BIST 9.395
DOLAR 34,62
EURO 36,75
ALTIN 2.905,85
HABER /  MEDYA

Mehmet Ali Birandın başını biz yaktık

''Susurluk ve 28 Şubat döneminde inanılmaz dosyalar yaptık. Önce andıç patladı. Sonra Sabah'tan atıldı...''

Abone ol

Zeynep KURTBAY / İNTERNETHABER 

Cüneyt Özdemir Türk televizyonculuğunun en önemli okullarından 32. Gün'de okuyup; 20 yıllık medya serüveninde kendini hala 'Televizyon işçisiyim' diye tanımlayabilen nadir televizyonculardan.. Özdemir'le röportajımızın ikinci bölümünü aktarıyorum bugün... 

Gençliğinin geçtiği Aydınlıkevler'de yaşadığı ilk aşk sancısını; kolejden devlet okuluna geri döndüğünde her gün dayak yiyip nasıl kurdeşen döktüğünü; 32. Gün hikayesini; ekranın arkasında kopan o kavgaları; iç çekişmeleri; dayanamayıp atv'ye gidişini, orada Ayşenur Arslan'la gerilen ipleri, hayatında eksilen dostlukları ve dahasını anlattı...

CÜNEYT ÖZDEMİR'LE RÖPORTAJIMIZIN İLK BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYIN

Mahalle kültürüyle büyüyen Cüneyt Özdemir kolejli kimliğini tam içine sindirmişken kendini yeniden devlet okulunda bulur. Yükseliş Koleji’nin parlak öğrencisiyken; bir anda karnesinde tam 7 zayıfıyla evinin yolunu tutar. Hikayenin gerisini kendisinden dinleyelim…

OKULDA HER GÜN DAYAK YİYORDUM

 İLK AŞKI HÜZÜNLÜ BİTTİ

Cüneyt Özdemir ilk aşkını anlattı: Mahalleden bir kızdı. Karşılıklı apartmanlarda karşılıklı pencerelerden bakışırdık. 3-4 yıl sürdü bu bakışmalar. Ben ne zaman cama çıksam o da çıkıyordu. Bir gün sokakta  karşıma çıkıp ‘Ben sana aşığım’ dedi. Ben de ‘İyi ama sen daha çok küçüksün’ dedim. Aptallığa bakar mısın? Aşığım üstelik. Adı Ahu’ydu. Ben 12 yaşındaydım, o 9. Mahallenin varlıklı ailesinin kızıydı. Her yıl arabalarına binip yaz tatillerine giderlerdi. Bir gün gitti ve bir daha hiç gelmedi. Marmaris yakınlarında bir trafik kazasında ölmüş. Çok üzülmüştüm. Hala Ankara’ya gittiğimde o pencereye gözüm kayar…

NEFİSE HEM NAİF HEM EĞLENCELİ

Kadın hayranlarınız için soruyorum nasıl kadınlardan hoşlanırsınız?

Güzel çirkin aramam, ben kalander meşrebim (ha ha ha) Zeki ve eğlenceli insanlar her zaman iyidir...

Peki Nefise Karatay öyle mi?

Nefise hem naif hem de eğlencelidir...

ONA PROGRAM VERMEK ASLI İLE BİRAND'IN FİKRİ

Nefise Karatay’ın CNN Türk’te ‘Afiş’ programını sunuyor olmasıyla ilgili eleştiriler var size; ‘Sevgilisine program yaptırıyor’ deniyor. Ne diyeceksiniz?

Öyle bir şey olabilir mi? Nefise'nin sunuculuğu tamamen benim dışımda gelişti. Program müdürü Aslı Öymen ve Mehmet Ali Birand'ın tasarrufudur. CNN Türk'de benim hiçbir idari pozisyonum yok.  Kaldı ki televizyon dünyasında başarısı olmayan birine babanızın oğlu bile olsa torpil geçemezsiniz.

‘Çok çılgınlık yaparım aşkla ilgili’ demişsiniz. Ne gibi mesela? ‘5N1K’da gerçekten ‘ayrılık’ şiiri okumuş muydunuz?

