ABD'nin AB'yi Türkiye konusunda baskı altına alması, Yılmaz'a göre en büyük hata olarak değerlendirildi.
Abone olTürkiye Cumhuriyeti'nin eski başbakanlarından Mesut Yılmaz, Türkiye Araştırmalar Merkezi Vakfı'nın da içerik bakımından desteklediği ve 3 ayda bir Almanca olarak yayımlanan 'EuroTürk'ün Haziran sayısında başlangıcından bu yana Türkiye - AB ilişkilerini değerlendirdi. Hem Avrupa ülkelerinin Türkiye'yi içlerine almaları bakımından, hem de Türkiye'nin Birlik'e girme bakımından üzerlerine düşen görevi yerine getirmekte aceleci davranmadığını belirten Yılmaz, "Artık kesin karar verme zarureti doğmuştur. Türkiye'nin de üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye başladığını görüyoruz. İş artık iki taraf için de ciddiye binmiştir. Gelinen noktada şunu söylemek mümkündür: Sorumluluklarımızı bir an evvel yerine getirip Avrupa Birliği'nin kapısını çalmalıyız. Yükümlülüklerini yerine getirmiş olan bir Türkiye'ye müzakere takvimi verilmemesi mümkün değildir" diye konuştu. Alman kamuoyuna anlatılacak en önemli şeylerden birinin Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinin ardından 67 milyon Türk'ün Avrupa'ya doluşmayacağı olduğunu söyleyen Mesut Yılmaz, "Önemli olan Avrupa ülkeleri yönetimlerinin Türkiye'nin tam üyeliği konusunda kendi kamuoylarını olumsuz yönde yönlendirmemeleridir. Eğer ülke yönetimlerinin bu konuya olumlu yaklaşmaları sağlanırsa bu durum halka da sirayet edecektir" şeklinde konuştu. Kopenhag Zirvesi'nde Türkiye'nin almış olduğu sonucun alınabilecek en kötü sonuç olmadığını, hatta iyi bile sayılabileceğini vurgulayan Yılmaz, yeni hükümetin AB sürecine ilişkin yeterli hazırlığı ve deneyimi bulunsaydı daha iyi bir sonucun alınmasının da mümkün olabileceğini belirtti. Mesut Yılmaz, ayrıca AB kapısının, AB ile ABD arasındaki gerilimin iyice tırmandığı bir dönemde ABD üzerinden zorlanmasının da bir hata olduğunu hatırlattı. Türkiye'nin üyeliğinin AB'ye getireceği ekonomik ve siyasi sıkıntıları sıralamanın da dürüst bir yaklaşım olmadığını ifade eden Mesut Yılmaz, şöyle konuştu: "Türkiye'nin üyeliğinin AB'ye sağlayacağı faydalar da göz ardı edilmemelidir. Türkiye'nin AB'ye katkıları konusunda ekonomik büyüme potansiyeli, iç ve dış pazarlardaki dinamik girişimciliği yeterince dikkate alınmıyor. Türkiye'nin AB için ekonomik açıdan da bir artı değer oluşturduğu Avrupa'da yalnızca özel sektör ve siyasi çevrelerin bir bölümünde dikkate alınıyor. Bugün Türkiye ticaretinin yarısını Avrupa ile gerçekleştirirken, yabancı yatırımının yüzde 70'i de Avrupa Birliği'ndeki girişimciler tarafından yapılmaktadır." Türkiye'nin, orta vadede, gaz ve petrol rezervleri çok büyük olan bir bölgenin en önemli dağıtım merkezi haline geleceğini herkesin kabul ettiğini söyleyen Yılmaz, Avrupa'nın bu kaynaklara ve güvenli bir taşıma yoluna, dolayısıyla da Türkiye'ye ihtiyacı olduğunu belirtti. Ayrıca güvenilir bir NATO müttefiki olarak Türkiye'nin üyeliğinin Birlik'in ortak güvenlik ve dış politikasının hem askeri hem de sivil yönünü sağlamlaştıracağının da altını çizdi. Türkiye'nin, İslamcı köktendinciliğe karşı önemli bir tampon oluşturduğunun da göz ardı etmemesi gerektiğini söyleyen Mesut Yılmaz, sözlerini şöyle tamamladı: "Türkiye'deki İslam, muhafazakar ve halkçıdır, militan değil. Türkiye'nin yüzü batıya dönüktür ve laiklik ile Müslümanlığı kendi içinde kurduğu uyumla birlikte yaşatmayı başarmıştır. Mantıklı bir modele ihtiyacı olan bölge için Türkiye en iyi örnektir."