BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Mehmet Tezkan bombaladı: 'Hüseyin Gülerce yalvarıyor çünkü...'

Mehmet Tezkan internethaber.com sitesinden Hande Aydemir'e konuştu. Mehmet Tezkan röportajında Hüseyin Gülerce'den Hakan Fidan'a cemaatten hükümete kadar bir çok önemli konu var.

Abone ol

İNTERNETHABER.COM - ÖZEL İÇERİK

Mehmet Tezkan, bugüne dek Cumhuriyet gazetesinde spor, Yankı'da yazı işleri müdürlüğü yaptı. Show TV'de haber müdürlüğü, Star TV'de ise haber koordinatörlüğü görevlerinde bulunan Mehmet Tezkan, A TV'de haber genel yayın yönetmenliği ve genel müdürlük, Sabah ve Vatan gazetelerinde ise köşe yazarlığı yaptı. Halen Milliyet gazetesinde köşe yazarlığını sürdüren Türk medyasının keskin kalemlerinden Mehmet Tezkan, İnternethaber'den Hande Aydemir'in sorularını yanıtladı.

Bir yandan Hüseyin Gülerce hakkında çok ağır cümleler kuran Tezkan, diğer yandan da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı desteklediği şeyleri gerekçeleri ile anlattı.

"Fehmi Koru kitabında anlattığı Gülen ile Erdoğan arasındaki elçilik görevini başarıyla tamamlasaydı, ülke olarak hayatımız kaymıştı" diyen Tezkan, Cemaat ile Hükümet kavgasının öncesinde olaylara ilk uyananın MİT Müsteşarı Hakan Fidan olduğunu anlattı.

İşte okuyan herkesin ilgisini çekecek o röportaj:

handeaydemirtv@gmail.com
hande.aydemir@internethaber.com
@HandeAydemirTV

Hande Aydemir: Çok teşekkürler, röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için. İlk olarak, köşenizde de yazdığınız bir konuyu sorayım istiyorum. Ahmet Davutoğlu yerine Binali Yıldırım geldi. Bu değişim neden kaynaklandı. Davutoğlu Türkiye'yi iyi yönetemiyor muydu de bu değişim yapıldı.

Mehmet Tezkan: Mesele Davutoğlu'nun iyi yönetip yönetememesi, bir şeyleri yapıp yapmama meselesi değil. Türkiye'de önce bir Cumhurbaşkanı seçildi. O Davutoğlu'nu görevlendirdi. Bu bir geçiş süreci. Bu sürecin belli bir aşamasında partili Cumhurbaşkanı meselesi de gündeme gelecekti. Zaten ilk planları buydu bence. Zaten Başkanlık sistemine geçmek laf olarak çok güzel. Başkanlık sistemine geçelim diyor herkes, ama nasıl geçelim'e kimse cevap veremiyor.

Başkanlığa geçmek için tüm kurumların yeniden organize olması lazım. Yasama'nın konumu ne olacak? Milletvekilleri nasıl seçilecek? Partiler ne olacak? İlçe teşkilatları, il teşkilatları ne olacak? Bürokrasi ne olacak? Böyle bunun çok geniş düzenlenmesi lazım. Türkiye'deki tüm partiler diyelim Başkanlık sistemine geçmek istedi, halkın % 99'u evet dedi, düğmeye bugün basılsa, Türkiye'de tüm bu değişiklikler 4-5 yılda anca yapılır. Yine de sancılı olur.

Sizin 90 yıllık idari yapınızı bir günde değiştirip bambaşka bir sisteme geçmek mümkün değil. Yerel yönetimler ne olacak o zaman? Hakkari ile Edirne arasında fark olacak mı? Kuzey ile Güney arasındaki iklimsel farklılıklar yansıyacak mı? Bu çok değişik ve üzerinde çok konuşulması gereken bir konu. Amerika'da var. Var ama Amerika'da eyaletler arası yasa farklılıkları var, başkan gidip eyaletlere karışmıyor. Başkan dış politikaya, genel sağlık, eğitim gibi genel meseleler üzerinde söz sahibi. Türkiye öyle mi olacak? Yok öyle olmasın tek başkan olsun, her şey ona bağlansın. O zaman Güney Amerika gibi... Örnek veriyorlar işte Brezilya gibi... Arjantin... Onlar da da eyaletler var. O zaman üniter yapı? Suriye mi? Azerbaycan mı? Şimdi o örnekler de var gündemde. Kenya mı? Tek bir adam, herkes ona bağlı. O zaman onun adı başkanlık olmuyor.

Bunun zorluğunu görünce, bence Partili Cumhurbaşkanı Modeli yeniden gündeme geldi. Partili Cumhurbaşkanı Modeli'ne Davutoğlu uymadı. Bir takıp projeler üretti, bir takım hedefler çizmeye kalktı Türkiye'ye. Biraz da galiba sabah akşam, uzun ve çok konuştu. Her konuda biraz rol çalmaya kalktı.

DAVUTOĞLU KÖŞKE ÇIKTI VE BLÖF YAPTI

H.A.: Rol mü çalmaya çalıştı, yoksa fikrini mi beyan etti?

