Mesele Gezi Parkı olayı değil arkadaş. Darbeye gel!
Yazmak için olayların seyrini tamamlamasını bekledim. Resmin tamamı ortaya çıktığına göre detaylara girelim o vakit.
Eğer bu ülkede karmaşa zamanlarında yazı yazan biriyseniz,
adınızın önüne-sonuna bazı kişiler tarafından eklentiler yapılması
kaçınılmaz oluyor.
Tıpkı şu an olduğu gibi.
Siz bu yazıyı bitirip yorum bölümüne ne yazıldığına göz attığınızda
da benzer eklentileri göreceksiniz. Kimi "Adamsın Süleyman.
Koççum benim" diyecek, kimi "Satılmış. Kaç lira
aldın makarnacı" diye anırıp duracak. Böyle zamanlarda
övgüye de sövgüye de pek önem vermiyorum doğrusu. Çünkü bu durum da
karşınızdakinin leh ve aleyh durumuna göre gelişir.
Neyse, Konumuza gelelim.
Yazmak için olayların seyrini tamamlamasını bekledim. Resmin tamamı
ortaya çıktığına göre detaylara girelim o vakit.
Baştan söyleyeyim. Yapılan eylem veya direnişe karşı olan biri
değilim. Öyle olsam, şu an benim emrimde çalışan, haftasonu ve
geceleri sokaklarda demokratik hakkını kullanıp eylem yapan, slogan
atan, tencere döven 7 personelimi kapının dışına koymam gerekirdi.
Yani kısacası, sözüm sana değil çevreci kardeşim. Sözüm sana değil
eylemini şiddete başvurmadan yapan arkadaşım.
Siz aradan çıkın lütfen.!
***
Sabah işe gelmek için hazırlanırken, polisin parkta kahvaltı yapan,
gazete ve dergi okumaktan başka suçu olmayan eylemcilere yaptığı
ilk müdahaleyi gördüğümde "Şu an iş olmasa, Taksim'e
çıkardım" diyenlerden biri de benim. Hatta işyerine
geldiğimde direniş gösteren çevreci arkadaşlara epey süre kalben ve
ruhen destek veren de, "Onlara destek manşetleri
atın" diye talimat veren de benim.
Ancak öğlene doğru Taksim'den gaz bulutu dışında başka, bambaşka
kokuların da yükselmeye başladığını hissedince içimdeki o destek
bağı elimde olmadan koptu.
Koptu çünkü; eylem her geçen saniye masumiyetini kaybediyor,
sloganların dili, eylemcilerin rengi değişmeye başlıyordu. Çünkü o
parka gelenlerin, "Bu ağacı kesmeyin, çünkü sizi bu
ağaçlarda sallandıracağız" niyetleri kimilerinin hezeyan
dolu naralarına dökülüyordu.
Polisin, yeryüzündeki her canlıyı incitecek ve isyan ettirecek
tavrını anlatacak cümle bulamam kuşkusuz. Sanki biber gazı değil de
yangının üzerine süper benzin püskürtüyor gibi halleri vardı. Tek
kelimeyle iğrençti.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin telefondan genel başkanına
ulaşıp kameralar önünde, "Sayın Genel Başkanım. Bizim artık
buradan ölümüz çıkar" dediği an, infilak saatiydi.
Günü akşama devrederken ülkedeki tüm kötülüklerin Taksim'in
meydanına doluştuğu, kırılan camlardan, sökülen kaldırım
taşlarından, yakılan yıkılan arabalardan kendini belli
ediyordu.
Sanatçı Yonca Evcimik twitter hesabından, "Ben bu eyleme
destek vermem. Gittim ve göreceğimi gördüm. Masum esnaf
yağmalanıyor, cam çerçeve bırakmıyorlar arabaları yakıyorlar. Niyet
belli" diyerek adeta bir ulusu uyandırmaya çabalıyor ama
sesini duyuramıyordu.
Bir genç kız, destek için gittiği eylem alanında, Taksim'in
göbeğinde 3 kişinin tecavüzünden 155'i arayarak kurtuldu.
O da sesini duyuramayanlardandı.
Duyuramıyordu çünkü, karşısında, "Mesele Gezi Parkı olayı
değil arkadaş. Sen hala anlamadın mı? Hadi gel" diyerek
fenalığa davetiye gönderen daha güçlü bir sanatçı vardı.
Kimse oynanan oyunu göremiyordu çünkü "Biri bu o..pu
çocukluğunu durdursun" diyerek polise ana avrat
küfredenlerin, onları düşman askeri gibi gösterenlerin sesi daha
gür çıkıyordu.
Bu da yetmedi onlara...
Bir süre sonra...
