Emin Pazarcı, Ülkücü Hareket'in sırlarını açığa çıkarmaya devam ediyor. İşte 25 yıl sonra ortaya çıkan bir gerçek.. MHP Genel Merkezi'ni bombalayan failler polisti..
Abone olEmin Pazarcı, Ülkücü Hareket'in sırlarını açığa çıkarmaya devam ediyor. İşte 25 yıl sonra ortaya çıkan bir gerçek: MHP Genel Merkezi'ne düzenlenen bombalı saldırının failleri polislerdi! MHP Genel Merkezi, 30 Haziran 1979 akşamı silâhlı ve bombalı bir saldırıya uğradı. Genel Merkez’e saldıranlar, Alper Demirci ve Ömer Yüce’yi öldürdüler, 12 Ülkücüyü de yaraladılar. Yıllar sonra bu saldırının polisler tarafından yapıldığı ortaya çıktı. Genel Merkez’e saldıran Pol-Der’li polisler, THKP-C Acilciler Grubu mensubuydular MHP, 30 Haziran 1979 günü Nevşehir’de onbinlerce vatandaşın katıldığı bir miting gerçekleştirdi. Karşılaştığı coşkulu kalabalı k, Alparslan Türkeş’i de hayli mutlu etmişti. Yüzler gülüyordu... MHP konvoyu, akşam saatlerinde Ankara’ya dönmek üzere yola çıktı. Gençler marşlar söylüyorlar, parti yöneticileri de Nevşehir’deki coşkulu kalabalığı konuşuyorlardı. Aksaray’a gelindiğinde, şok bir haberle herkes derinden sarsıldı: - Genel Merkez Binamız, silahlarla tarandıve bombalandı. iki arkadaşımız şehit edildi. Çok sayıda yaralı var. MHP’liler, genelde bu tür haberlere alışıktı. Özellikle o yıllarda, Türkiye’nin dört bir yanından her gün “şehit haberleri” geliyordu. Ülkücüler, 1980 öncesindeki saldırılar sonunda 5 bine yakın arkadaşlarını kaybettiler. Yine de bu son olayın etkisi çok farklı oldu. Çünkü, basılan yer bir siyasi partinin Genel Merkeziydi. Üstelik, o dönemde iktidarda bulunan CHP’den de ne olayı kınayan bir açıklama yapılmış, ne de bir “geçmiş olsun” mesajı gelmişti. O günlerde bütün MHP’liler şu sorunun cevabını aradılar: - Ya saldırı sırasında Alparslan Türkeş de orada olsaydı? Saldırganlar, Başbuğ’u da vursalardı ne olacaktı? Saldırı, son derece ilginçti... MHP Genel Merkezi’nin bulunduğu Bahçelievler’de bir anda bütün elektrikler kesilmişti. Saldırı, elektriklerin kesilmesiyle birlikte başladı. Saldırganlar, sanki o anı bekliyorlardı. 3. Cadde’deki MHP Genel Merkezi ile MiSK Eğitim ve Kültür Sitesi, önce silahlarla tarandı. Silah sesleri dakikalarca sürdü. Binanı n çevresi, vurulup yerde yatan insanlarla doldu. Ardından da binanın içine bombalar yağdırıldı. MHP KADERiNE TERK EDiLDi ilginçtir, Genel Merkez Binası’nın 50 metre ilerisinde bulunan Bahçelievler Polis Karakolu’ndan hiçbir tepki gelmedi. Karakoldaki polisler de vatandaş gibi kapılarını ve pencerelerini kapattılar, saldırının geçmesini beklediler. Her şey olup bittikten sonra bile dışarı çıkmadılar. Asıl önemli olanı ise, o dönemde Türkiye’nin pek çok ilinde “sıkıyönetim” uygulanmasıydı. Başkent Ankara da sıkıyönetim ilan edilen illerin başında geliyordu. Bu saldırı, sıkıyönetim şartlarına rağmen gerçekleştirilmişti. Her şey apaçık ortadaydı. MHP, güvenlik güçleri tarafından kaderine terk edilmiş, baskın için uygun ortam oluşturulmuştu. Olay, MHP ve Ülkücü camiada büyük tepki toplamıştı. Türkeş, düzenlediği basın toplantı sında Başbakan Ecevit’i, “Dökülen kanların hem sorumlusu, hem de manevi faili” olarakilan etti. Ülkücüler ise, Genel Merkez baskının ardı ndan hep aynı tezi savundular: - Bu saldırı, polisten destek alarak yapıldı. Aradan geçen yıllar, bu değerlendirmenin çok haşf kaldığını gösterdi. Saldırı, polisten destek alarak değil, bizzat polisler tarafından gerçekleştirilmişti. Devletin içine giren yasadışı örgütler, “polis” kimliği altında MHP Genel Merkezi’ne silah ve bombalarla saldırmışlardı. Devletin kendilerine sağladığı imkanlar ve silahlarla bir siyasi parti genel merkezini basmışlardı. Arkalarında