M.T.: Valla şöyle de bir şey oldu. Cumhurbaşkanı bir şey yaptığı zaman, onun peşinden hemen aynı tonda aynı şekilde tepki vermeye başladı. Ne bileyim ses tonu bile ona benzemeye başladı. Biraz uymadı. Başına buyruk gitti demeyeceğim, hiç bir konuya da itiraz etmedi aslında. Ne derlerse yaptı. Ama her toplantıya gidip uzun uzun konuşması, Türkiye'ye vizyon çizmeye çalışması, Saray'ı rahatsız etti. Herhalde ona sana böyle bir model çizilmedi, sen kendi sınırların içinde bürokrasiyle, diğer bakanları koordinasyonu, meclisten yasa çıkmasını sağlayacaksın, fazla da konuşmayacaksın. Vizyon çizecek, ortalığa çıkacak, Başbakanın siyasi görevlerini Cumhurbaşkanına devredeceksin. Bunu devretmeyince bakın ortada bir mesele yokken, Adıyaman il başkanını atamış, atamamış, basit bir şey. Yüzde 49 buçuk oy almış bir başbakan, bir genel başkan, böyle değişmez, MYK'dan bir karar çıkardı, yetkilerini aldılar, o Katar'dan geldi, ilk imzayı ben attım dedi, kabullendi yani onu da... Fakat sonra köşke çıktı... Ben orada şundan şüpheleniyorum. Davutoğlu Köşk'e çıktı ve blöf yaptı. Gidecek bir havası yoktu. Bırakıyorum buyrun istifamı, yetkili kurum ne yaparsa yapsın derdi. Bu gitti ben böyle olursa Kongre'ye giderim filan dedi. Zannetti ki Cumhurbaşkanı, 'Ahmet dur biraz daha ben hallederim' falan diyecek. O da Cumhurbaşkanından destek almış gibi bir görüntü verecekti kamuoyuna. Partiye öyle bir görüntü veremezdi de... Biz de yazacaktık, 'arayı düzelttiler, Cumhurbaşkanı arkasında... Zaten onlarına arasına kara kedi girmez... Nifak tohumu ekilmez...' Hep öyle diyorlar ya. Meğer aralarında öyle bir karakedi varmış ki... Bir gecede gitti. Binali Yıldırım gelince de zaten modeli çizdi. Binali Yıldırım ilk günden beri 'liderim Cumhurbaşkanıdır. Biz parti olarak ona tabiyiz' dedi. Zaten Kongre'de divan başkanı burası Tayyip Erdoğan'ın partisidir diyince mesele bitti. Bakıyoruz şimdi, bir numaralı sırada siyasi olarak, rakip partilere cevap verme, siyaseti yönlendirme görevini Cumhurbaşkanı üstlendi. Bu görev aslında icranın başı olarak Başbakanın.

ÜLKE FİİLEN PARTİLİ CUMHURBAŞKANI İLE YÖNETİLİYOR

H.A.: Biz buna alıştık mı? Cumhurbaşkanının bir siyasi partiyle bu derece ilişkisinin daha önce bir örneği var mıydı yoksa ilk kez Tayyip Bey'de mi görüyoruz.

M.T.: Tayyip Erdoğan, ilk günden beri ben farklı bir cumhurbaşkanı olacağım dedi. 'Ben AK Parti genel başkanı kimliğimi bırakmayacağım, anayasa bırak dese de bırakmayacağım' demekti bu. Cumhurbaşkanı CHP'ye, MHP'ye, HDP'ye laf yetiştiriyor. Onlar da ona laf yetiştiriyorlar. Pozisyon olarak muhattap değil. Benim muhattabım Davutoğlu demişti bir ara Kılıçdaroğlu. Dediler ki sen nasıl muhattap almazsın. Siyasi muhattabı o. İktidar partisi başkanına Muhalefet Partisi başkanı cevap verir. Cumhurbaşkanı kendi rolüne değil, siyesi pozisyonunu önplanda tutuyor. Herkes alışsın diye böyle yapıyor. Herhangi bir mesele olduğu zaman Davutoğlu zamanında bile önce herkes dönüp Cumhurbaşkanı ne diyor diye baktı. En önemli noktalardan birisi Meclis Başkanı'nın laiklik maddesi anayasada olmayabilir demesiydi. Herkes birbirine baktı. Cumhurbaşkanı yurtdışındaydı, Davutoğlu mikrofonlara bu mesele ayaküstü konuşulmaz dedi, cevap vermedi. Akşam üstü Cumhurbaşkanı tepki gösterdi yurtdışından. Bizim tavrımız bellidir, laiklik tabii ki olacak dedi, bir baktım Davutoğlu dahil herkes 'haddini aşmıştır' filan dedi. Meclis başkanı düzeltme yapmak zorunda kaldı. Ak Parti grubu tamamen Tayyip Erdoğan'ın bir sözünü iki etmiyor. Böyle olunca da, fiilen partili cumhurbaşkanıyla zaten ülke yönetiliyor. Tüm amaç da bu zaten. Geçiş sürecinde biraz yumuşak gidildi. Giderek ön plana çıktı. Davutoğlu bir yarışa girdi. Belki Merkel ile çok içli dışlı olduğu için. Shultz'un bizim muhattabımız Davutoğlu demesi belki. Mayıs ayı için Obama ile randevu almış.

Nasıl gelirsen öyle gidersin diye de bir laf var. Davutoğlu kendi gelmedi ki... Kendi de gitmedi sonuçta. Çünkü bir yerde dururken, gel dediler. Bu görevi al. Aldı görevi... Sanki tüm delegeler onu seçmiş gibi. Giderken de ardında kimse durmadı. Tüm delegeler gitti başkasını seçti.

H.A.: Sakin geldi sakin gitti.

