BIST 10.648
DOLAR 32,75
EURO 35,09
ALTIN 2.450,33
HABER /  GÜNCEL

MHP'nin 12 Eylül temizliği

Türkeş, kurmay subaylık yapmış bir isimdi. Yurtta uygulanacak bir sokağa çıkma yasağı ve genel aramanın ne anlama geleceğini çok iyi biliyordu ve emrini verdi...

Abone ol

Emin Pazarncı Dünden Bugüne Tercüman gazetesinde devam ettirdiği 'sırlarıyla Ülkücü Hareket' yazı dizisinin bugünkü bölümünde Türkeş'in 12 Eylül stratejisini kaleme aldı: "Daha o günlerde, Türkiye çapında sokağa çıkma yasağının getirileceği ve genel aramaların yapılacağı dilden dile dolaşıyordu. Alparslan Türkeş, orduda ihtilallerin içinde bulunmuş, kurmay subaylık yapmış bir isimdi. Türkiye çapında uygulanacak bir sokağa çıkma yasağı ve genel aramanın ne anlama geleceğini rahatlıkla çözebilecek konumdaydı. Buna rağmen, kimseye "İhtilal geliyor" demedi. Sadece, gençlik teşkilatlarından "tedbir almalarını" istedi. Ülkü Ocakları Genel Merkezi'nin "hassas evrakları" başka yere taşındı. Hemen, Bahçelievler'deki MHP Genel Merkez Binası'nın kalorifer kazanı devreye sokuldu. İçeride günlerce evrak yakıldı. İmha edilemeyen evraklar da toplanarak, çatı katına saklandı. İlginçtir, bu evraklar, İhtilal sonrasındaki aramalarda bile bulunamadı. Ülkücü kuruluşların evraklarını saklayanlar arasında Ömer ve Aysel İzgi çifti de vardı. Ömer İzgi, 57. Hükümet döneminde Meclis Başkanı seçildi. "ATATÜRKÇÜ İHTİLAL GELİYOR" İhtilalden bir gün önceydi. Saat 19:00 sıralarında Alparslan Türkeş'in aracı Oran Şehri yolunda üç kişilik bir asker grubu tarafından çevrildi. Tabip Binbaşı Mehmet Ünlü, Alparslan Türkeş'in aracına bindi ve beklenen haberi verdi: - Bu gece ihtilal olacak. Türkeş, hiçbir şeyden habersizmiş gibi davrandı. Oysa, bu haberi ilk defa duymuş olamazdı. Hep birlikte Türkeş'in Oran Şehri'ndeki evine gidildi ve orada değerlendirmeler yapıldı. Türkeş sordu: - Sizce ne yapalım? Mehmet Ünlü, "Sizin tedbiriniz vardır" dedi: - Öncelikle şunu söyleyelim, bu harekat size karşı yapılmıyor. Sol bir darbe değil. Emir-komuta zinciri içinde gerçekleşecek. Bu, Atatürkçü bir ihtilal olacak. Ancak, tedbir olarak birkaç gün ortalıkta görünmemekte yarar var. Türkeş, gerekli tedbirleri aldı. 12 Eylül Harekatı'nın ardından bütün siyasi parti liderleri gözaltına alınmasına rağmen, O bulunamadı. Alparslan Türkeş ihtilalin ilk günleri, daha sonra Turgut Özal'ın ilk kabinesinde bakanlık koltuğuna oturacak olan Halil Şıvgın'ın evinde saklandı. Bu süre içinde Türkeş'e Milli Güvenlik Konseyi tarafından "teslim ol" çağrıları yapıldı. "Karşı darbe" söylentileri yayıldı. Oysa, Türkeş sadece oturuyor ve gelişmeleri izliyordu. Makul bir süre bekledikten ve durumdan emin olduktan sonra, Kader Sokak'taki evine geçerek, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nı aradı: - Ben Alparslan Türkeş. Kader Sokak'teki evimdeyim. Sizi bekliyorum. Ve gözaltına alındı. MHP'DEKİ SİLAHLAR Türkeş'e, çok öncesinden ihtilalin sinyalleri gelmişti. Ordu yönetime el koymadan saatler önce Binbaşı Mehmet Ünlü tarafından kendisine net bilgiler de verilmişti. Gerekli her türlü tedbir alınmıştı. Buna rağmen, ihtilal