Bunu nereden duydunuz? Doğru duymuşsunuz. Yapayalnız bir sevgililer gününde herkes aşk şiiri okurken ben ekranda ayrılanlar için yalnızlık şiiri okuyarak bitirmiştim programı. Ama o bir kamu hizmetiydi tüm ayrılanlar ve yalnızlar içindi ben dahil tabii...

Aileniz nasıl tepki göstermişti karneye? Sonra okul hayatınız nasıl seyretti?

Çok tuhaftı...  Babam üç kuruş parasını dönemin bir kaç uyanığına kaptırıp beni kolejden almak zorunda kalmıştı. İşin trajiği Anakara Atatürk lisesine başladığımda 'Zengin p.ç geldi' diye hergün dayak yiyordum. Saç kıran, kurdeşen , zona ile bu yüzden bayağı erken yaşlarda tanıştım ben. Bütün psikolojik hastalıkları sırayla geçiriyordum. Ama müthiş güçlü çıktım o süreçten... Bizimkiler ise panik halinde 'bizim oğlan elden gidiyor' diye bakıyorlardı. Yani ben 16 yaşında tüm okuldan dayak yiyip tek başına dimdik ayakta kalmıştım o yüzden şimdi pek çok mesleki kavgada dimdik dururum. Vız gelir tırıs gider...

Televizyonculuk var mıydı aklınızda o yıllarda?

Hayır yoktu. Ne televizyonculuk ne gazetecilik. Mimarlığa meraklıydım nedense. Hala bugün bile içimde ukdedir. Mimarlıkla ilgili trendleri, yeni bilgileri bir hobi olarak takip ederim.

Sonuçta 1988 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne girdiniz. O zamanki seçim de bir tesadüf müydü?

Elbette. Üniversite sınav sisteminde 18 tercih yapabiliyorduk yanılmıyorsam ben yedekler dahil meslek okullarına kadar herşeyi yazmıştım. Açıkta kalmak gibi bir lüksüm olamazdı. Sonunda 8. tercihim Ankara Basın Yayın tuttu.  Okulda okurken çalışmaya başladım. Yabancı ajanslara kameraman asistanlığı, fixer'lık gibi ufak tefek işler yapıyordum. Ardından Irak sınırındaki göçü belgeleyen bir NBC ekibine dahil oldum. Bu ekipte Türk stringer olarak çalıştım ya da fixer da deniyor. Problem çözücü olarak. Lokasyona göre koordinasyonu sağlıyordum. Getir götürden helikopter organizasyonuna,sonraları kamera asistanlığına kadar… 1,5 -2 ay Çukurca'da kaldım. Ayrılırken sadece benim koordine ettiğim 1 jet 1 helikopter 8 karavan 30 küsur taksi vardı. Meslek adına inanılmaz bir  başlangıç vuruşuydu.

BİRAND'LA İLK MARMARİS'TE TANIŞTI

Mehmet Ali Birand’la ilk nasıl tanıştınız?

Aslında Birand’la ilk tanışmam lise yıllarında oldu. Yazları Marmaris'e çalışmaya giderdim. Teknelerde çalışıyorum ama bir yandan da çok cool’um. Ahmet Kaya dinliyorum. Sıkı kitaplar okuyorum. 32. Gün’ü de hayranlıkla izliyorum. Bir gün ‘Mehmet Ali Birand geldi’ dediler koya. Hemen koştum, elimde de Gorbaçov'un Prestroyka kitabı var. Önsözünü Birand yazmış. Cenk Başlamış çevirisi. Heyecanla koştum, ‘’İmzalar mısınız’’ dedim. ‘’İyi de bu kitabı ben yazmadım ki’’ dedi, aldı kerhen imzaladı. Feci bozulmuştum haliyle...

Sonradan hatırladı mı bu hikayeyi?

Anlattım tabii kendisine ama hatırlamadı.

1988. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu... Cebeci Kampüsü. Okul arkadaşları Serdar Cebe ve Ilgın Beyazıd ile..

 

CAN DÜNDAR KİBARLIĞI ELDEN BIRAKMAZDI AMA ÇOK İĞNELEYİCİYDİ

[PAGE]

Ve sonra 32. Gün maceranız başladı. Nasıl dahil oldunuz kadroya?

