27 Mayıs 1960 kanlı askerî darbesi ve sonrasında Yassıada'da yaşanan sözde mahkemenin canlı tanıklarının anlattıkları, insanın kanını donduruyor.
Abone olYassıada duruşmaları için özel olarak seçilen 120 askerden biri olan İzmirli 75 yaşındaki Muzaffer Erkan, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın idamlarına tanıklık etmiş bir isim. Son duruşma dışında Yassıada'daki bütün duruşmalara katılan Erkan, o gün yaşananları dün gibi hatırlıyor.
Erkan, Kütahya'daki askeri birliğinde iki ay acemi eğitiminden sonra Yassıada mahkemeleri için seçilen 120 askerin arasına girdi. Onlara 45 gün boyunca silah, atış ve özellikle "konuşmama" eğitimi verildi. Erkan'a, seçilen diğer askerler gibi, "Eğer konuşursan, arkadaşının kurşunuyla ölürsün." dendi. Erkan, mahkeme salonundan sorumlu askerler arasında görev yaptı. Menderes'i ilk olarak birinci duruşmada gördüğünü söyleyen Erkan, Bayar'ın o duruşmada söz alarak, "Bugüne kadar işlenmiş bir suç varsa bunun vebali benimdir. Asacaksanız beni asın, kimsenin suçu yok." dediğini aktardı. Mahkeme Başkanı Salim Başol'un, bu sözlere karşılık, "Biz eleyeceğiz, bir daha eleyeceğiz, bir daha eleyeceğiz, kim suçluysa onu cezalandırmaya çalışacağız. Kurt, önüne gelmiş taze kuzuyu mu yer yoksa kart koyunumu yer? Biz kuzuyu bulacağız ." dediğini ifade eden Erkan, "Adnan Menderes, mahkemenin başından sonuna kadar son derece nazik ve saygılıydı. Bir şey söylemek istediği zaman ayağa kalkar, elinde küçük bir not defteri ve kalem olduğu halde, 'Reis Beyefendi, bir konuya temas buyurmak istiyorum müsaade ederseniz.' derdi. Saygısını hiç yitirmedi. Ölüm döşeğinde bile saygısını yitirmedi." şeklinde konuştu.
BAŞSAVCININ HAKARETLERİ
Mahkemede Savcı Ömer Egesel'in sanıklara hakaret ettiğini belirten Muzaffer Erkan, "Savcı Egesel, hakaret içeren konuşmalar yapıyordu. Son celse sonunda Menderes'e, 'Ya Menderes, nasıl da ölüme çarptırıldın değil mi?' gibi olmayacak cümleler sarfetti. Bir başbakana söylenmemesi gereken laflar söyledi." diyor. Adnan Menderes, hasta olduğu için son duruşmaya katılamadı. Erkan, Celal Bayar'la ilgili olarak da şunları anlatıyor: "Celal Bayar hiçbir zaman korkmadı. Beni kimse idam edemez, biz bu memleketin münevver adamlarıyız diyordu. İmralı'ya botla gidilirken Hasan Polatkan'ı teselli etmeye çalıştı. Polatkan'a, 'Oğlum Hasan, üzülme. Yarın öbür gün bizi tahliye edecekler, bizi asamazlar.' diyordu. Polatkan, 'Beni asamazsınız, ben suçsuzum.' diyordu. İmralı'ya gittik. Önce Celal Bayar'ı gardiyanlara teslim ettik. Her sanık, ayrı ayrı tek kişilik hücrelere koyuldu. Bayar ve Menderes'le 14 bakan o gece idam edilecekti. O gece telsizler çalışmadı. Ada komutanı Tarık Güryay, hücumbotla adaya geldi ve infazların durduğunu söyledi ama Zorlu ve Polatkan infaz edildi. İnfazların durdurulma emri Ankara'dan, Cevdet Sunay'dan geldi ama infazlar olacaktı zaten."
