BIST 9.627
DOLAR 35,20
EURO 36,73
ALTIN 2.955,99
HABER /  GÜNCEL

Mengi, gazetecileri ele aldı

Ruhat Mengi, son yazısı "Gazetecinin rolü" ile basının toplum üzerindeki etkisini ele almış. Mengi yazısının bir kısmında Alman Die Welt Gazetesine şöyle seslenmiş:

Abone ol

Vatan Gazetesi yazarlarından Ruhat Mengi son yazısı "Gazetecinin rolü" ile gazetecilerin kişiler ve toplum üzerindeki etkilerini ele almış. Mengi yazısına şu sözlerle başlamış:

Gazetecinin rolü
Avukatlar gücenmesinler, hemen bana teessüflerini iletmek için davranmasınlar ama bazı avukatların en haksız, en savunulamayacak suçluları bile savunduğunu görünce 'acaba bu meslekte ilke yok mudur' diye düşünebiliyor insan

Avukatlar gücenmesinler, hemen bana teessüflerini iletmek için davranmasınlar ama bazı avukatların en haksız, en savunulamayacak suçluları bile savunduğunu görünce 'acaba bu meslekte ilke yok mudur' diye düşünebiliyor insan. Nitekim birçok ülkede avukatlığın bu yönü nedeniyle yazılmış mizah kitapları var.

Meselâ ben geçenlerde 'annesini kızının odasında iken, onun yanında, yanıbaşında, gözlerinin önünde vurarak öldüren alkollü babayı savunan avukat' haberini okuyunca bunları düşündüm. Avukat; adamın silahını temizlemekte olduğunu, olayın kaza olduğunu söyleyince, 'babasının annesini bilerek, kasıtlı olarak öldürdüğünü' görmüş olan zavallı genç kız "Sanki ben babamın düşmanıymışım, yalan söylüyormuşum gibi konuşuyorsunuz. Zaten acım büyük" demiş.

Aynı günlerde benzer bir olayı biri erkek, biri kız iki genç kardeş daha yaşadılar. Babalarının sırf 'boşanmak ve çalışmak' istediği için öldürdüğü annelerinin başında sinir krizleri geçirdiler. Zaten hayatlarının bundan sonraki kısmını yaralı ruhlarını tedavi etmekle geçirecek olan bu şanssız gençlere bir de avukatların, hukuk adamlarının kendi elleriyle 'yalana karşı savaş' zorunluluğu getirmesi korkunç bir yaşam gerçeği değilse nedir?

İşte cezaların ağırlaştırılması, hukuk sisteminin doğru temellere oturtulması, hakimlerin bağımsız ve rahatça karar verebileceği şartların sağlanması bunun için çok önemli.

Artık çoğunuz Türk Ceza Kanunu Tasarısı'yla getirilmek istenen çağdışı maddelere ilk günden, daha komisyonlarda tartışılmaya başlar başlamaz, İsrarla ve uyarı için gerekli cümlelerle karşı çıktığım için Tasarı'yı hazırlayanlardan iki profesör tarafından bana açılan davalan biliyorsunuz. 2004 kışı benim bu davaların duruşmaları için Ankara-İstanbul arasında mekik dokumamla geçti.

Sonra iki profesörden biri, Sulhi Dönmezer -ki kendisi 85 yaşın üzerinde ve hastaydı- uzun süredir yatmakta olduğu hastanede yaşamını yitirdi. Her şeye rağmen üzüldük tabiî, Allah günahlarını affetsin. Şimdi avukat olan ve dava duruşmalarına onun yerine giren kızı duyduğuma göre her fırsatta; "Babam bu olaya çok üzüldü, olay hastalığının ağırlaşmasına sebep oldu" diyormuş.

İnsanları bu şekilde haksız yere suçlamak hukuken de suç sayılıyor mu bilmiyorum ama manevî açıdan mutlaka suçtur, buna da inanıyorum. Zira en iyi kızı biliyor ki babası hem yaşlı, hem de hastaydı. O kadar uzun bir yaşamı herkes kendisi veya yakınları için ister. Örneğin; ben de çok daha genç yaşta kaybettiğim babamın bu kadar yaşayabilmesi için neler vermezdim.

Ayrıca o davaları kendileri açtılar, isteyen ben değilim. Genel olarak bir anlayışa karşı yazdığım ve o Tasarı'yı hazırlayan, yıllardır emeği geçen herkese hitabettiğim halde (Komisyon üyeleri bana teşekkür ederken) onlar öfke yolunu seçtiler.

Bu nedenle ben de avukatların 'kazanmak için her yol meşrudur, mubahtır' anlayışının zararlarını yakından görmüş, yaşamış oldum.

Yine de adaletin bir gün mutlaka yerini bulacağına dair inancımı kaybetmiyorum. İnşallah bu ülkede adaleti bizim kuşağımız görecek ve o kazançta bu kuşak gazetecilerinin de mutlaka rolü olacak.

Sonuç ne olursa olsun, o gazetecilerin arasında olmak, görevini tam yapmış olmak bana huzur ve mutluluk veriyor.

AB de alışacak huylarımıza!
Daha zamanları var, alşırlar, alışırlar. Avrupa Birliği de bizim hükümetlerin sık sık karar değiştirmesine -birkaç şoktan sonra- alışacak nasıl olsa... Hayatın zannettikleri kadar kolay olmadığını Türk halkının neler çektiğini anlamaları da belki iyi olacak. Başbakan Tayyip Erdoğan 'zina' inadıyla ülkeyi birkaç hafta yoğun bakım şartlarında tuttuktan, imajını ve ekonomisini alt üst ettikten sonra karar değiştirmiş. Dün 'karar değiştirmezlerse yandı gülüm keten helva' diyerek bitirmiştim yazımı, neyse ki helva tümüyle yanmadan kurtarabileceğiz. Milletimize uğurlu, kademli olsun ve de büyük geçmiş olsun.

Kim bilir belki bu olumlu adım Samsun Belediyesi'nin başındakiler gibi kafaların yerine oturmasına, din üzerinden siyaset yaparak bir yere varılmayacağının bu kafalar tarafından anlaşılmasına da yardımcı olur.

Almanya'nın "saygın" gazetelerinden Die Welt'in Başbakan Erdoğan için önce "Kuzu postunda kurt mu yoksa Atatürk mü" sorusunu sorması, sonra Atatürk benzetmesini aşırı bularak "reformcu mu" şeklinde değiştirmesi dün gündemin önemli haberlerinden biriydi.

Neyse ki Die Welt yanlışını fark ederek dönüş yapmış da "saygınlığını bir nebze koruyabilmiş. Gördüğü her bıyıklıyı Mustafa Kemal zannetme hatasına düşen bir gazeteye saygın tanımı pek yakışmazdı yoksa. Ne var ki yabancıların bu cehaletini fazla da suçlayamıyor insan; Atatürk'ten bu yana adamlar Türkiye'de reformcu yöneticiye pek rastlayamadığı için akıllarına bir tek o geliyor:

Parçalanmış bir imparatorluğun küllerinden koca bir cumhuriyet, özgür demokratik bir ülke yaratan mucizevi lider!

Keşke ona benzeyen birileri çıkabilseydi...