Bir gol için, bir "ofsayttı-değildi" tartışması
için birbirini kesen, doğrayan 20-25 yaşındaki gencecik
taraftarları elbirliği ile yaratılan savaş alanına davet
ettiler.
Kimilerinin sanatçı ünvanıyla andığı Erol Köse, Hobbit boyuna
bakmadan onların lideri pozisyonuna bürünüp 1 milyon 510 bin
takipçisine twitter üzerinden"Bizim çarşı Beşiktaş'ta bir
Toma'yı ele geçirdi, polisleri kovalıyorlar" müjdesini
verdi. Hatta bununla yetinmedi, "Beşiktaş'ta 6 polis
öldürüldü" diyerek kaos ortamı yaratacak kadar alçaklaştı,
namertleşti.
Bir başkası Allah korkusunu, vicdan duygusunu kaybedip, çocuk
yaştaki lise öğrencilerini sanki okul partisine, mezuniyet balosuna
davet ediyormuş gibi eyleme çağırdı.
CHP'li Adnan keskin bile, "Kızı öldürdüler öldürdüler,
kesin bilgi geldi" diyerek önce halkın nefretini köpürttü,
sonra "Ben görmedim Hulki söyledi" diyerek sırra
kadem bastı.
Binlerce takipçi, tahrikin dibine vuran Ciciş Kardeşlerin gazına
gelip sokaklara fırladı. Varın gerisini siz hesap edin.
Bazı medya mensupları bile militanlaştı, darbe çığlıkları arşı
titretmeye başladı. En yalan yanlış bilgileri bile hiçbir süzgeçten
geçirmeden gözü dönmüşlerin önüne çekinmeden servis ettiler. Canlı
yayın yapıyoruz diyen kanal ise, "Atatürk baskılı
tişörtlerimizden alır mısınız? Tam 12 parça ve kampanyamız
var" reklamlarının arasında bulduğu boşluklarda halkı
galeyana getirdi.
Ha bir de Kılıçdaroğlu vardı giden di mi?
Dünyanın her yerinde, hangi şart altında olursa olsun, ünvanından
da belli olduğu üzre liderler halkının önünde yürür.. Kemal
Kılıçdaroğlu bu anlamda bir ilki başardı. Arkasından yürüyen
milyonları Kadıköy Mitingi'nin arafesinde terkedip, halkın
arkasından yürüdü.
Bir kargaşadan siyasi ikbal elde etme çabası güttü. Ama baktı ki,
iş çevre eyleminden çıktı. Baktı ki birileri binlerce canın üzerine
basarak iktidar koltuğuna tırmanmaya çalışıyor, baktı ki kendisine
ekmek yok, 5 dakika sonra oradan sıvıştı.
Ah keşke diyorum.
Ah keşke televizyonlar oradan yayın yapsaydı da olanı biteni tam
anlamıyla görebilseydik. Ne yazıktır ki, biz Taksim'de ve
Türkiye'de olanları darbe isteyenlerin, yakıp yıkanların, kan
akması için çabalayanların twitter ve facebook üzerinden yaydıkları
iletiler kadar görebildik.
Neler yazmadılar ki...
Türkiye'de tüm elektriklerin saat 3.00'te hükümet eliyle
kesileceğini ve polisin gerçek silahlarla Taksim'e girip herkesi
tarayacağını söyleyenler mi dersiniz...
Askerin polise "Sokaklardan çekil yoksa ateş
açacağız" dediğini yayanlar mı dersiniz...
BM'ye "HELP! Hükümet Türkiye'de twitter'i ve facebook'u
kapattı. 27 ölü var lütfen yardım edin" diyen, ama bu
mesajı twitter üzerinden gönderen gerizekalılar mı dersiniz...
Kim ararsanız var.
Size inandığım tüm değerler adına yemin ediyorum. Almanya ve
Hollanda'da yaşayan ve son bir yıldır Türkiye'nin kapısından içeri
girmeyen iki arkadaşımın Facebook'ta, "Yetişin Barbaros
Bulvarı'nda sıkıştık. Yolu tamamen kapatmışlar ve burası cehennem.
Üzerimize ateş açıyorlar. Bizi öldürecekler" dediklerini
okudum. Barbaros Bulvarı dediği benim işyerimin önü. Yola bakıyorum
in cin top oynuyor. Twitter'a ve Facebook'a bakıyorum, Barbaros
Bulvarı'nı kan götürüyor!
İnci Sözlük'e bakıyorum. Çocuğun biri arkadaşıyla şakalaşıyor.
"Oğlum öldüm bittim diye bir twit atıyorum 3 bin paylaşım
alıyor. Bu gidişle iç savaş çıkarırım. Hadi gel
köpürtelim" diyerek eyleme destek verenlerin aklıyla dalga
geçiyor.