M.T.: Bu tür muhafazakar sağ partilerde bu klasiktir. Lider partileri böyledir. Böyle olduğu için de en büyük zararı kendilerine verirler, kurumlaşamazlar.

H.A.: Başkanlık sistemine doğru bir geçiş yaratmış olabilir mi Tayyip Bey.

M.T.: Çok istiyorlar Başkanlık sistemi ama bunun kolay bir iş olmadığını başta söylediğim gibi kendileri de görüyor. Ha deyince olmayacak. Uzun ve meşakkatli bir iş. Başbakan Binali Bey diyor ki 'Anayasa ne yazarsa yazsın biz bildiğimizi yaparız.' Cumhurbaşkanı diyor ki, 'Anayasa ne yazarsa yazsın değil... Anayasa yazsın... Anayasa yazsın ki ben rahat edeyim.' çünkü şu anda Anayasada kendi pozisyonu yok. Fiili bir durum var. Fiili durum anayasaya aykırı. Bunu cumhurbaşkanı söylüyor. Biz seçimle geldiğimiz için bu durum ortaya çıktı, anayasaya aykırı bizim durumumuz, bu durumu düzeltmemiz lazım diyor. Herkes bu durumu düzeltmemiz lazım diyor. Bunun ilk aşaması Partili Cumhurbaşkanı. Partili Cumhurbaşkanı olunca, seçim meydanına çıkıp, miting düzenleyebilecek. Bugüne kadar yaptı ama çeşitli bahanelerle yaptı. Parti lideri gibi davrandı ama 7 Haziran'da herkes gördü ki tepki doğdu. AK Parti iktidardan düştü. Muhalefet bir kıvraklık yapabilseydi iktidar gitmişti. Şimdi cumhurbaşkanı bir daha meydanlara çıkarsa... Türk halkı mağduriyete biraz hassastır. Diğer partiler, Cumhurbaşkanı meydanlara çıkınca mağdur oluyor. Tüm devlet imkanlarıyla Kenan Evren çıktı, Sunalp olsun dedi. Herkes gitti Turgut Özal'a oy verdi. Belki demese Sunalp daha fazla oy alacaktı. Aynı şey, Tayyip Erdoğan Davutoğlu'na oy istedi, insanlar Davutoğlu'na oy vermedi. Partili Cumhurbaşkanı olsa rahatlıkla yapabilecek. Büyük plan bence bu.

DAVUTOĞLU 7 HAZİRAN'I ÇOK DOĞRU OKUDU,
KASIM'I HİÇ OKUYAMADI

H.A.: Davutoğlu'nu yanlış yönlendiren isimler olabilir mi bu süreçte?

M.T.: Tabi danışman kardosu ile ne konuşuluyor bilmiyorum ama Davutoğlu 7 Haziran'ı bence iyi okudu. 7 Haziran'dan sonra bir tane amacı vardı. Koalisyon kurmak. CHP ile koalisyon kurmak. Bu ilk toplantıda CHP bir takım ilkeler açıkladı. 11 ilke. O 11 ilkeye kimse hayır diyemez, evrensel ilkeler yazmışlar çünkü. Kavga çıkaran ilkeler değil. Hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsız hareket etmesi gibi. Davutoğlu çok hevesli gelmişti toplantıya. Hatta Kılıçdaroğlu konuştuktan sonra Davutoğlu diyor ki “o zaman koalisyon görüşmelerine başlayalım” diyor. Hazırlar yani. Çünkü biliyor ki koalisyon kurduğu zaman, Saray'ın sistem üzerindeki etkisi zayıflayacak. Cumhurbaşkanı bugünkü pozisyonda olmayacak. Davutoğlu'nun başbakan olarak eli rahatlayacak. Tam oturulurken, Ömer Çelik devreye giriyor, anlatıldığı kadarıyla... “Biz heyetler arası görüşmeler yapsak önce... Herşeyi hazırlayıp size sunsak” diyor. İstikşafi denilen şey çıkıyor. Bu işi biz uzatıp... Kurdurmama noktasına getirdiler. Kuramayınca ne CHP Davutoğlu'na bir lf söyledi, ne Davutoğlu CHP'ye. Kasım öncesinde sert sözler söylemediler. Bu böyle oldu, Saray kurdurtmadı. Ama Kasım'da yine böyle bir süreç ortaya çıkar... Herkes de böyle bekledi. Biz Kasım'da kurarız düşüncesi vardı. Kasım'da işler değişti. İşte ondan sonrasını yanlış okudu bence Davutoğlu. Halk 7 Haziran'da hata yaptı. Kasım seçimlerinde bana döndü. Benim artık başbakan gibi davranmam lazım dedi ve öyle davranmaya başladı. Halbuki % 49,5'u veren başka faktörler vardı. Davutoğlu'nun karşısındakiler de “Erdoğan'ın siyasi dehasını görüyor musunuz, ülkeyi tekrar seçime taşıdı, partisini tek başına iktidar yaptı. Eğer Erdoğan bastırmasaydı, Türkiye seçime gitmeyecek, koalisyona mahkum olacaktı.” Böyle haberler yaptılar, manşetler attılar. O danışmanlar aralarında bir kavgaya tutuldu. Bir takım danışmanlar Davutoğlu'nun kazandığını, bir kısım ise muhalefetten iktidar çıkmayacağını halka Cumhurbaşkanı gösterdi dediler.

H.A.: Siz yıllardır gazetecilik yapıyorsunuz. Bu güne kadar gördüğünüz hükümetler ile şimdiki arasındaki en büyük fark nedir? Özal, Demirel, Ecevit... dönemlerini de gördünüz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı diğerlerinden ayıran ne?

