BIST 9.185
DOLAR 34,38
EURO 36,85
ALTIN 2.968,42
HABER /  SAĞLIK

‘Mia Sendromu' nedir böbrek hastaları için büyük tehlike

Uzman Dr. Bilal Görçin, ceslenme bozukluğu, bakteri, virüs ve toksinlere karşı vücudun verdiği yanıt ve aterosklerozis yani damar sertleşmesinin bir arada varlığının, börek hastalarını daha şiddetli etkilediğini söyledi.

Abone ol

Türk Böbrek Vakfı Ahmet Ermiş Diyaliz Merkezi Başhekimi Nefroloji Uzmanı Dr. Bilal Görçin, bu üç durumun bir arada görüldüğü hastalık olan ‘MİA Sendromu’nun 2000 yılında tanımladığını vurgulayarak, “Son dönem böbrek yetmezliği olan hastalarda bu bulguların varlığı ile kanda proinflamatuar (vücutta etkileşmeyi başlatan zararlı madde) maddelerin yüksek olması arasında bir birliktelik kurularak MİA Sendromu tanımlanmıştır." dedi.

Görçin, "Son 40 yılda özellikle diyaliz başta olmak üzere renal replasman tedavilerinde iyi tolere edilen diyaliz tedavilerinin, yaşam kalitesini arttırması gibi olumlu pek çok gelişme görülmüştür. Ancak buna rağmen hastalardaki ölüm oranı hala yüksektir. Günümüzde ölüm oranının bu yüksekliği MİA Sendromu ile ilişkilendirilmektedir” şeklinde konuştu.


Beslenme Bozukluğu: Malnutrisyonun kelime anlamının ‘beslenme bozukluğu olduğunu belirten Görçin, "Bir veya birden fazla besin öğesinin eksik veya dengesiz alınması sonucu ortaya çıkan hastalıklı bir durum olarak tanımlanır. Diyaliz hastalarında en sık görülen komplikasyonlardan biridir. 100 hastanın 23-75’inde görülür. Bir diyaliz hastasının enerji ihtiyacının 35 kcal/gün/kilo olduğunu belirten Görçin, "Bunun da en fazla yüzde 60’ı karbonhidratlardan, yüzde 30-35’i proteinlerden sağlanmalıdır."

"Günlük protein ihtiyacı ise günde kilogram başına 1,2 gram olmalıdır. Proteinler hayvansal ve bitkisel olarak ikiye ayrılır. İdeali, günlük proteinin yüzde 60’ının hayvansal ürünlerden, yzde 40’ının ise nohut, fasulye, mısır, mercimek gibi bitkisel proteinlerden karşılanmasıdır. En yararlı protein kaynağı yumurtadır. Diyaliz hastaları günde 1-2 tane hem sarısı hem beyazı ile sevdikleri şekilde tüketmeliler. Oral beslenmenin başarılı olmadığı durumlarda ise enteral beslenme yararlı olur. Damardan aminoasit solüsyonları, nazogastrik sonda takılarak burundan mideye beslenme veya PEG dediğimiz mideye bir giriş yolu takarak beslenme yapılabilir" dedi.


İnflamasyonun, vücudun; bakteri, virüs ve toksinlere fiziksel ve kimyasal irritanların hücrelere zararına karşı devamlılığın bozulmaması adına verdiği geliştirilmiş cevap olduğunu belirten Görçin, "Kronik böbrek yetmezliğinde biriken toksinler hastada devamlı inflamatuar bir ortam oluştururlar. Kronik böbrek yetmezliği hastaları her türlü inflamasyona normal kişilerden 10 kat daha fazla meyillidir. Böbrek hastalarında inflamasyonun toksinlerden başka sebepleri ise karbonhidrat ve protein oksidasyon (parçalanma) ürünlerinin fazla olması ve atılamaması nedeniyle inflamasyona sebep olmalarıdır. Gene inflamasyonun en önemli belirleyicisi olarak bilinen D vitamini eksikliği, diyaliz hastalarında çok sık görülür. Diyaliz ve kronik böbrek yetmezliği hastalarında, kalp - damar hastalıklarına bağlı ölümler normal insanlara göre 10-20 kat daha fazladır” dedi.


Aterosklerozis'ın ise kalp, beyin, böbrek ve diğer organların arterlerinde ve aortta oluşan lokal sertleşmeler sonucu oluşan bozukluk olduğunu kaydeden Görçin, "Aterosklerozise bağlı gelişen kalp-damar hastalıkları tüm dünyada görülen en önemli ölüm nedenidir. Diyaliz ve kronik böbrek yetmezliği hastalarında kalp-damar hastalıklarına bağlı ölümler ilk sıradadır ve normal insanlara göre de 10-20 kat daha fazladır. Böbrek hastalarında kalp-damar hastalıklarının bu kadar yüksek olmasının nedeni malnutrisyon, inflamasyon ve dirençli infeksiyonlara bağlı aterosklerozis gelişimidir. Kronik böbrek yetmezliği hastalarında kalp-damar hastalıklarına müdahale ve önlemler diyaliz öncesi döneminde yapılmalıdır çünkü bu süre 10-15 yıldır. Diyaliz döneminde birçok toksin de işe katılacağı için tedavi zorlaşır. Kronik böbrek yetmezliği hastalarında albümin gibi CRP düzeyleri de kalp-damar hastalıklarında güçlü bir belirleyicidir. CRP’si yüksek hastalarda kalp-damar hastalıkları ve ölüm riski normallerden yüksektir"dedi.