gecesi yapılan aramada, MHP Genel Merkezi'nde bazı silahlar ele geçirildi. Olacak iş değildi! Alparslan Türkeş, aradan aylar geçtikten sonra bu silahların bir "komplo" neticesinde MHP Genel Merkezi'nde bulunduğunu söyleyecekti. Çünkü MHP Genel Merkezi, ihtilal günü bazı polis timleri tarafından illegal bir şekilde aranmış ve talan edilmişti. İlginçtir, daha sonra Dev-Yol Davası sanıkları arasında isimleri geçen bazı polisler de oradaydı. Ancak, arama tutanaklarında bu polislerin isimleri yoktu. Ayrıca, dönemin Ankara Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun da daha sonra MHP Genel Merkezi'nin aranması için emir vermediğini net bir dille açıklayacaktı. Genel Merkez, yetkisiz şahıslar tarafından basılmış ve arama yapılmıştı. Türkeş, 12 Eylül Mahkemesi'nde yaptığı savunmada, Genel Merkez'deki aramada bulunan emniyet mensubu Zeki Kaman'la ilgili olarak şu bilgileri veriyordu: - Bu Zeki Kaman kimdir? Bu Zeki Kaman, jandarma alayından, jandarma alayının gizli dosyalarından, çok gizli evrakı alarak, Dev-Yol mensuplarına vermiş olan kişidir. Bu kişiyi savcılık, bizim davada sanıklara işkence yapmak, tahkikat yapmakla da görevlendirmiştir. Bunlar, 12 Eylül akşamı da Genel Merkez'e gelmişler, daha savcılar heyeti sabahleyin arama yapmadan önce, Genel Merkez'de arama yapmışlar, orada bulunan gençleri almışlar, götürmüşler, ortalığı karıştırmışlardır. "BUNLARA DESTEK VERMEYİN" Türkeş, teslim olduktan sonra Uzunada'ya götürüldü. Yurt içindeki Ülkücüler darmadağınıktı. Bir kısmı gözaltına alınmış, bazıları da "kaçak" durumuna düşmüşlerdi. Sadece yurt dışındaki teşkilatlar ayaktaydı ve onlar faaliyet gösterebiliyorlardı. Ülkücü Köylüler Derneği Genel Başkanı Bahattin Ergezer, o günlerde gelişmeleri Almanya'dan izliyordu. Alparslan Türkeş'in, Uzunada'ya götürüldüğünü öğrenir öğrenmez telefona sarıldı. "Görüşemesem bile en azından belki notum iletilir" diye düşündü. Karşısına çıkan askere ümitsiz bir ses tonuyla "Alparslan Türkeş'le görüşmek istiyorum" dedi. Asker, bir süre bekledi... Belli ki, komutanlarıyla görüşüyordu. Ardından cızırtılar ve tıkırtılar gelmeye başladı. Herhalde gerekli dinleme düzeni de kuruldu. Santraldaki asker tekrar sordu: - Siz kimsiniz? - Ben Bahattin Ergezer. - Nereden arıyorsunuz? - Frankfurt'tan arıyorum. - Alparslan Türkeş'in neyi oluyorsunuz? - Ben oğluyum! Oysa, bu "oğluyum" sözcüğü, Ergezer'in ağzından şaşkınlıkla çıkmıştı. Çünkü, heyecanla verecek cevap bulamamış, "oğluyum" deyivermişti. Asker, yine "bir dakika" dedi... Aradan yaklaşık 10 dakika geçtikten sonra Alparslan Türkeş'in sesi duyuldu: - Alo, alo. - Efendim ben Almanya'dan arıyorum. Ben Bahattin Ergezer. - Oğlum nasılsın? Arkadaşlarımız nasıllar? - Biz hepimiz iyiyiz. Tek düşüncemiz sizsiniz. Size yapılan muamelenin doğru olmadığını düşünüyoruz. Bize emriniz nedir? Nasıl hareket etmemizi istiyorsunuz? Türkeş, bu soru üzerine yaklaşık 10 dakika kadar konuştu. Milletin birliği, ülkenin bütünlüğünden bahsetti. Türk Ordusu'nu öven sözler sarfetti. İhtilali gerçekleştiren kadronun "dost ve düşman tefriki yapamadığını" söyledi. Son