1992 yılıydı bir belgesel projesine katılacaktım. Bülent Çaplı çağırdı, Can Dündar vardı. O olmayınca bu sefer 32.gün Türkiye'de muhabir asistanı olarak işe başladım.

32. Gün Türkiye ekibinde ilk günler... Arkada görülen Erbil Tuşalp, haberden başını kaldıramadığı anlarda...

O zamanki kadroda kimler var?

Erbil Tuşalp, Bülent Çaplı,Can Dündar, Mithat Bereket, Deniz Arman, Çiğdem Anat, Yusuf Akçura… O zamanlar için müthiş bir kadro. Ankara'da Mebus evlerindeki ofisteyiz. Daha sonra Serdar Akinan katıldı aramıza.

En çok fırça çekenler kimler?

Can Dündar kibarlığı elden bırakmıyordu fırça çekerken de iğneleyiciydi; Ben daha çok Erbil Tuşalp'in elinde ilk gazetecilik tecrübesini öğrendim.   Fırçanın en hası Mehmet Ali Birand’dan geliyordu tabii. Bir ara her sabah 8.00'de arayıp hal hatır sorardı. 'Hadi kalkıp işe gidelim geç kalmayalım' diye. Oysa gece yatmamış sabaha kadar çalışıyor olurduk çoğu zaman. O İstanbulda'ydı biz Ankara'da ama uzaktan gerektiğinde bize müdahale ederdi...

1993... Ankara Mebusevleri'ndeki 32. Gün Ofisi. Serdar Akinan ile Cüneyt Özdemir henüz muhabir asistanıyken. O yıllardan kalan kadim dostu ile..

 

UNDERGROUND KÜLTÜRÜYLE LONDRA'DAYKEN TANIŞTIM

Sonra İngiltere’ye gittiniz multimedya eğitimi için.

Evet 93 yılında British Council bursu ile Londra’ya gittim. Orada çok ilginç bir hayat yaşadım. Portobella Road’da bir oda kiraladım. Underground kültürüyle tanıştım…

6 ay boyunca multimedya üzerine çalıştım. Daha önemlisi sıradan insanlarla müthiş arkadaşlıklar geliştirdim. En yakın arkadaşlarım barmenler, sokak satıcıları, kuaförlerdi...Döndüğümde artık 32. Gün’ün yardımcı yönetmeni ve ardından da yönetmeniydim. Bu arada muhabir olarak da çeşitli haberler yapıyordum. İşte o yıllarda, Mehmet Ali Birand ‘İstanbul’a taşınalım’ dedi. Ve biz ekip olarak Ankara Mebus Evleri'ndeki ofisten Ali Karacan’ın Number One TV ofisine taşındık İstanbul’a.

Yıl 1996... Diyarbakır'da. Sınırötesi opersyondan dönülmüş. Asıl operasyon otel odasında. Montajcı Hasan işbaşında!

 CAN DÜNDAR ÇOK AĞIR BİR YAZI YAZIP KALDI, AYRILDI

O dönemde 32. Gün kadrosunda kim gitti kim kaldı?

Can Dündar kaldı. Kalmakla kalmayıp biz İstanbul'a gidenler için çok ağır bir yazı yazdı. Biz Ankara'yı satanlardık! ‘Vefa İstanbul’da bir semt adıymış meğer’ gibi bir şey.. Biz 'Ankara'yı satan hainler' kesip sakladık hepimiz o unutulmaz veda mektubunu!

BEYAZ DJ'Dİ SERDAR'LA BEN ONUN YAYIN YÖNETMENİ

İstanbul’a geldiniz. Ne değişti hayatınızda?

İstanbul gerçekten çok tuhaftı.Önümüzde bir şöhret ve para nehri akar gibi gelirdi bana ve ben sanki kenarından durup bakıyordum. Özel televizyonların patlama yılıydı henüz ekonomik kriz yoktu ortada, inanılmaz rakamlar ve pozisyonlar vardı. Ama, ama hiç kimseyi tanımıyordum. Tuhaf bir ofiste çalışıyorduk Serdar ile ben Number One TV'nin Genel Yayın Yönetmeni olmuşuz. Beyaz henüz DJ, Ayça Şen patenle koridorlarda geziyor.