SAĞ PARTİLERDE LİDERE İTİRAZ DAVAYA İHANET DEMEKTİR

M.T.: AK Parti'nin yapısı. Sağ partiler lider partisidir. Ekip partisi olmaz. Sağ partilerin tek başı vardır. Özal'dı ANAP'ta. Özal sonrası ANAP'ı biliyoruz. Adalet Partisi'nde Demirel'di. Ama bunlar merkez sağ partilerdi. AK Parti, merkez partisi değil, muhafazakar Milli Görüş geleneğinden gelen İslamcı bir parti. Bir lidere biat var. Liderin sözünden dışarı çıkılamaz. Erbakan döneminde de hayır diyen, isyan eden, bizi iktidara getiremedin diyen bir grup yoktu. Biat vardı. Parti kapatılınca ikiye ayrıldılar. Herkes yoluna gitti. Erbakan olsaydı Erdoğan onun karşısına dikilip kendi partisini kurmazdı. Lidere karşı çıkmak sanki dini inkar etmekle eş değer gibi düşünüyorlar. Bu kültürle yetişmişler. Klasik merkez partilerinde isyan edenler, kendi partilerini kuranlar vardı. Burada kızan çok ama isyan etmiyorlar. Arınçlar, Güller, yüksek sesle ifade etmiyor kızgınlıklarını.

H.A.: Arınç yüksek sesle ifade etmedi mi?

M.T.: Eleştirilerini ifade ediyor ama bir kopuş, ayrılış, hareket yapıyor mu? Yaptığı an davaya ihanet etmiş olacak. 40 sene uğraştığı davaya ihanet etmiş olur. O 'Ben abi olarak söylüyorum, ayağınızı denk alın' demeye getiriyor. Düne kadar Başbakan Yardımcısıydı. Ne yaptı, olmuyor, ben bırakıyorum dedi mi? Deseydi belki bir hareket olmuş olurdu. Gül Cumhurbaşkanıydı sesini çıkarabildi mi? Gezi olayları oldu, Arınç ve Gül farklı bir pozisyon aldı. Gençleri anlıyoruz, mesajı da aldık... Aaa yumuşak bir hava, Erdoğan döndü ve tam tersi bir hava estirdi. Biraz da galiba Arap Baharı'nın Türkiye uzantısı diye brifing verildi kendisine. Arınç sustu, Gül Rize'ye çay kesmeye gitti. Burada Gezi olayları vardı, Cumhurbaşkanı Rize'ye kaçtı. Niye çünkü Erdoğan hayır dedi diye. Bu kültürün de ötesinde, Erdoğan'ın bir karizması var. Demirel'de, Ecevit'te, Özal'da görmediğimiz, insanları peşinden sürükleyen bir çekim noktası var. İnsanları kendine aşık etme, biat etmelerini sağlama gibi bir özelliği var. Parti yapısı ile bu karizma birleşince ortaya tek adam partisi çıkıyor. Bozdağ bu parti Erdoğan'ın partisidir diyor. Bu ne demek? Bir adamın partisi haline geldi AK Parti. Abdullatif Şener, Bülent Arınç, Abdullah Gül... Ne diyorlardı bir kadro partisidir AK Parti... Nereye geldi şimdi? Bir kişinin partisi oldu. Mesajı okunurken, müstakbel başbakan ayağa kalkıyor, demek ki bundan sonra ayağa kalkılacak diye herkes ayağa kalkıyor. Bunda üst üste seçim almanın getirdiği karizma, bütün bürokrasiye hakim olmak...

KEMAL UNAKITAN'I KOVDU! HATTA AZARLAYIP...

Erdoğan çok çalışkan, onu da kenara atamayız yani. Her konuda çalışması, herkesi isim isim bilmesi, takip etmesi... Bırakın her bakanlığı, her belediyenin yapacağı icraatı, imar iznini dahi sorup unutmaması, gece saat üçlere kadar çalışması... Herkesin iş adamı, bürokrat, kim olursa olsun, sorun çözme kaynağı olarak Erdoğan'ı görmesi... Benim bir meselem var. Ne yapacağım? Tayyip Erdoğan'a anlatırsam o çözer. Ne derse o olur. Bu imajın tüm ülkeye yayılması bu durumu getirdi. Özal'dan da Demirel'den de ayıran bu durum. Erdoğan onlardan bir kat daha karizmatik, bir kat daha duruma hakim. Tek başına yönetiyor. Bir yığın bakanlık var. Tüm bakanlıkları bence o yönetiyor, Belediyeleri de o yönetiyor. İstanbul Belediyesini de Antalya'yı da o yönetiyor. İstanbul bir çivi çakabilir mi Tayyip Erdoğan hayır dediği zaman. Şuradaki araziyi kime verecek. Verdim dese, Kadir Abi ne yapıyorsun olacak. Kemal Unakıtan vardı, maliye bakanı...

H.A.: Herhalde bırakıp gideceğim diyen ve bırakıp giden tek isim de Unakıtan oldu değil mi?

M.T.: Olur mu, kovdu. Unakıtan tek başına kendi işler yapmış, Erdoğan da çağırıp... Kulislerde konuşulan bu... Sen napıyorsun Kemal Abi diye çok sert çıkışmış... Hatta üstüne yürüdüğü de söyleniyor. Bilmiyorum doğru mudur değil midir. Kendi başına bir şeyler mi almış, elektrik işleri mi yapmış. Üstünü çizdiği insanlar, sonrasında bile konuşamıyor. Üstünü çizdikleri peki dedi çekildi. Partinin bir babası gibi. Babaya kızarsın, küsersin, darılabilirsin ama bizim aile kültüründe ne yapayım babamdır dersin. O da gel evladım dediğinde gider, sarılır öpersin. Git dediği zaman peki baba dersin.

