük sayısı ise 500. En üst düzeydekinin ise 2 bin 500. Aradaki sözcük farkı çok çarpıcı. Bu, 3 yaş itibariyle 30 milyonluk sözcük farkı demek. Buna bir felaket diyorlar. Çünkü bu tamamen sözel zekânın gelişmesi olayıdır. Zekânın sözel ve matematiksel temel öğelerini biliyoruz. Sözel zekânın temelinde dil vardır. Dili kullanma vardır. Gelişmekte olan bir ülke olan Ekvador’da da benzer bir araştırma yapılıyor ve aynı sonuç elde ediliyor. En başlarda çevre etkisi ile beynin şekillenmesi üst düzeyde ama giderek sinir bağlantılarını arttırmak için daha fazla ‘fizyolojik çaba’ gerekiyor. Yani 7 yaştan sonra eksikleri telafi etmek daha zor.

4+4+4 İLE BÜYÜK KAYIP OLDU

 ‘7 Çok Geç’ Kampanyası bu yüzden mi düzenlendi?

Evet. Türkiye’de eğitim ve sosyal hizmet programlarına baktığımızda, 1980’li yılların başında okul öncesine erişim çok düşüktü. Yüzde 11 kadardı, anaokullarının çoğu özel okullardı. 2000’li yıllarda bu yüzde 67’lere çıktı. Bu büyük kazançtı. Özellikle AÇEV’in çabaları ve eğitim fakültelerinin girişimleri bunda etkili oldu. Çok kimse bunun için uğraştı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nda Okul Öncesi Eğitim Genel Müdürlüğü kuruldu. Biz böyle uğraşırken Avrupa ülkelerinde okul öncesi eğitiminden yararlanan çocuk oranı yüzde 93 ile 100 arasındaydı. Latin Amerika’da bile okul öncesi eğitime çocukların yüzde 80’i ulaşıyordu. Türkiye’de yine de büyük kazanımdı ama 4+4+4 ile bunda büyük kayıp oldu.

ÇOCUKLARINIZI 3-4 YAŞTAN İTİBAREN MUTLAKA ANAOKULUNA VERİN

Anne-babalar üç yaşındaki çocuğu okul öncesine veremiyorlar, kıyamıyorlar. Çocuğun gelişme düzeyi ile de ilgili. Bazı çocuklar sosyal olarak 2-2.5 yaşında okul öncesi eğitime hazır olabiliyor. Sosyal becerileri gelişmiş oluyor, ama genel olarak 3 yaşından itibaren çocuklar anaokuluna gidebilir. Burada kurumun kalitesi de çok önemli. Çocuğa yeterince serbestlik sağlayan, onu uyaran, grup etkinlikleriyle olumlu ilişkiler içinde olmasını sağlayan anaokulları iyidir. Öğretmen iyi yetişmiş olmalı. Bilimsel temellere dayalı erken çocukluk eğitimi esastır. Veliler okul öncesi programları iyi araştırıp kurumun altyapısına da bakmalı. Düzen ve disiplin derdiyle çocuk baskı altında tutulmamalı; yaratıcılığı desteklenmeli. Bu konuları özellikle uzmanlarla konuşmak lazım. Sonuç olarak insan kapasitemizin gelişmesi için küçük yaşlardan itibaren insanımızın iyi gelişmesi gerekiyor.

ERKEN ÇOCUKLUK EĞİTİMİ ALANLA ALMAYAN ARASINDA CİDDİ FARK VAR

Erken yaşlarda çocuğa eğitim verilmeli. Bu konuda bizim, 1982-2004 arasında 22 yıllık bir araştırmamız var. Burada anneyi destekledik ve eğittik, anne de çocuğunu eğitti. Annelerin çoğu işçiydi ve ilkokul mezunuydu. Çocukların okul öncesi becerileri geliştirildi. Çocukların bir kısmı anaokuluna gidiyordu. Sonra taki araştırmaları yaptık. Başlangıçta bu çocuklar 3-5 yaşlarındaydılar. 13-15 yaşa geldiklerinde, en son da genç yetişkinler olarak 25-27 yaşlarında onları inceledik. Sonuçlar şöyleydi: 3-5 yaşındaki çocuklar erken çocukluk eğitimi almışlarsa, bu eğitimi almayanlarla kıyaslandığında ergenlik döneminde 5 yıllık zorunlu eğitimde Türkçe-matematik ve genel akademik ortalamaları daha yüksek düzeydeydi ve daha çoğu okula devam ediyordu. Başarılı oldukları için aileler onları okuldan çıkarmak yerine fedakârlık ederek eğitimlerine devam etmelerini sağlıyordu. 13-15 yaşında bu çocukların zihinsel kapasiteleri daha yüksekti. İkinci takip araştırmasında 25-27 yaşındaydılar. Gördük ki okul öncesi eğitim alanlar, almayanlara kıyasla, daha uzun süre okula gitmişler ve daha çoğu üniversite okumuş. Dil gelişimleri, sözcük bilgileri daha iyi, daha prestijli meslekleri var. Okumaya daha çok istekliler, daha çok bilgisayar ve kredi kartı kullanıyorlar. Hem bilgi toplumuna, hem de modern ekonomiye daha çok katılıyorlar. Yani erken yaştaki kazanım çocuğun hayatını etkiliyor. Bu çalışmalardan yola çıkarak AÇEV kuruldu.

YENİ BAKAN YILMAZ’A SESLENİYORUM: OKUL ÖNCESİ EĞİTİME EĞİLİN

En yüksek getirinin sağlandığı dönem, erken çocukluk dönemidir. Ekonomistler tarafından yapılan çalışmalara göre erken çocukluk eğitimine yönelik yatırım topluma büyük getiri sağlıyor. Eğitim harcamalarımıza bakarsak öğrenci başına harcama Türkiye’de 2014 yılına göre yılda 5 bin 400 lira. Bu eğitim harcamalarının yüzde 33’ü yükseköğretime gidiyor: Öğrenci başına 13 bin liradan fazla. Buna karşılık yükseköğretime yatırımın toplumsal getirisi en düşük. Okul öncesi eğitimin getirisi ise 1’e 7 nispetinde, en yüksek düzeyde.

Yeni Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’a “Okul öncesi eğitime eğilin” diyorum. İnsana yatırım için bu bir numaralı yatırımdır. Okul öncesi öğretmeni yetişiyor, bu konuda bilinçlenme var ama siyasi irade ve yatırım lazım. Bunun için çok geç kalındı. Gelişmiş ülkelerde yüzde 100’lere ulaşılırken, bizde bir yıllık okul öncesi eğitim yüzde 67’den şimdi yüzde 50’lere düşmüş durumda. Üstelik yoksun çevrelerden gelip okul öncesi eğitime en çok ihtiyacı olan kesim, okul öncesi eğitimden en az yararlanabiliyor.