Gazeteci-yazar Gökçer Tahincioğlu, açlık grevlerine 68. gününde nasıl son verildiğini, tarafların taleplerini ve bu grevin insani boyutlarını mercek altına aldı.
Abone ol2000 yılında F tipi cezaevlerinin açılmaması talebiyle başlayan açlık grevleri "Hayata Dönüş" olarak adlandırılan, ama özünde bir katliama yol açan bir operasyonla bitirilmişti. O operasyonlardan geriye 132 ölü, yüzlerce "eskisi gibi olamayan" insan kaldı. Yüzlerce "eskiyi" hatırlamayan Wernicke Korsakofflu*.
5 yıl sonra, gazeteci-yazar Ece Temelkuran'ın deyimiyle "yüzyılın en sıcak yazında" Ankara'da, Ege Mahallesi'nde Ece'nin üzerinde çalıştığı kitabı için ziyaret ediyorduk o eyleme katılanları.
Ergün'dü eyleme katılanlardan biri de. Ergün Bütüner. 1996'daki ölüm orucu eylemlerinin 69. gününde Korsakoff'a yakalanan, buna rağmen tahliye edilmeyen, bir gün önce ne yediğini bile hatırlayamazken cezalandırılmasına 2001'e kadar devam edilen o genç adam. Ece'nin sorularına kendisi yerine annesi yanıt verirken, bahçedeki kirazları tek tek kopartıp yıkayıp getiren Ergün, sadece neden bu durumda olduğunu anlatabiliyordu:
"Zorla müdahale ettiler yoksa olmazdı."
İyiyim değil mi?
Devrimci 78'liler Federasyonu, geçtiğimiz günlerde, cezaevlerinde açlık grevi eyleminde bulunan mahkûmların eylem sürerse ne yapmaları, bitirilirse nasıl davranmaları gerektiğini anlatabilmek için Korsakoff'lu eski mahkûmlarla gazetecileri buluşturdu.
İnanması güç belki ama Ergün'dü o mahkûmlardan biri. Annesinden gizlice sadece anlatabilmek için gelmiş oraya kadar.
Şekerin nasıl kullanılması gerektiğini, seruma mutlaka engel olunması zorunluluğunu anlatıyordu. Hatırlamıyordu ama biliyordu. Bir şeyler yapmak istiyordu hâlâ. Herkes ayrıldıktan sonra sordum Ergün'e; "Hatırladın mı beni?"
Hatırlamıyordu. 10 yıldır kendisine bakan Cengiz'i hatırlamadığı gibi. Kim olduğumu anlattığımda ise sadece şunu sordu gülerek: "Ama iyiyim değil mi?"
İyiydi, 1995'deki kadar olmasa da iyiydi. 2005'teki kadar kötü değildi.
Nasıl değişti?
Ergün'ün yanından ayrılırken, gözümün önüne 2000 yılındaki bitmez pazarlıklar, pazarlık sürerken yapılan operasyon, bitmek bilmeyen acılar, hikâyeler, anneler ve babalar geliyordu.
"Yine öyle mi olacak?"
Tek soru buydu.
Olmadı.
Belki de Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in tarihe dönemin bakanı Hikmet Sami Türk gibi geçmek istememesi, cezaevinden çıkacak tek bir cenazenin zaten pamuk ipliği kadar kalmış gönül bağlarını kopartması riski, zorla müdahaleyle bile eylemlerin bitmeyeceği gerçeği farklı bir arayışa itti yetkilileri.
Peki nasıl oldu da 67 gün boyunca, Abdullah Öcalan'la görüşmeye gitmeyen kardeşi Mehmet Öcalan aniden, hem de "Öcalan'la kardeşi değil avukatları görüştürülsün" inadını sürdüren BDP'nin aracılığıyla başvuruda bulunup görüşmeye gitti?
Eylemlerin bitmesini sadece açlık grevlerine karşı olduğu baştan beri bilinen Öcalan'ın çağrısı mı sağladı sadece, yoksa verilen başka sözler mi vardı?
Taleplerin en önemlisi
Açlık grevine başlayan mahkûmların talepleri anadilde eğitim, anadilde savunma, operasyonların durması, Abdullah Öcalan'ın tecrit koşullarının sağlanması ya da talepler karşılanmazsa Öcalan'ın "bırakın çağrısı" yapması olduğu biliniyor.
Elbette Öcalan'ın çağrı yapabilmesi için de 27 Temmuz 2011'den bu yana görüştürülmediği avukatlarını görmesi ya da en azından o tarihten beri sadece 21 Eylül 2012'de bir araya geldiği kardeşi aracılığıyla mesajını göndermesi gerekiyordu. Mehmet Öcalan'ın da "Avukatlar görüşsün" önceliğini verdiği için işin düğümlendiği ve bugüne kadar çözülemediği de biliniyor.
Hükümetin, "Mehmet Öcalan BDP PM üyesi değil mi, O da siyasi bir kişi, neden görüşmesi yetmiyor?" itirazlarına rağmen bu formül bugüne kadar işletilememişti.
BDP ise "artık görüşme talebimiz olmayacak" diyerek kapıları kapatmışken üstelik, herkes, cezaevinden gelecek olumsuz haberlere çevirmişti gözünü.
Tali talepler
TBMM'ye sevk edilen anadilde savunma, Ak Parti'nin planları arasında olan kamuda anadilde eğitim gibi taleplerin karşılanıyor ya da karşılanacak olması bu nedenle hep tali talepler olarak kaldı.
Hükümet de "Öcalan çağrısına" bu yüzden odaklandı.
Ve o odaklanmanın sonunda kulislerde dolaşan bilgilere göre, verilen sözlerin ardından Mehmet Öcalan "görüşme" talebinde bulundu.
Yine iddialara göre, o sözlerin en önemlisi, Öcalan'ın uzak olmayan bir gelecekte, avukatlarıyla rutin görüşmelere başlatılacak olması.
Diğer sözler, yapılacaklar, yapılmayacaklar konusunda ise konunun muhatabı olup da susanlar dışında herkes farklı tahminlerde bulunuyor.
Bu tahminler arasında, Oslo sürecindekine oranla Öcalan'la "daha şeffaf" müzakereler yapılacağı da var, avukatların rutin aralıklarla görüşebilecekleri ancak eskisi gibi Öcalan'ın mesajlarını örgüte taşıyamayacakları da.
Mehmet Öcalan'ın İmralı'da açılan kapıdan girip, o mesajı dışarıya taşımasının ardında yatanlar birkaç ay içerisinde netleşecek.
Şu anda herkes için en önemlisi ise özellikle eyleme 12 Eylül'de başlayan 64 kişilik gruptan Korsakoff riski altında bulunanların doğru müdahalelerle kurtarılması.
* Wernicke Korsakoff hastalığı, aralarında açlık, yetersiz beslenme ve vitamin eksikliğinin de bulunduğu etkenlerden kaynaklanabiliyor. Bu hastalığa yakalanan kişilerde unutkanlık, yürüme bozukluğu, kendi başına hareket edememe ve hatırlayamama belirtileri görülebiliyor. Wernicke Korsakoff hastalığın tedavisi bulunamakta.