ERDOĞAN AK PARTİ'NİN BABASI,
TÜRKİYE'NİN DE BABASI OLMAK İSTİYOR

H.A.: Türkiye'nin babası şimdi Erdoğan mı yani?

M.T.: Hayır! AK Parti'nin babası. Türkiye'nin olmak istiyor. Bunu da açıkça demeçleriyle ifade ediyor. Ama şu anda AK Partinin baba konumunda, herkes kabullenmiş, bir tek hayır diyen yok. İki hafta önce trübünlerde Davutoğlu'na bağırıyorlardı, iki hafta sonra Binali Yıldırım'a bağırdırlar. Kim söyledi peki bunun böyle olacağını? Erdoğan... Reis ne derse o!..

ERDOĞAN'IN DİK DURUŞUNU TAKDİR EDİYORUM!

H.A.: Peki bu duruşundan, güçlü tavrından siz etkileniyor musunuz?

M.T.: Ben aynı fikirde olmadığım için tabi ki etkilenmiyorum. Bir gözlemci olarak pozisyonunu yanlış bulsam da takdir ediyorum. Çünkü yalpalamıyor. Kendi koyduğu kurallar çerçevesinde gidiyor. Kafasında bir şekil var, toplumu öyle şekillendirmek istiyor. Kemalistlere kızıyordu, şimdi bambaşka bir toplum yaratmaya çalışıyor, ben bambaşka bir toplum yaratacağım, kadının rolü, erkeğin rolü, çocuğun rolü şu olacak diyor. Her toplantıda bu resimleri getiriyor. Buna tepkiler doğunca biraz tepki oldu susayım demiyor. İşinize gelirse diyor. Dışarıya karşı bir laf söylüyor, ama çok büyük geri adım atmıyor. Hele iç politikada hiç geri adım atmıyor. Bürokrasi de... Dik duruş yaratıyor. Kendi kitlesi de bunu alkışlıyor.

H.A.: Hükümet ile Cemaat'in arasında bir kavga yaşandı. Temelinde de dershaneler var denildi. Gerçekten öyle miydi? Nasıl bir anlaşmazlık yaşandı ki böyle bir kavga oldu. Fehmi Koru'nun yazdığı kitaptan söz ettiniz siz de köşenizde. Fehmi Koru bilmiyor muydu daha önceden de, şimdi böyle bir kitap yazdı.

M.T.: O niye o kadar bekledi bilmiyorum, zamanlaması herhalde kenara itildikten sonra yazmaya karar verdi. Belki o aktif görevini sürdürse yine yazacaktı, bilemem onu... Ama şu oldu. 2002'den sonra AK Parti iktidar oldu ama bürokrasi ve devlet kadroları yoktu. O işi Cemaatin yıllar süren örgütlenmesiyle dershanelerden okullardan, yargıya, emniyete yetiştirdiği kadrolarla iş görmek zorunda kaldı. İktidara göre yargıya hakim olan solcu alevilerdi; bürokrasinin polisin bir kısımına ülkücüler MHP'liler hakimdi. Kendilerine yakın çok az insan vardı. Onlarla iş yürütmeleri mümkün değildi. Ama heryerde cemaatin yetiştirdiği, iyi yetiştirdiği kadrolar vardı. Onlara “ne istediniz de vermedik” demesinin sebebi bu. Bunlara bütün kapılar açıldı. Daha da büyüdüler ve devletin çoğu yerlerine yerleştiler.

H.A.: Bunu göremediler mi peki?

M.T.: Hayır! İhtiyaçları vardı. Kabul ettiler. Bir anlaşma vardı. Siyasal güç AK Parti'de, bürokrasi Cemaatte. Bürokraside örgütlenecekler, siyasete de hizmet edecekler. Bu uzun süre de böyle gitti. 2005'de Cemaat yok muydu? Bu kadrolar hep vardı. Polisler gidip Erdoğan'a brifing veriyordu. Bunlar bana göre devlet içinde örgütlendiler, kendilerini giderek yeterli gördükleri noktada, kendi aralarındaki çapraz ilişkilerle, polis, savcı, hakim, kendi başlarına hareket etmeye başlayınca, siyasi otoriteye haber vermemeye başlayınca bence buna ilk uyanan MİT Müsteşarı oldu.

