BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46

Mesele Gezi Parkı olayı değil arkadaş. Darbeye gel!

Yazmak için olayların seyrini tamamlamasını bekledim. Resmin tamamı ortaya çıktığına göre detaylara girelim o vakit.

Eğer bu ülkede karmaşa zamanlarında yazı yazan biriyseniz, adınızın önüne-sonuna bazı kişiler tarafından eklentiler yapılması kaçınılmaz oluyor.

Tıpkı şu an olduğu gibi.

Siz bu yazıyı bitirip yorum bölümüne ne yazıldığına göz attığınızda da benzer eklentileri göreceksiniz. Kimi "Adamsın Süleyman. Koççum benim" diyecek, kimi "Satılmış. Kaç lira aldın makarnacı" diye anırıp duracak. Böyle zamanlarda övgüye de sövgüye de pek önem vermiyorum doğrusu. Çünkü bu durum da karşınızdakinin leh ve aleyh durumuna göre gelişir.

Neyse, Konumuza gelelim.

Yazmak için olayların seyrini tamamlamasını bekledim. Resmin tamamı ortaya çıktığına göre detaylara girelim o vakit.

Baştan söyleyeyim. Yapılan eylem veya direnişe karşı olan biri değilim. Öyle olsam, şu an benim emrimde çalışan, haftasonu ve geceleri sokaklarda demokratik hakkını kullanıp eylem yapan, slogan atan, tencere döven 7 personelimi kapının dışına koymam gerekirdi. Yani kısacası, sözüm sana değil çevreci kardeşim. Sözüm sana değil eylemini şiddete başvurmadan yapan arkadaşım.

Siz aradan çıkın lütfen.!

***

Sabah işe gelmek için hazırlanırken, polisin parkta kahvaltı yapan, gazete ve dergi okumaktan başka suçu olmayan eylemcilere yaptığı ilk müdahaleyi gördüğümde "Şu an iş olmasa, Taksim'e çıkardım" diyenlerden biri de benim. Hatta işyerine geldiğimde direniş gösteren çevreci arkadaşlara epey süre kalben ve ruhen destek veren de, "Onlara destek manşetleri atın" diye talimat veren de benim.

Ancak öğlene doğru Taksim'den gaz bulutu dışında başka, bambaşka kokuların da yükselmeye başladığını hissedince içimdeki o destek bağı elimde olmadan koptu.

Koptu çünkü; eylem her geçen saniye masumiyetini kaybediyor, sloganların dili, eylemcilerin rengi değişmeye başlıyordu. Çünkü o parka gelenlerin, "Bu ağacı kesmeyin, çünkü sizi bu ağaçlarda sallandıracağız" niyetleri kimilerinin hezeyan dolu naralarına dökülüyordu.

Polisin, yeryüzündeki her canlıyı incitecek ve isyan ettirecek tavrını anlatacak cümle bulamam kuşkusuz. Sanki biber gazı değil de yangının üzerine süper benzin püskürtüyor gibi halleri vardı. Tek kelimeyle iğrençti.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin telefondan genel başkanına ulaşıp kameralar önünde, "Sayın Genel Başkanım. Bizim artık buradan ölümüz çıkar" dediği an, infilak saatiydi.

Günü akşama devrederken ülkedeki tüm kötülüklerin Taksim'in meydanına doluştuğu, kırılan camlardan, sökülen kaldırım taşlarından, yakılan yıkılan arabalardan kendini belli ediyordu.

Sanatçı Yonca Evcimik twitter hesabından, "Ben bu eyleme destek vermem. Gittim ve göreceğimi gördüm. Masum esnaf yağmalanıyor, cam çerçeve bırakmıyorlar arabaları yakıyorlar. Niyet belli" diyerek adeta bir ulusu uyandırmaya çabalıyor ama sesini duyuramıyordu.

Bir genç kız, destek için gittiği eylem alanında, Taksim'in göbeğinde 3 kişinin tecavüzünden 155'i arayarak kurtuldu.

O da sesini duyuramayanlardandı.

Duyuramıyordu çünkü, karşısında, "Mesele Gezi Parkı olayı değil arkadaş. Sen hala anlamadın mı? Hadi gel" diyerek fenalığa davetiye gönderen daha güçlü bir sanatçı vardı.

Kimse oynanan oyunu göremiyordu çünkü "Biri bu o..pu çocukluğunu durdursun" diyerek polise ana avrat küfredenlerin, onları düşman askeri gibi gösterenlerin sesi daha gür çıkıyordu.

Bu da yetmedi onlara...

Bir süre sonra...