cümlesiyle de noktayı koydu: - Bunlar dost ve düşman tefrikini yapana kadar, bunlara destek vermeyin. Türkeş, bu sözleriyle sadece Ergezer'e cevap vermiyordu. Dinlendiğini biliyor ve Milli Güvenlik Konseyi'ne de mesajlar gönderiyordu. Telefon görüşmeleri, Türkeş Uzunada'dan ayrılana kadar devam etti. Aradan yıllar geçti. Türkeş, tahliye edildi. Kurtuluş'ta bir dost yemeğinde Bahattin Ergezer'le biraraya geldiğinde, şunları söyledi: - Oğlum, belli ki bunlar gafil. Ama Türk Ordusu bizim ordumuz, göz bebeğimiz. Bu ordu bize lazım. Türk Ordusu haksız da olsa, beni lime lime de etse, ben sesimi çıkaramazdım ve çıkaramam. YENİDEN TEŞKİLATLANMA 12 Eylül Yönetimi, Ülkücü Hareket'in üzerinden bir silindir gibi geçmişti. Neredeyse herkes yakalanmış ve cezaevlerine doldurulmuştu. Ramiz Ongun, Türkmen Onur, Yılmaz Saka, Muhsin Yazıcıoğlu, Lokman Abbasoğlu, Muzaffer Şahin, Hakkı Duran gibi isimler dışarıda olmalarına rağmen aranıyorlardı. Büyük sıkıntı içindelerdi. Kalacak yer bulup, hayatlarını devam ettirmekte bile zorlanıyorlardı. Kimsenin kimseyle bir irtibatı yoktu. Dışarıda bulunan bu kadroya ne bir lira para , ne de bir satır belge devredilmişti. Yeniden teşkilatlanmaya ihtiyaç vardı. Bu işi yapabilecek isimler ise çok kısıtlıydı. Ali Güngör, Ziraat Mühendisleri Birliği Başkanıydı ve Kızılay'daki Birlik Binası, İhtilal Yönetimi tarafından kapatılmamıştı. Ali Güngör, Selahattin Baysal, Ahmet Hamdi Ayan ve Devlet Bahçeli biraraya gelerek ilk nüveyi oluşturdular. Sonradan bu yapıya, yurtdışından dönen Bahattin Ergezer de dahil oldu. Kaçaklardan Lokman Abbasoğlu ile Yılmaz Saka ise "Aranan Ülkücülerle" irtibatı sağlıyorlardı. Yapılan toplantıların sonunda dörtlü bir plan uygulanmasına karar verildi: 1) 12 Eylül yönetimine karşı direnilecekti. 2) İç bünyede dayanışma sağlanacak, dağılma önlenecekti. 3) Parasal ve hukuki çalışmalar yapılacaktı. 4) Anadolu, yeniden teşkilatlandırılacaktı. Önce, basın yayınla irtibat için Mayaş işminde bir şirket kuruldu. Başına İsmet Büyükataman getirildi. Tuğrul Türkeş, Muharrem Şemsek ve Yılmaz Şenyüz de bu yapıya dahil edildi. Tuğrul Türkeş, zaman zaman babasıyla görüşüyordu. Hem talimatları getiriyor, hem de finansal destek sağlıyordu. Türkeş soyadının bu yeni yapılanmaya monte edilmesiyle, büyük rahatlama sağlanmıştı. İhtilal Yönetimi, rahatsız da olsa Tuğrul Türkeş'in çalışmalarına karşı bir tedbir alamıyordu. Ailenin bir ferdi olarak öne çıkması, hukuki açıdan sıkıntı getirmiyordu. Gerekli koruma zırhı sağlanmış, "gizli örgüt" görüntüsünden çıkılmıştı. Alparslan Türkeş'in, Dil Okulu'na nakli ile birlikte, avukatları ile görüşme imkanı da doğdu. Şahap Homriş, Kaya Alpkartal ve Mehmet Eke'den oluşan bir "Hukuk Merkez Bürosu" kuruldu. Mehmet Eke, bu büroda 12 Eylül sonrası yapılanmanın sorumlusu olarak yer aldı. Artık, Alparslan Türkeş'in bütün talimatları, anında dışarıdaki teşkilata ulaşıyordu. Bu sırada, dışarıdaki teşkilatın sorumlularından Ahmet Hamdi Ayan yakalanarak tutuklandı. Ayan'la görüşen Türkeş, böylece dışarıdaki yapılanmayı da öğrendi. Bütün bilgileri ilk ağızdan alma imkanını