İLK UYANAN MİT MÜSTEŞARI HAKAN FİDAN OLDU

Hakan Fidan'ı da Cemaat farketti. Fidan'ın kendilerini takip ettiğini, bunları raporlaştırdığını başbakanı uyardığını... Ama başbakan başka bir kafadaydı. Sadullah Ergin HSYK için gittiğinde, çok cemaatçi oldu listede dediği zaman “Alnı secdeye değenden bize zarar gelmez” diyor. İlişki böyle. Ama cemaatin çok büyüyüp devleti ele geçireceğini söyleyince, Cemaat de dönüp Hakan Fidan'a operasyon yapınca iş ortaya çıktı. Ama bir şey yapmadılar. Yapacak hazırlıkları, güçleri de yoktu. İstihbarat onlarda, savcı onlarda, hakim onlarda... Üzerine 17-25 Aralık gelince yine bir bocalama. Tayyip Erdoğan işte orada da dik durdu ve müthiş bir karşı hamleye geçti, bunları sileceğim dedi. Cemaatin de hesap edemediği, Erdoğan bürokrasi içinde zayıf olsa bile, Erdoğan'ın çalışma arkadalarının dosyaları olsa bile, Erdoğan'ın mecliste gücü çoktu. İstediği kanunu çıkarabildi. Bir kanun çıkardı MİT Müsteşarını kurtardı. Bir kanun çıkardı HSYK'yı değiştirdi. Savcıları görevden aldı. Bir kanun çıkardı tutuklamayı zorlaştırdı. Makul şüphe ile tutuklama yapılıyordu, Ergenekoncular filan hep öyle içeri girdi. 17 Aralık sonrasında kuvvetli şüphe dedi. Oradan bir bağladı. Dosyanın içindeki gizlilik kararını kaldırttı. Çok sayıda kanunla bürokrasinin hamlelerini boşa çıkardı. Çok iyi de bir ekibi var. Önce “haşhaşiler” dedi. Sonra “Paralel yapı” dedi. Terör örgütüne kadar getirdi.

İlk operasyondan sonra Mardin'de 20 polis diyelim... Kars'da 10 polis... Gözaltına alınıyorlar. Nereden biliyor bunların cemaatten olduğunu? Kimin kimden olduğunu kendileri biliyordu. Atamaları yapan kendileriydi çünkü. İçişleri Bakanı müsteşarı bilmez mi kimin nereden nereye atandığını. Cemaatten biri geliyor. Bizim bir arkadaşımız var Mardin İstihbarat Müdürü olsun diye. Demek ki bu onun adamı diye listeyi tutmuşlar, yoksa bu kadar böyle herkesin alnında yazmıyor ki. İşadamlarına kadar herkesi buluyorlar çünkü bu ağı biliyorlardı. Himmet filan deniyor ama bilmiyorlar mıydı?

Binnaz Toprak'a ayıp. Binnaz Toprak ve arkadaşları 2008 yılında bir saha araştırması yaptı. Bu araştırmada bu konuları tek tek ortaya koydular. Bu örgütlenme, perşembe toplantıları, Nasıl para toplanıyor, toplantıya gitmeyen esnaf ile ilişkiler nasıl oluyor... Toplantıya gidenin ilişkileri nasıl kurgulanıyor... Böyle bir saha araştırması yapıldıktan sonra, şu an Fethullah Gülen'e her yazısında küfredenler, o gün Binnaz Toprak'a “vay dini bütün insanlara hakaret ediyorsun, o paralar hayır işlerine gidiyor, Türkiye dışarıda temsil ediliyor” diye yazılar yazılıyordu. Şimdi “o paralar casusluk için kullanılıyor” diye yazıyorlar.

Ortaya yeni çıkan bir şey yok. Bunları herkes biliyordu. Sadece cemaatin ben artık olgunlaştım, bürokraside gücüm var, yargı elimde, emniyet elimde, siyaset niye bende değil, siyasette bende olsun Türkiye'ye tam hakim olalım, düşüncesi ile başlattığı bir hareketin geri tepmesidir bu.

FEHMİ KORU BAŞARSAYDI HAYATIMIZ KAYMIŞTI

H.A.: Fehmi Koru arabuluculuğu tam yapabilseydi, o mektubun gereği yerine getirilseydi, hayat daha mı iyi olacaktı?

M.T.: Fehmi Koru başarsaydı, hayatımız kaymıştı. Bakın Balyoz, Ergenekon, Casusluk Davası... 345 kişi casusluktan gitti. Bakıyorsunuz belgeler, hepsi üretilmiş. Gülen'e bağlı, paralel yapının polisleri, hakimleri birilerini dinlemiş, belge üretmiş, eklemişler, suç üretmişler. Bu bir devlet için en kötü şey. Suç üretip herkesi içine atmışlar. Bu düzen 2008 ile 2013 arasında sürdü. Bu görünen yüzü. Okullara gidiyorlardı, pankart açtı, açmadı, gösteriye katıldı diye içeri alıyorlardı. Örgüt üyesi olmadığı halde örgüt propagandası yapmak diye içeri atıyorlardı. Bu çok rahat işleyen, üniversiteyi, sivil toplum kuruluşlarını sindirmek, adım atamaz hale getirmek...

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne öyle bir baskı kurdular ki... Bir arkadaşım düzenli yardım yapıyordu. Kendi kızı büyümüştü, okusunlar diye kız çocukları derneğe yardım yapıyordu. Bu olaylar olduğunda bana telefon etti, benim de başım derde girer mi diye? Niye dedim... Bütün gün yazıyolar bu para PKK'ya gidiyor diye. Ne istiyordu Cemaat, ÇYDD'ni yok etmek istiyordu. Neden? Eğitim alanında kendinden başka bir yapı olmasın. Böyle bir yapıydı. Siyaset zaten AK Partinin eline kalıp öbür alanlar, dershaneler, okullar, yurtlar, oradan yetişen öğrencilerin KPSS gibi hilelerle bürokrasiye yerleşmesi gibi bir düzen devam etseydi, 10 yıl sonra burası Gülen'in ülkesi olurdu. Erken öten horozun başı kesildi... Bu düzen böyle kalsaydı, Tayyip Erdoğan'ı indirme derdine düşmeselerdi 2020'den sonra ülke Gülen ülkesi olurdu. Son beş yılda yapılan tüm sınavlar sahte. Benim çocuğum nasıl girecekti devlet kademesine? Girmeyecekti. Vicdan da yok. Vicdanlı olan 50 savcı alınacak, 45'i benden olsun 5 tane girerse de onları temizleriz der mi? Bu hızla bir 10 sene daha gittiklerini düşün. Yetiştirdikleri daha da yükselecek... 10 yılda Türkiye Fethullah Gülen ülkesi olurdu. İyi ki o dört bakan yolsuzluk yapmış da, o belgeler ortaya çıkmış diyorum bazen.

