BIST 9.949
DOLAR 35,23
EURO 36,71
ALTIN 2.980,57
HABER /  GÜNCEL

Medyanın yolsuzluklarla imtihanı

Yolsuzluklar karşısında medyanın aldığı pozisyonları değerlendiren Ekrem Dumanlı, "samimiyet sınavı" olarak gördüğü olaylar karşısında medyayı değerlendirdi.

Abone ol

diye soran Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, medyanın yolsuzluklar karşısında aldığı pozisyonu değerlendirdi:

- Son yirmi günde öyle ilginç hadiselere şahit olduk ki! Birbiri ardınca gerçekleşen olayların bu kadar dar bir zamana sıkışması ve bu zamanın AB sürecine denk gelmesi inanılır gibi değil.

6 Aralık’ta Vatan, iri puntolarla ‘Amiral Battı’ manşetini attı. Hemen bir gün sonra Hürriyet aynı konuya yer verdi: “Emir Özkök’ten.” Haberler okununca anlaşıldı ki eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral İlhami Erdil hakkında ağır suçlamalar var. “Görevi kötüye kullanma, haksız mal edinme” gibi iddialarla sanık sandalyesine oturan Paşa’nın yanında eşi ve kızı da yer alıyordu. Hürriyet’e göre eski Kuvvet Komutanı’nın yargılama emri büyük yerden, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ten geliyordu...

Erdil haberinin üzerinden 10 gün geçmişti ki bu sefer Sabah benzer bir olayı manşetine taşıdı. Başlık: “Emir yine Özkök’ten”. Gazeteye göre Genelkurmay Başkanlığı yeni bir yolsuzluk soruşturması başlatıyordu. 39 sanığın yargılanacağı davada devletin uğradığı zarar 132 trilyon olarak hesaplanmıştı. Olayda eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur da suçlanıyordu. Hatta eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç suçlamadan payını alıyor, ancak “zamanaşımı” gerekçesiyle durumu son anda kurtarıyordu. Sonraki haberler bahsi geçen ihalenin 28 Şubat döneminin en muktedir komutanı Çevik Bir Paşa’yı da suçluyordu…

Daha Sabah’ın haberi tam anlaşılmadan Erdil Paşa’nın mahkemesi (21 Aralık) başladı. Sanık avukatlarının gizli duruşma talebine askerî savcıdan sert bir cevap geldi: “Silahlı Kuvvetler’in olayı örtbas etmesi inancını doğurur.” Askerî savcının cevabı gerçekten de anlamlıydı! Kapalı kapılar arkasında yapılacak bir yargılama en çok Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratacaktı. Neticede, gazeteciler içeri alındı, fotoğraf ve görüntü çekilmesine müsaade edildi. Sadece bir gazetede ciddi yer almadı... 22 Aralık günü gazetelerin hemen hepsinde Erdil Paşa’nın mahkeme salonunda çekilmiş resimleri yayınlandı. Hemen her gazetede olay ya manşetti ya da birinci sayfanın en görünen haberi. Malum bir gazete hariç! Tutucu tavrıyla zaman zaman Pravda’ya benzetilen gazete fotoğrafa da yer vermemişti. Ne birinci haberdi gazetede bu olay ne beşinci. Birinci sayfanın daracık bir alanına sıkıştırılmıştı haber. Başlık aynen şöyleydi: “Erdil’den yanıt: Silahlı Kuvvetler yıpratılıyor.” Bütün Türk basınının önem verdiği büyük bir olay, bir gazete tarafından görmezden geliniyor, hatta olayın kendisi (mahkeme-yargılama) değil de, sanıkların savunması başlığa çekiliyorsa orada durup düşünmek gerekiyor...

“Silahlı Kuvvetler’in yıpratılması” ilginç bir söylem. Daha doğrusu ağır bir suçlama. Kim, kendi askerinin yıpratılmasını ister ki! Hele söz konusu, Türk ordusu olursa! Genelkurmay Başkanı da böyle bir mazeretin arkasına saklanıp, davayı örtbas ettirebilirdi. Ama öyle yapmadı. Mazisi tarihî zaferlerle dolu ordumuzun komutanına da bu yakışırdı. Her meslekte yanlış yapanlar olduğu gibi, askeriye içinde de hatalı davrananlar, görevini kötüye kullananlar çıkabilirdi. Suçlanan asker olduğunda “aman yıpratmayalım” denilince askerimiz daha fazla yıpranacaktı. Aralarında kuvvet komutanlarının da bulunduğu üst düzey komutanlar hakkında artık söz Türk adaletinin...

Bu kadar kısa bir sürede bu kadar şeffaf bir gelişmenin yaşanması, medyanın sorumluluğunu da gündeme getirir. Hem baştan söylemek gerekir ki her olaya “yıpratıyorlar” diye yaklaşmak, o yaklaşımı sergileyenler hakkında bir kuşkuya da yol açar. Öyle ya, Erdil Paşa’nın yargılanmasına Los Angeles Times bile önemli bir yer ayırıyor, konuyu AB süreci içindeki bir ülkenin şeffaflaşmasıyla irtibatlandırıyorsa, bir Türk gazetesi, böyle bir gelişmeyi nasıl görmezden gelir; ya da savunma refleksiyle hareket eder?

Gazeteciliğin asıl rengi, önemli olaylarda daha net bir şekilde ortaya çıkar. Hele sonra habercilik bir tür samimiyet sınavına döner. Bir zaman gelir, araştırmacılar gazeteleri yan yana koyar ve sorar: “Neden?” Bu noktada doğru ve ikna edici bir cevabı olmayanların tarihteki yeri bellidir. Yalnızca askerler yargılanmıyor ki!