Bir gol için, bir "ofsayttı-değildi" tartışması için birbirini kesen, doğrayan 20-25 yaşındaki gencecik taraftarları elbirliği ile yaratılan savaş alanına davet ettiler.

Kimilerinin sanatçı ünvanıyla andığı Erol Köse, Hobbit boyuna bakmadan onların lideri pozisyonuna bürünüp 1 milyon 510 bin takipçisine twitter üzerinden"Bizim çarşı Beşiktaş'ta bir Toma'yı ele geçirdi, polisleri kovalıyorlar" müjdesini verdi. Hatta bununla yetinmedi, "Beşiktaş'ta 6 polis öldürüldü" diyerek kaos ortamı yaratacak kadar alçaklaştı, namertleşti.

Bir başkası Allah korkusunu, vicdan duygusunu kaybedip, çocuk yaştaki lise öğrencilerini sanki okul partisine, mezuniyet balosuna davet ediyormuş gibi eyleme çağırdı.

CHP'li Adnan keskin bile, "Kızı öldürdüler öldürdüler, kesin bilgi geldi" diyerek önce halkın nefretini köpürttü, sonra "Ben görmedim Hulki söyledi" diyerek sırra kadem bastı.

Binlerce takipçi, tahrikin dibine vuran Ciciş Kardeşlerin gazına gelip sokaklara fırladı. Varın gerisini siz hesap edin.

Bazı medya mensupları bile militanlaştı, darbe çığlıkları arşı titretmeye başladı. En yalan yanlış bilgileri bile hiçbir süzgeçten geçirmeden gözü dönmüşlerin önüne çekinmeden servis ettiler. Canlı yayın yapıyoruz diyen kanal ise, "Atatürk baskılı tişörtlerimizden alır mısınız? Tam 12 parça ve kampanyamız var" reklamlarının arasında bulduğu boşluklarda halkı galeyana getirdi.

Ha bir de Kılıçdaroğlu vardı giden di mi?

Dünyanın her yerinde, hangi şart altında olursa olsun, ünvanından da belli olduğu üzre liderler halkının önünde yürür.. Kemal Kılıçdaroğlu bu anlamda bir ilki başardı. Arkasından yürüyen milyonları Kadıköy Mitingi'nin arafesinde terkedip, halkın arkasından yürüdü.

Bir kargaşadan siyasi ikbal elde etme çabası güttü. Ama baktı ki, iş çevre eyleminden çıktı. Baktı ki birileri binlerce canın üzerine basarak iktidar koltuğuna tırmanmaya çalışıyor, baktı ki kendisine ekmek yok, 5 dakika sonra oradan sıvıştı.

Ah keşke diyorum.

Ah keşke televizyonlar oradan yayın yapsaydı da olanı biteni tam anlamıyla görebilseydik. Ne yazıktır ki, biz Taksim'de ve Türkiye'de olanları darbe isteyenlerin, yakıp yıkanların, kan akması için çabalayanların twitter ve facebook üzerinden yaydıkları iletiler kadar görebildik.

Neler yazmadılar ki...

Türkiye'de tüm elektriklerin saat 3.00'te hükümet eliyle kesileceğini ve polisin gerçek silahlarla Taksim'e girip herkesi tarayacağını söyleyenler mi dersiniz...

Askerin polise "Sokaklardan çekil yoksa ateş açacağız" dediğini yayanlar mı dersiniz...

BM'ye "HELP! Hükümet Türkiye'de twitter'i ve facebook'u kapattı. 27 ölü var lütfen yardım edin" diyen, ama bu mesajı twitter üzerinden gönderen gerizekalılar mı dersiniz...

Kim ararsanız var.

Size inandığım tüm değerler adına yemin ediyorum. Almanya ve Hollanda'da yaşayan ve son bir yıldır Türkiye'nin kapısından içeri girmeyen iki arkadaşımın Facebook'ta, "Yetişin Barbaros Bulvarı'nda sıkıştık. Yolu tamamen kapatmışlar ve burası cehennem. Üzerimize ateş açıyorlar. Bizi öldürecekler" dediklerini okudum. Barbaros Bulvarı dediği benim işyerimin önü. Yola bakıyorum in cin top oynuyor. Twitter'a ve Facebook'a bakıyorum, Barbaros Bulvarı'nı kan götürüyor!

İnci Sözlük'e bakıyorum. Çocuğun biri arkadaşıyla şakalaşıyor. "Oğlum öldüm bittim diye bir twit atıyorum 3 bin paylaşım alıyor. Bu gidişle iç savaş çıkarırım. Hadi gel köpürtelim" diyerek eyleme destek verenlerin aklıyla dalga geçiyor.