ERDOĞAN'I SADECE BİR KONUDA DESTEKLERİM

Başka bir iktidar gelseydi... Bu paralel yapıyla Tayyip Erdoğan dışında kimsenin mücadele etmesi mümkün değildi. İlk günden beri bunların kimler olduğunu biliyor. HSYK içinde kim var biliyor. Polis müdürleri kimden biliyor. Bir de kavgacı, kavga etmesini biliyor. Korkmadan üzerlerine gidiyor. AK Parti 7 Haziran'da düşseydi, yeni bir hükümet kurulsaydı. Bunları tanımıyor ki... Onu kandıracaklardı, Ali gidecekti Veli gelecekti. Daha da genişleyeceklerdi. Hele güçsüz iktidarlar olsaydı tamamen hakimiyet altına alınacaklardı.

Tayyip Erdoğan'ı hangi konuda desteklerseniz derseniz, bir konuda desteklerim bu konuda. Siyasette karşı olabilirsiniz. Hatta gidişatı tehlikeli de bulabilirsiniz. Siyasetteki o kişinin ülkeyi götürmek istediği noktayı karanlık da bulabilirsiniz. Ama bunula mücadele etmenin yolları vardır. Kötü gidişi insanlara anlatırsınız, yazarsınız, çizersiniz, kapı kapı dolaşırsınız, nasıl Erdoğan ve ekibi kapı kapı dolaştı. Deneyin, başaramasanız da ben görevimi yaptım dersiniz. Ama öbür türlü bilinmeyen bir yapı. Savcıya gidiyorsunuz neci olduğunu bilmiyorsunuz. Sizinle ilgili bir iddia var diyorlar, bakayım diyorsunuz, gizli diyorlar. Sen bilmemne örgütündenmişsin diyorlar. Ben örgütten değilim diyorsunuz, oo bulduk senin bilgisayarında diyorlar. Sende bir telaş. Ulan bilgisayarım bütün gün burada duruyor. Ben eve gidiyorum geliyorum, bilgisayar burada. Hücrede düşünüyorum, acaba bilgisayara biri mi girdi diye. Bulduk diyorlar. Bu yapıyla nasıl mücadele edersiniz. Genelkurmay Başkanını terörist diye hapse atan, terörist damgası vurmaya cesaret eden bir yapı bize herşeyi yapar.

H.A.: Siz korkmuyor musunuz peki?

M.T.: Ergenekon ve Balyoz döneminde yapılan tüm şeyleri münasip bir dille hepsi yazıldı. Arşiv burada. Benim gibi olanlar, sadece açık istihbarat belgeleri ile ortaya çıkanları yazabildik. Ya kardeşim 300 küsür kişi casus olur mu? 300 kişi casussa, casusluğu kime karşı yapmışlar bunlar, böyle bir saçmalık olur mu? İki teğmen niye amiraline suikast düzenlesin? Diye karşı çıktığımız zaman pek ses çıkarmadılar. Ama bunları yapanların kim olduğunu bilen arkadaşlar, Nedim Şener gibi, Ahmet Şık gibi... Nedim Şener mesela Hrant Dink Cinayetinin üzerine gitti, polisleri isim isim biliyordu. Yapıyı biliyordu. Hanefi Avcı yapıyı biliyordu. Onların üzerine gidip içeri attılar. Soner Yalçın biliyordu, ODA TV dediler içeri attılar. Şimdi yapıyı bilenleri yaşatmadılar. Belki böyle devam etseydi, bir sene sonra sıra bize de gelecekti. Sen de kitap yazıyormuşsun diye bizi de içeri atacaklardı. O kadar da olmaz diyemiyorum, Kuvvet Komutanlarından Genelkurmay Başkanına kadar herkesi içiri atan bir yapıdan neler beklenmez ki?

GÜLERCE BENİ AFFEDİN DİYE BİR YERE MESAJ VERİYOR, YALVARIYOR!

H.A.: Önceki röportajımız Hüseyin Gülerce ileydi. Gülerce'ye “sizin için ikinci adam deniyordu Cemaatte” dedim. O da bunu kabul etmedi, “eğer ben ikinci adam olsaydım yakınında olurdum... Saygı duydum, hürmetimi esirgemedim, ama gördüm ki yanlış yoldaymışım” dedim. Gülerce gerçekten görmemiş olabilir mi yıllardır bu yapıyı?

M.T.: Hüseyin Gülerce için yıllardır Gülen'in medyadaki temsilcisi, sözcüsü denir. Bir gün çıkıp kendisi “hayır ben Cemaatten değilim, cemaatçi değilim, Gülen'in sözcüsü değilim” dedi mi? Demedi. Bu yakınlığı da kullandı hatta. Herkes ona niye hürmet ediyordu? Gülen'e yakın diye hürmet ediyorlardı. Bu yakınlıktan sonra ben şunu anlamıyorum... Olabilir beni kandırdı diyebilir. Ama bunlar daha önce de yazılıp çiziliyordu. Hüseyin Gülerce hiç mi gazete okumuyordu. Hiç mi merak etmemiş, hiç mi sormamış. Bu Balyoz tezgah. O CD niye bir türlü incelemeye gitmiyor? Gülerce gazeteci değil mi? Bir kere köşesinde bu konuyu yazmış mı? Böyle bir iddia mı olur, hangi ülke için casusluk yapmış kardeşim diye sormuş mu? Bir iddianameyi açıp da böyle deli saçması iddianame mi olur diye sormuş mu? Bu iddianame copy-paste yapılmış. Bunlar yazıldı çizildi. Bunlara hiç itiraz etmiyor.