Ofisin olduğu binada erotik dergiler basılıyor. Bir yandan da inanılmaz kavgalar dönüyor. Aptallaştım. Sonunda da birgün dan diye ayrıldım ekipten. Birkaç ay işsiz kaldım. İstanbul'da hiç ama hiçkimseyi tanımıyordum. Gerçekten bir kedim bile yoktu...O sırada Ali Abi (Kırca) atv’deydi, oraya geçtim. Executive Producure olarak çalışmaya başladım atv haberde. Kısa süre sonra Siyaset Meydanı’nın yönetmenliğini yaptım. Bir yandan da Cüneyt’in Büyüteci’ni hazırlıyordum, ana haber bülteninin hemen arkasında. Atv habere fırtına gibi girdim köpek gibi çalışmaya başladım. 

AYŞENUR ARSLAN BANA GICIK OLMAYA BAŞLADI NEDENSE BENİ GÖRMEZDEN GELİYORDU

[PAGE]

AYŞENUR SİNİRLENİNCE ÇOK BAĞIRIR

Ayşenur Arslan’la aranız nasıldı?

İlk zamanlar çok iyiydi. Beni çok tutuyordu. Sonra birden ne olduysa oldu anlamadım. Ayşenur bana kelimenin gerçek anlamıyla gıcık olmaya başladı. Görmezden geliyordu. İpler iyice gerilmişti. Kardak kriziyle birlikte koptu. Kardak adasına gitmek için helikopter ayarlamıştık. Bodrum'a gidip İzmir’den gelecek  helikopteri  bekliyorum.  Star ekibi de  'Bodrum'da ineceğiz' sözü vererek aynı helikoptere binmişler. Ve ne oldu dersiniz? İnmediler. Ayşenur Arslan sinirlenince çok bağıran bir mizaca sahiptir. Bana  telefonda bağırmaya başladı.En sonunda dayanamadım  ‘Suç onlarda değil onları indiremeyen bende Ben salağım çünkü’ gibi bir şeyler söyledim. Bir sessizlik oldu. Ve o an ip koptu. Çünkü Ayşenur’la çalışırken Ayşenur'a karşı gelemezdin.

atv Haber'de Cüneyt'in Büyüteci'ni hazırladığı yıl Kardak Krizi patlıyor. Gümüşlük'te aralarında Olay Tan'ın da olduğu gazeteci ekibiyle. Helikopterden inilmiş. Bir kriz de İstanbul-Gümüşlük hattında patlıyor. Ayşenur Arslan ile telefonda tartışıyor ve yayına çıkamıyor.

Peki Ali Kırca ne yapıyor bu durumda?

Ali abinin hiç umrunda değildi. Her zamanki sakinliğini koruyordu. Ama ben artık atv’de suyumun ısındığını anladım. Sonuçta Ayşenur’la ip kopmuşsa orada daha fazla kalamazdınız. Ali Abi hiçbir zaman ayrılmamı istemese de ayrıldım.

32. Gün'ün üniversitelere çekildiği 28 Şubat döneminde Galatasaray Üniversitesi'nde ön hazırlık...

BİRAND'IN BAŞINI RIDVAN'LA İKİMİZ YAKTIK

Peki sonra ne oldu? Yeniden 32. Gün’e mi döndünüz?

32. Gün'e yeniden döndüm. Rıdvan Akar gelmişti yeni  bir ekip kurduk ve beraber çalışmaya başladık Birand'la.. Mehmet Ali Birand ile çalışmanın şöyle bir lüksü vardır size sonsuz insiyatif verir ve onu iyi kullanmanızı bekler. Kendini de size teslim eder. Susurluk ve 28 Şubat döneminde Rıdvan ile beraber inanılmaz dosyalar yaptık. Belki Birand'ın başını da biraz biz yaktık bir süre sonra Andıç patladı. Önce Sabah'dan atıldı. Ardından ShowTV'de erken tatil diyerek bizi ebediyen postaladı.