Polatkan'ın saat 03.00'te hücresinden alınarak idam edilmek üzere götürüldüğünü söyleyen Erkan, o dakikaları şöyle özetledi: "Hasan Polatkan sürekli suçsuz olduğunu söylüyordu. Sehpada idam edilirken epeyce bocaladı. Fatin Rüştü Zorlu ise abdest alarak sehpanın önünde iki rekat namaz kıldı. Sehpaya çıktıktan sonra Türkiye'ye yaptığı hizmetleri anlattı ve cellada, 'Oğlum, bana dokunma. Benim suçum varsa kendim öteki dünyaya gideyim.' dedi ve sehpasına kendisi tekme attı." İdamlara son derece üzüldüğünü söyleyen Erkan, o günden sonra uzun süre yemek yiyemediğini ve kabuslar gördüğünü söylüyor.
ADNAN MENDERES'İN İNFAZI
Muzaffer Erkan ve diğer asker arkadaşları, kaldıkları koğuşta ertesi sabah erkenden uyandırılmış. Erkan, Menderes'in kaldığı hücrenin önünde 2,5 saat nöbet tutmuş. Nöbet sırasında yaşananları şöyle anlatıyor: "İçeride Adnan Menderes ve tabip tümgeneral vardı; Menderes hasta olduğu için idam edilmesine izin vermiyordu. Sonra İstanbul'a telefon ettiler, deniz hastanesinden başka bir doktor getirttiler. Yeni gelen doktor, Menderes'in burun deliklerine ve gırtlağına merhem sürdü, bir hap içirdi. Oradakilere, 'Birazdan düzelir.' dedi. Menderes iyi değildi, çok hastaydı. Verilen ilaçlarla biraz kendine gelir gibi oldu ama h'l' ayakta durmakta zorlanıyordu. O ilaçları verdikten sonra İstanbul'dan gelen doktor, 'İdam edilebilir' k'ğıdını imzaladı. Menderes'i alarak bota bindirdik; iki teğmen ve bir yüzbaşının yanındaydı. Yanındaki subaylara, 'Nereye gidiyoruz?' diye sordu. Subaylardan biri, 'Seni deniz hastanesine, İstanbul'a götüreceğiz. Orada muayene olduktan sonra da Ankara'ya götüreceğiz. Çocuklarına, ailene kavuşacaksın.' diye yalan söyledi. Menderes buna çok sevindi ve, 'Ne mutlu bana, kurtuldum.' dedi. İmralı'ya gelince durumu anlayarak yanındakilere, 'Yanlış yere mi geldik evladım?' diye sordu. Yanındaki subaylar, 'Hayır efendim, görevimiz bu.' dedi. Menderes'in ellerini kelepçeleyip dinlenme salonuna aldılar. Üç saat başında nöbet tuttum. Bu arada Savcı Ömer Egesel geldi, Menderes'in ceketine ölüm fermanını astı ve ona, 'Ya Menderes, aradığını buldun, sen de asılacaksın.' gibi alaycı laflar söyledi. Bir başsavcının bunu söylememesi gerekir. Egesel, yargılama sırasında adaya fuhuş için kadın getirirdi, öyle bir karakterdi. Sonra Menderes'i odadan çıkardılar. Ada komutanı Tarık Güryay, Menderes'in arkasından, 'Hayırlı yolculuklar Menderes!' diye bağırdı. Ölüme giden bir insana bu denir mi? Güryay, çok diktatör bir adamdı. Adnan Menderes, sehpaya çıktığında son sözleri şöyle oldu: 'Türkiye'ye 10 sene başbakanlık yaptım. Türk tarihi sekiz senemi yazacak, son iki senemi de dalkavuklar. Oğlum Yüksel'in devlet tarafından okutulmasını istiyorum. Kaleminden altın damlasın, bizim gibi olmasın.' Bu sözlerden sonra cellat taburesini indirdi ve Menderes can verdi. Uzun büre bir şey yememişti, midesi boştu. Sadece bir süre önce bir tane şeftali yemişti. Asılınca şeftalinin suyu, ölüm fermanı kağıdını ıslattı."