Ben yakın olduğunu nereden biliyorum biliyor musun? Birden bire Gülen düşmanı oldu. Her iki yazısından birinde Gülen'in ne kadar kötü bir insan olduğunu anlatıyor. Bu birilerine, bir yerlere mesaj. Çünkü korkuyor. Yapının içinden bir yığın insanlar alınıyor. İşadamları alınıyor. Tüm bunlar toplanıyor, Gülen'e en yakın olduğu söylenen Hüseyin Gülerce'ye soru dahi sorulmuyor. O da hergün Gülen'in ne kadar kötü olduğunu yazıyor. Bunları yazmasa, diyecekler ki gel bakalım buraya. Senin sorduğun soruların daha ciddisini polisler, savcılar soracak. Belki takipte. İnsanlara yazıları ile yön vermiyor muydu? Bu kadar hızlı dönüş yapıp, 40 yıl kaldığı yere hakaret etmesinin bir tek nedeni var. Beni affedin, beni içeri atmayın diye yalvarıyor.

İnsan hata yapabilir. Bu kötüymüş, ben hata yaptım diyebilir. Ben 30 sene kalem oynattım. Kalemimi bırakırım, okurlarımdan özür dileyen bir yazı yazarım. Herkesten özür dilerim. Ben saf bir adammışım der, gider Yalova'da oturur, kimseyle konuşmaz, kendini unutturursun. Kendinle hesaplaşırsın, ben bu kadar aptal mıyım, bu kadar saf mıyım, 30 sene beni nasıl kandırdırlar demez misin? Ben olsam kahrımdan ölürüm. Bir insan 35 sene kanar mı ya. O okulları bize övüyordu. Tayyip Erdoğan ne tezgahlar döndüğünü anlatıyor okullarda. Orada casus yetiştiriyorlar diyor Erdoğan. Gülerce hala savunuyor mu o okulları? O okullar 2013'e kadar hizmet hareketiydi, ama 17-25 Aralık sonrası devlet aleyhtarı casuslar mı yetiştiriyor. Bir gün oturup 2010'dan beri KPSS ile ilgili yazı yazdı mı? Mehmet Yılmaz bir ara iş edinmişti, her ay bir gün yazıyordu. Ne olduğunu bilmiyor muydu? Bu nasıl sınav dedi mi bir gün? Yapılan tüm sınavlarda hile, kopya, sorular çalınmış. Hiç birini yazma, sonra ben çok safmışım de... Pardon da biz o kadar saf değiliz. Bizi de kandırmasın... Çok kişiselleştirmek de istemiyorum ama...

DAVUTOĞLU BELKİ UFAK UFAK ÖRGÜTLENİYORDUR

H.A.: Bir de Karar gazetesi var, Mustafa Karaalioğlu'nun yönettiği. Nasıl buluyorsunuz, devam eder mi?

M.T.: Pek umutlu değilim. Biraz AK Parti içindeki dengeleme unsuru gibi çıktı ama...

H.A.: Davutoğlu'nun desteklediği bir gazete olabilir mi?

M.T.: Eğilimleri o yöndeydi. Şu anki AK Partiden memun olmayan AK Partililere, hal ve harekatı yanlış bulanlara yönelik bir gazete gibi. Cumhurbaşkanına, Hükümete sert eleştirler yok. Ama Etyen Mahçupyan'ınki gibi çok ciddi yazılar çıktı, bu gidişin iyi bir gidiş olmadığını anlatan yazıları çıktı. Bu parti böyle bir parti değildi, bize söylenen başka bir hareketti diye yazıları yazdılar. Davutoğlu'nu belki simgeleştirmek istiyorlardı.

Bence Davutoğlu'nun gitmesinde Merkel'in payı var. Biz Davutoğlu'nu tanırız dedi Schultz, o var... Kendi medyasını kurmak istedi o var. İşadamları Davutoğlu'na daha başbakan gibi davranıyordu. Anayasada yazıyor çünkü, başbakan imzası olmadan olmaz diyor. Davutoğlu çok mu direnir? Belki de ufak ufak örgütleniyordur.

H.A.: Medya ikiye mi bölündü? Cumhurbaşkanı medyayı da yönetiyor mu?

M.T.: Türkiye'de medyada ne oluyor? Bir terör olayları... İki iktidarın demeçleri. Manşetlere baktığında bunlar eşit şekilde yer alıyor. Hoşlarına gitmeyen bir durum yok ki? İktidardaki için böyle durumlar vardır. Sallantıda olur, seçim dönemi olur. Koltuk gidiyor mu gitmiyor filan... Şimdi öyle değil, aşırı bir özgüven var. Sen ne yazarsan yaz kimseyi dinlemeyen bir mecliste iktidar bloğu var. Muhalefet milletvekillerini dinlemiyor, Sivil toplumu, medyayı, seni niye dinlesin. Medya ile uğraşacak bir ihtiyaç var mı?