CNN TÜRK KURULURKEN AYAK OYUNLARI BELALTI VURUŞLARI ÇOKTU

CNN Türk’ün çekirdek kadrosunda yer aldınız. Fikir nasıl doğdu? Kimler vardı? O süreç nasıl gelişti?

Birand tam o sırada sanırım bir Aydın Doğan belgeseli çekiyordu ve Doğan grubu ile yeni bir köprü kurmuştu. Yeni bir haber kanalını kurma görevi Birand'a verilince ben kanala geçtim Rıdvan 32. Gün'de kaldı. Çok sancılı  ve kırıcı bir süreçti. Türkiye'nin en iyi gazetecileri 1 yıl hiç bir iş olmadan kanalın kurulmasını bekliyordu. Çok fazla ayak oyunları döndü… Mesela benim kanala getirdiğim çok samimi bir arkadaşımla  gece telefonda konuştuklarımı dertleşmelerimi ertesi gün patron odasında kendinizin aleyhine kullanırken buluyordunuz. Belaltı vuruşları ayak oyunları had safhadaydı. İstanbul'da Bizans Oyunları ile ilk kez o zaman tanıştım. Korkunç üzücüydü.. 

CNN TÜRK KURULMADAN YAYIN YÖNETMENİ DEĞİŞEN İLK KANAL

Serdar Akinan ile ikimiz Birand'ı cansiparane savunuyorduk. Bu yüzden en yakın ya da çok çok sevdiğimiz tüm arkadaşlarımız bize cephe almıştı. Bizimki tam bir cengaverlik ve aptallıktı. Romantiktik güya ve taviz vermiyorduk. Televizyon daha kurulmadan yayın yönetmeni değişen ilk kanal  CNN Türk'dür. Birand’ın yerine Taha Akyol geldi. Birand'ın has adamı Çiğdem Anad bir anda Taha Akyol ekibinin has adamı oldu. Birand soğukkanlıydı ama Serdar ile ben profesyonel hayatın cilvelerini öğreniyorduk. Ben istifamı verdim atladım Küba'ya gittim tek başıma. Dönüşte istifam kabul edilmedi yola devam denildi. İnan anlatırken bile daralıyorum..

[PAGE]

ÇİĞDEM'LE KOPTUK RUŞEN'LE KARŞI KARŞIYA KALDIK

Medya dostlukları çok çabuk eskitiyor değil mi? Siz de geriye baktığınızda eksikliğini hissediyor musunuz? Eksikliğini hissettiğiniz kimler, ne gibi paylaşımlar var?

O dönem Çiğdem Anat ile koptuk. Can Kozanoğlu, Ruşen Çakır gibi hayatta hiçbir meselem olmayacak adamlarla karşı karşıya kalmış bulduk kendimizi. İşin tuhafı biz küs kaldık üsttekiler ve diğerlerinin hepsi barıştı. Hatta bırak barışmayı herkes sarmaş dolaş fotoğraflar çektiriyordu. Aptallığımıza doymayalım yani...  

MEDYA TAM BİR CADI KAZANI ÇOK FAZLA EGO ÇATIŞMASI VAR

Sizce medyada dostluklar neden çabuk bitiyor?

Medya tam bir cadı kazanı. Egolar çok şiş. Düne kadar samimi olduğunuz insanlar küçücük bir çıkar gördüğünde sizi kapının önünde bırakabiliyor. Bunu yaşaya yaşaya dayak yiye yiye öğretti bu medya bize. Ya da zaman içinde insanlar değişiyor, hayat değişiyor siz değişiyorsunuz ve bu değişim çok hızlı oluyor ayak uydurmakta zorlanıyor herkes. Çok fazla ego ve çıkar çatışması var. Neresinden baksan üzücü...

Kırgınlıklarınız var mı?

Var ama benim şöyle bir huyumda var tüm kırgınlıkları ve kızgınlıklarımı untuyorum. Hafızam siliyor. Resetliyor. Şu anda konuşmadığımız insanlarla biz neden küsmüştük hatırlamıyorum. Belki de en iyisi hatırlamamak. Zira bir kalbi soğutmak da ısıtmak da kolay değil.