iki ölü, çok sayıda yaralı bırakmışlardı. Pol-Der mensubu bu polisler, aslında THKP-C Acilciler Grubu’nun mensubuydular. MHP ÖNÜNDE iNSAN AVI Daha sonra yasa dışı Dev Yol Davası’nda “sanık” olarak yargılanacak olan Zeki Kaman ve Dürüst Oktay isimli polisler de MHP çevresinde “insan avı” yapıyorlardı. MHP Genel Merkezi’nin basıldığı yıl, Muhsin Yazıcıoğlu ve Abdullah Çatlı, arkadaşlarıyla birlikte Genel Merkez’in karşısındaki lokantadan çıkıyorlardı. Hemen yanlarında bir polis minibüsü durdu. O dönemde, kapısı yandan açılan bu aracı pek çok Ülkücü tanıyordu. Yazıcıoğlu arkadaşlarına bağırdı: - Kaçın, kaybolun. Yazıcıoğlu, arkadaşlarının üzerinde silah bulunduğunu düşünüyor ve yakalanmalarını istemiyordu. Arkadaşları kaçarken, Yazıcıoğlu polis minibüsüne doğru döndü ve yakalandı. Ancak, minibüse bindirilmesi bir türlü mümkün olamı yordu. Tavana omuzunu dayadığı için, polisler tarafından içeri alınamıyordu. Yazıcıoğlu, bir süre direndikten sonra kendisi içeri girdi ve oturdu. Komiser Dürüst Oktay, sinirlenerek bağırmaya başladı: - Ulan ne diye uğraşıyorsunuz? Bırakın, bıraksanız da o kaçmaz. Siz onunla uğraşırken yanındakileri kaçırdı. şimdi rahat rahat arabaya binmiş oturuyor. Minibüs, doğru Ankara Emniyet Müdürlü ğü Binası’na yöneldi. Yazıcıoğlu arabadan çıkarıldı, bir polis kolundan tutarak içeri sokmak istedi. Yazıcıoğlu, polisi sert bir şekilde itti: - Bırak, beni tutamazsın. Ben Türk gençliğini temsil ediyorum. Yine Dürüst Oktay araya girdi: - Bırakın, bırakın, o kaçmaz. Dördüncü kattaki Birinci şube’ye çıkmak için asansöre binildiğinde, çilli bir polis, “Ne o lan” dedi: - Senin kolundan tutulamaz mı? Yazıcıoğlu sesini çıkarmadı. Sorgu için odaya alındığında da bacak bacak üstüne atıp oturdu. Asansördeki çilli polis,yine devreye girdi: - indir ayağını. Yazıcıoğlu, duymamış gibi yaptı. Tam o sırada Birinci Şube’de görev yapan Hüseyin Ayılgan içeri girdi. O da tavrını Muhsin Yazıcıoğlu’ndan yana koydu: - Sus ulan, kes sesini. Senin görevin, onu buraya getirene kadardır. Burada kimseye karışamazsın. Çık dışarı. O dönemde, halk gibi polis de ikiye bölünmüştü. Zeki Kaman ve Dürüst Oktay gibi “Ülkücü düşmanı” polislerin bulunduğu gibi, teşkilat içinde Ülkücülere destek veren polisler de vardı. GEÇMİŞİN RÖVANŞI Aradan yıllar geçti... 12 Eylül 1980 ihtilâli yapıldı. Bir süre kaçan Muhsin Yazıcıoğlu da yakalanarak, Mamak’ta C-5 adı verilen işkencehaneye konuldu. Üstelik, Yazıcıoğlu nasılyakalanaca ğını daha önceden rüyasında görmüştü. C-5’te, akla hayale gelmeyecek işkencelerle karşılaştı. Bir gün gözleri bağlı ve kollarından askıya alınmış bir şekilde sandalyede otururken, midesine son derece sert bir yumruk yedi: - Ne o lan, hani senin kolundan bile tutulamazdı? Şimdi elleri ve gözleri bağlı garip garip oturuyorsun. Yazıcıoğlu’nun canı hayli yanmıştı. Gözleri bağlandığından kendisine vuranın kim oldu ğunu göremiyordu. Ancak, hemen Emniyet Müdürlüğü’nün önünde koluna girmeye çalışan o çilli polis gözünün önünde canlandı. Belli ki, polis geçmişte yaşadığı olayı bir türlü unutamamıştı. Yazıcıoğlu’nun karnına vurdu ğu darbelerle geçmişin rövanşını alıyordu. Bu kadarla da kalmadı... Aynı polis, tam üç gün boyunca gidip geldi. Her defasında gözleri bağlı olan Yazıcıoğlu’nun midesine yumruklar indirdi. Yazıcıoğlu ise, ilk anki gibi gaşl avlanmadı. Artık tedbirini almıştı. Gözleri bağlı olduğu için polisin sadece ayaklarını görüyordu. Önce ayaklarından polisi tanıyordu. Sonra da ayak hareketlerini izliyordu. Yumruk atacağını anladığında karın kaslarını sertleştirerek, gelecek darbenin tesirini azaltmaya çalışıyordu. Yazı Dizi: Emin Pazarcı Kaynak: Dünden Bugüne Tercüman