Bir akıl tutulmasıydı yaşanan.

Gözümü çıkardılar RT acil yardım diyene kimse "nerenle görüyon ki sen?" demedi. Eline aldığı pankartta, "Biz gaz kaçağını çakmakla kontrol eden bir milletiz hacı. Bizi gazla mı korkutacan he" diyen şimşir beyinli kıza kimse, "İndir onu Allah cezanı versin. İndir bizi rezil ettin. Senin bu yaptığını yapanlara dünyanın her yerinde gerizekalı diyorlar" uyarısı yapmadı.

Onun yerine, T.C'ye ait belediye otobüslerini yakıp talan ettikten sonra üzerine T.C yazan, sonra da önünde sırıtarak hatıra pozu veren prostat beyinliye sahip çıkma yolunu seçtiler. Yaralılarla beraber sığındıkları camide sigara içen, kutu biraları tüketen inançsızları kucaklayıp savundular. İnşaat duvarının üzerine, "İnşaat ya Resulallah" diyerek İslam dininin peygamberiyle alay edenleri yazdık diye bize sövdüler. Ankara'da onbinlerce eylemcinin arasında Türk Bayrağı'nı yakanlar vatanperver, biz hain olduk.

Kim ne yazıyorsa twitter'da 3 bin 5 bin RT (Paylaşım) aldı. Hani öyle bir ortamdı ki, biri "Kureyş yeniden dirildi geliyor" dese, onu da zerre tereddüt etmeden paylaşacaklardı.

Dünya medyası, sıradan bir ortadoğu ülkesi gibi haber yapıp, "Türk Baharı başladı" yazınca gurur duydular, millet olarak aşağılandığımız için. Kan tuttu birilerini, Erdoğan'ı Dolmabahçe'deki ofisinde kıstırıp öldürmeye bile teşebbüs ettiler.

Sakın "Bahsini ettiklerin birkaç kişiydi" demeyin. Bunlara birkaç bin kişi desek daha doğru olur.  Zaten eylemin amacı da birkaç ağaçtı öyle değil mi! Hem iyi bir işin, kötülükten ayırt edilemez halde yapıldığını göremiyorsanız bu sizin suçunuz.

Adama sorarlar.

Sen yanındaki üç-beş kötü niyetli insanla başa çıkamadın, 3-5 bin kişinin adam akıllı eylem yapma hakkını yönetemedin. Hangi zekayla ülke yönetimine talip olursun?

Sorarlar di mi?

Bize darılmayın.

Erdoğan yasakları dayatıyordu, siz terörü dayattınız. Bir ulusun kaderine kıymaya çalıştınız.  Buna destek vermek şeytanla işbirliği yapmak olurdu.

Neticede bugüne geldik.

Geride yanılmıyorsam 4 cenazemiz, yüzlerce yaralımız, yakılmış, yıkılmış, talan edilmiş, yağmalanmış yüzlerce  aracımız var.

Toz bulutu, gaz yağmuru yavaş yavaş yok oluyor.

Asilzadeler için perçin döven, onların yeniden üstün ırk olabilmesi için darbe zırhının levhasını kıvıran maşalar ortaya çıkmaya başlıyor.

Erdoğan ve makamı yerli yerinde... "Ben darbelerle, entrikalarla ve manşetlerle buraya gelmedim, öyle bir yöntemle de gitmem" diyor.

Belli oldu ki onu koltuktan indirme işini, sizin kirli ellerinizden başka eller yapacak!

Seçim günü, sandıkta!

NOT: 19 Nisan 2013 tarihinde, "T.C. Tartışmaları ve Erdoğan'ın yaralayıcı dili" başlıklı yazımda, kendisini dayatmalarından dolayı eleştirmiş "İlkbahar bitti bitiyor. Yaz ayındayız artık.. Sonbahar yaklaşıyor ve hepimiz sonbaharı neyin takip ettiğini iyi biliyoruz" diyerek naçizane uyarmıştım. Anlayacağınız zatı şahanelerini yaşanan bu olayların mimarı olarak gördüğümü ve bunun kendisine sıkıntı çıkaracağını önceden haber vermiştim. Zaten dikkat ederseniz, eylemin hiçbir yerinde kendisine övgü dizmedim, haklı demedim.

Perşembe günü bana uğrarsanız, Erdoğan'ın halen ve ısrarla yaptığı yanlışları, haksızlıklarını, son korkunç olayda neden geri adım atamayıp diklendiğini, bazı somut deliller ve belgelerle size anlatmaya çalışacağım.