Pişmanlıklarınız var mı?

Olmaz olur mu? Çok var hem de... Ama artık ders almayı öğrendim. Bir yaptığım hatayı bir kez daha tekrar etmemeye çabalıyorum. Kimileri için çok geç olsa da bu da bir züğürt tesellisi diyebiliriz.

BU YAŞTAN SONRA HAYATIMA FAZLA İNSAN GİRMEZ DE ÇIKMAZ DA

Şimdi eskisi gibi dost olsaydınız ne değişirdi?

Ben dostlukların ebedi süreceğine inanmıyorum. Eğer gerekli saygıyı, emeği göstermiyorsanız dostluklar biter yeni dostluklar başlar. Ama bu yıl 40 yaşına geldim bu yaştan sonra hayatıma çok fazla insanın girmesi de çıkması da kolay olmuyor. Zor süreçler...

Yıl 2002.. Hürriyet binası... 5N1K ekibi...

Peki kaldığımız yere geri dönelim… 5N1K fikri nasıl doğdu?

CNN Türk'teki bu kavga dövüş sırasında ben biraz da mecburiyetten her türlü idari işten elimi ayağımı çektim.  Malum ben mimlenmiş 'Birand'ın adamıydım' ve yeni bir yönetim vardı. 1999'da 5n1k fikri ortaya çıktı. İlk Başta Can Kozanoğlu ile yapacaktık ama programın içeriğinden suresine kadar anlaşamadık. Sonra yeni bir ekip kuruldu ve 5n1k yola çıktı.

EVLENDİĞİM GÜN DE BOŞANDIĞIM GÜN DE EKRANA ÇIKTIM

Çıkış o çıkış. 10 yılda tek bir gün bile ekrana çıkmadığım olmadı. Evlendiğim günde program yayınlandı boşandığım gün de...İnanılmaz bir istikrarla yaz kış demeden programı yaptım. Dünyayı dülaştım. Benim yaş kuşağımın tamamı stüdyolara çekildi. Editör, Genel Yayın Yönetmeni, Anchor oldu ben inatla sahada kaldım. Bu yıl program biraz daha stüdyodan ama gerektiğinde yine haberin tam göbeğindeyim ve çok çok mutluyum.

Sizin en çok beğendiğiniz; kendinize rakip gördüğünüz başka programlar var mı?

Rakip demeyelim ama gözüm  anahaber bültenlerinin ne yaptığında. Referansım onlar...

Yeni medyayı nasıl görüyorsunuz?

Şimdi yeni bir dönemece geldik işte. Dünyada yeni bir medya kuruluyor, Türkiye'de de nihayet bunun nüeleri atılmaya başlandı. Bundan 11 yıl önce CNN Türk kurulurken her muhabir montajını kendi yapacak dediğimizde kıyamet kopmuştu. 4 yıl sonra ise duvarlara montajını kendisi yapamayan muhabir burada çalışamaz ilanları asıyorlardı. Şimdi ise daha bireyselleşen ve interaktivitenin içinde olduğu bir televizyonculuk geliyor.

İNTERNET GAZETECİLİĞİ KAYBEDENLERİN TUTUNDUĞU BİR DAL DEĞİL

Televizyonda zaman kavramı sürreal bir noktaya taşınıyor. İnternet ile televizyon arasında amorf bir gelişme var. İkisi de birbirini dönüştürüyor. Pek çok kanal yöneticisinin bu gelişmenin çok farkında olunduğunu zannetmiyorum. Bence sadece tekniğinden bahsedeceksek inanılmaz bir demokratikleşme ve ulaşılırlık geliyor. Artık eskisi gibi işinden atılan gazetecilerin sessiz kaldığı bir çağda yaşamıyoruz. İnternet gazeteciliği kaybedenlerin tutunduğu bir dal değil kazanacaklar kuşağının mensuplarının olduğu bir alan.

Ama bir şartla. İçerikte gazeteciliğin temel ilkelerini 5n 1k'yı eksik etmediğiniz sürece. Yani araç gelişiyor ama amaç aynı diye özetleyebiliriz.