buldu. "TÜRKEŞ BİTTİ" Kısmi bir rahatlama sağlanmasına rağmen, maddi sıkıntı bir türlü giderilemiyordu. Lokman Abbasoğlu ile Bahattin Ergezer, daha önce MHP'ye yardım yapan işadamlarını gezmeye başladılar. Ancak, bütün kapılar yüzlerine kapanıyordu. En ilginç görüşme ise, ünlü bir işadamı ile yapıldı. İşadamı, yardım telebine, "Evinize gidip, çoluk çocuğunuzla ilgilenin" cevabını verdi: - Bugüne kadar ülkeye çok hizmet ettiniz. Ancak, Kahraman Ordumuz geldi, artık size ihtiyaç kalmadı. Lokman Abbasoğlu, ısrar edecek gibi oldu... Abbasoğlu'nun polis tarafından arandığını bilen iş adamı, kestirip attı: - Artık kafanıza iyice sokun. Türkeş de bitti, Ülkücü Hereket de bitti. Daha fazla ısrar ederseniz, sizi şikayet ederim. "BEŞİKTAŞ NASIL KURTULUR?" 1980 yılının aralık ayına gelindiğinde, nisbeten bir toparlanma sağlanmıştı. İçerideki ülkücülere destek, dışarıdakilere de mesaj vermek üzere, haftalık "Yeni Sözcü" dergisi çıkarıldı. Derginin başında Avni Özgürel vardı. Gerekli finansmanı ise, Tuğrul Türkeş sağlıyordu. O dönemin şartlarında bütün mesajlar "örtülü olarak" veriliyordu. Sözcü'de "Bilge Erdem" takma adı ile yazı yazan Galip Erdem, "Beşiktaş nasıl kurtulur" başlığı altında Ülkücülere şöyle sesleniyordu: "Beşiktaşlılar, inanan insanlardır. İnanan insanlar güçlüdür, güçlü insanlar sabırlıdır. Fırtına dinecek, bulutlar dağılacak, hava açacak, güneş yeniden doğacak, eski günler yeniden gelecektir. Takımımızın puan cetvelindeki sırasına üzülmeyin. Bütün büyüklerin hayatında böyle talihsizlikler vardır. Birbirinizden kuvvet alın, birbirinize kenetlenin, güzel günleri bekleyin. Dava büyüktür ve elbette çetindir. Ama muhakkak kazanılacaktır ve Beşiktaş küme düşmemekle kalmayacak, mutlaka şampiyon olacaktır..." Ahmet Bican Ercilasun da, "Safahat" başlıklı yazısında, Mehmet Akif Ersoy'un, "Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?" mısraının ardından şunları yazıyordu: "Cani geziyor dipdiri.. Can vermede masum! Suç başkasınındır da, niçin başkası mahkum? Öyle zannediyorum ki, bugün bu soru, Türklük için çalışan herkesin ağzındadır. Ve buna cevap vermesi gerekenler, hala susmaktadırlar." İhtilal Yönetimi, Sözcü'nün çıkmasına izin vermiş, ancak yaşamaması için de elinden geleni yapmıştı. Bu arada, Sözcü'den yola çıkarak, aranan Ülkücülerin yakalanmasına çalışılıyordu. Milli Güvenlik Konseyi, bu amaçla "gizli" damgalı bir iç emir yayınladı: "Yeni Sözcü Dergisi'ni büfelerden satın alanlar tek tek tesbit edilecekler." Bu kadarla kalınmadı. Aynı zamanda gazete ve dergi satan büfelere de talimatlar verildi. Sözcü'ye "teşhir yasağı" geldi. Sözcü tipi dergilerin yaygınlaştırılmalarının önüne geçilmesi istendi. Yeni Sözcü, 27. sayısını çıkardıktan sonra sıkıyönetim komutanlığının bir bildirisi ile yasaklandı. Bu arada çok ilginç bir gelişme oldu. Ülkücülerin çıkardığı Sözcü ve Ecevit'in yayınladığı Arayış dergilerine savaş açan askeri yönetim, İslami bazı dergilerin önünü açtı. Milli Eğitim Bakanı emekli general Hasan Sağlam'a bağlı olan Talim-Terbiye Kurulu, "İslam" ve "Sızıntı" isimli dergileri okullara özellikle tavsiye etti."