Bir akıl tutulmasıydı yaşanan.
Gözümü çıkardılar RT acil yardım diyene kimse "nerenle
görüyon ki sen?" demedi. Eline aldığı pankartta,
"Biz gaz kaçağını çakmakla kontrol eden bir milletiz hacı.
Bizi gazla mı korkutacan he" diyen şimşir beyinli kıza
kimse, "İndir onu Allah cezanı versin. İndir bizi rezil
ettin. Senin bu yaptığını yapanlara dünyanın her yerinde gerizekalı
diyorlar" uyarısı yapmadı.
Onun yerine, T.C'ye ait belediye otobüslerini yakıp talan ettikten
sonra üzerine T.C yazan, sonra da önünde sırıtarak hatıra pozu
veren prostat beyinliye sahip çıkma yolunu seçtiler. Yaralılarla
beraber sığındıkları camide sigara içen, kutu biraları tüketen
inançsızları kucaklayıp savundular. İnşaat duvarının üzerine,
"İnşaat ya Resulallah" diyerek İslam dininin
peygamberiyle alay edenleri yazdık diye bize sövdüler. Ankara'da
onbinlerce eylemcinin arasında Türk Bayrağı'nı yakanlar
vatanperver, biz hain olduk.
Kim ne yazıyorsa twitter'da 3 bin 5 bin RT (Paylaşım)
aldı. Hani öyle bir ortamdı ki, biri "Kureyş yeniden
dirildi geliyor" dese, onu da zerre tereddüt etmeden
paylaşacaklardı.
Dünya medyası, sıradan bir ortadoğu ülkesi gibi haber yapıp,
"Türk Baharı başladı" yazınca gurur duydular,
millet olarak aşağılandığımız için. Kan tuttu birilerini, Erdoğan'ı
Dolmabahçe'deki ofisinde kıstırıp öldürmeye bile teşebbüs
ettiler.
Sakın "Bahsini ettiklerin birkaç kişiydi" demeyin.
Bunlara birkaç bin kişi desek daha doğru olur. Zaten eylemin
amacı da birkaç ağaçtı öyle değil mi! Hem iyi bir işin, kötülükten
ayırt edilemez halde yapıldığını göremiyorsanız bu sizin
suçunuz.
Adama sorarlar.
Sen yanındaki üç-beş kötü niyetli insanla başa çıkamadın, 3-5 bin
kişinin adam akıllı eylem yapma hakkını yönetemedin. Hangi zekayla
ülke yönetimine talip olursun?
Sorarlar di mi?
Bize darılmayın.
Erdoğan yasakları dayatıyordu, siz terörü dayattınız. Bir ulusun
kaderine kıymaya çalıştınız. Buna destek vermek şeytanla
işbirliği yapmak olurdu.
Neticede bugüne geldik.
Geride yanılmıyorsam 4 cenazemiz, yüzlerce yaralımız, yakılmış,
yıkılmış, talan edilmiş, yağmalanmış yüzlerce aracımız
var.
Toz bulutu, gaz yağmuru yavaş yavaş yok oluyor.
Asilzadeler için perçin döven, onların yeniden üstün ırk olabilmesi
için darbe zırhının levhasını kıvıran maşalar ortaya çıkmaya
başlıyor.
Erdoğan ve makamı yerli yerinde... "Ben darbelerle,
entrikalarla ve manşetlerle buraya gelmedim, öyle bir yöntemle de
gitmem" diyor.
Belli oldu ki onu koltuktan indirme işini, sizin kirli ellerinizden
başka eller yapacak!
Seçim günü, sandıkta!
NOT: 19 Nisan 2013
tarihinde, "T.C. Tartışmaları ve Erdoğan'ın yaralayıcı
dili" başlıklı yazımda, kendisini dayatmalarından dolayı
eleştirmiş "İlkbahar bitti bitiyor. Yaz ayındayız artık..
Sonbahar yaklaşıyor ve hepimiz sonbaharı neyin takip ettiğini iyi
biliyoruz" diyerek naçizane uyarmıştım. Anlayacağınız zatı
şahanelerini yaşanan bu olayların mimarı olarak gördüğümü ve bunun
kendisine sıkıntı çıkaracağını önceden haber vermiştim. Zaten
dikkat ederseniz, eylemin hiçbir yerinde kendisine övgü dizmedim,
haklı demedim.
Perşembe günü bana uğrarsanız, Erdoğan'ın halen ve ısrarla
yaptığı yanlışları, haksızlıklarını, son korkunç olayda neden geri
adım atamayıp diklendiğini, bazı somut deliller ve belgelerle size
anlatmaya çalışacağım.