Söz konusu durum “düşünce suçu” değil ki gazete kendine göre bir mevzi tutsun. Suçlanan şahıslarla malum gazete arasında Batı Çalışma Grubu’ndan başka bir fikrî yakınlık da gözükmüyor. Batı Çalışma Grubu, 28 Şubat’ı kaosa çevirmişti. Resmen bitti; ama sivil gönüllüleri belki de hâlâ aynı heyecanla devam ediyor… Olayın özü yolsuzluk, görevi kötüye kullanma, haksız kazanç gibi ağır ithamlara dayanıyor. Bu tür suçlamalarda aynı düşünceyi paylaşmanın bile önemi kalmaz, kalmamalı...

Hadiseye sadece emekli askerlerin yargılanması gibi bakmak yanlış olur. Sadece iki hafta içinde yaşananları hatırlayınız lütfen. Yurtbank’ın eski sahibi Ali Balkaner 34 yıl hapis cezası aldı. Rahatsızlanma bahanesiyle mahkeme salonundan hastaneye kaldırılan Balkaner, kayıplara karıştı. 9 gün ortada görülmeyen ve dün yakalanan Balkener’in mal varlığına el konuldu. Banyo döşemesinin altından servet çıkarıldı. 13 Aralık’ta tutuklanmasına karar verilen Cem Uzan gözaltına alındı, sorgulandı, mahkeme huzuruna çıkarıldı. İmar Bankası’nı 7,5 milyar dolar zarara uğrattığı gerekçesiyle Şişli Adliyesi’ne sevk edilen Uzan, 6 saat savcılıkta ifade verdi. Beraberindeki 6 yönetici tutuklandı, Cem Uzan serbest bırakıldı. Balkaner’in 34 yıla mahkum olması, benzer konulardan hesaba çekilen insanları da heyecanlandırmış olmalı. Halis Toprak’ın TMSF ile anlaşmaya varması ve ödeme planına alelacele imza atması son günlerde yürütülen yolsuzluk operasyonuyla yakından ilgili...

Operasyonlar sadece asker ve işadamlarıyla da sınırlı değil! Kamuoyu, Yüce Divan’a sevk edilen siyasileri neredeyse her gün yakından takip ediyor. Aralarında bakanların, başbakanların olduğu bir kadro, adalet önünde hesaba çekiliyor. Şu an 8 eski bakan Yüce Divan’da hesap veriyor…

Yüce Divan geçen hafta ilginç bir karar alarak eski Bayındırlık Bakanı Koray Aydın’ın, eşinin ve çocuklarının 2 milyon 320 bin dolar ve 2 milyon 317 bin Euro değerindeki döviz, para, taşınır-taşınmaz mallarına tedbir koydu. Eski Bakan’ın 1999’da bildirdiği rakam ile sonraki mal varlığı arasında büyük fark olduğu ve bu farkın Aydın tarafından izah edilemediği iddia ediliyor. Koray Aydın ise bu tedbir kararının hukukî bir süreç olduğunda ısrarlı... Siyasetçiler de kanun karşısında

Koray Aydın haberleri, gazetelerin birinci sayfalarında genişçe yer buldu. Hemen bir gün sonra Türk adaleti tarihî bir karara daha imza attı. Bir dönemin efsanevi bakanı ve işadamı Cavit Çağlar “banka dolandırmak” suçundan 3 yıl 10 ay hapis ve 189 trilyon 69 milyar lira para cezasına çarptırıldı. Bursa 3. Ağır Ceza Mahkemesi, Çağlar’ın yakınlarına da ceza vermişti. Cezaların toplamı yaklaşık 1 katrilyondu. Gerçi Çağlar’ın haberi Aydın’ın mal varlığına tedbir getirilmesi kadar basında yer bulamadı. Oysa olayların biri soruşturma safhası, diğeri yargının sonuca varması aşamasında haberleştiriliyordu.

Son yıllarda en çok işitilen kelimelerden biri “hortumculuk”. Yolsuzluk ekonomisi, halkı canından bezdirmiş durumda. Bir zamanlar polis tarafından yapılan şaşaalı operasyonlardan beklenen sonuç alınamamış, bir müddet hapiste kalan işadamları serbest bırakılmış ve fatura, Türk adalet sistemine kesilmişti. Halk “gözaltına alınsalar da mahkemelerde adamları vardır, serbest bırakılıyorlar” inancına kapılmıştı. Şimdi adalet mekanizması seri adımlar atıyor.

Anlaşılan o ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin zirvesinde yolsuzluğa karşı mücadelede kesin bir ittifak var. Cumhurbaşkanı Sezer, Başbakan Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Özkök, hatta muhalefet lideri Baykal yolsuzlukla mücadelede ortak bir tavır koymasa, ya da yargılama sürecine olumlu yaklaşmasa, adalet mekanizması bu kadar seri ve etkili olamaz...

Türkiye, yolsuzlukla ilgili tarihî bir sürecin içinden geçiyor. Bu sürece yandaşlık refleksiyle yaklaşmak basın için harakiri yapmak anlamına gelir. Hele hadiseye “siyaseti lekelemeyin, askerimizi yıpratmayın, iş dünyasını ürkütmeyin” diye yaklaşmak, tam bir intihardır. Adalet mekanizmasının devreye girdiği, deliller, sanıklar, tanıkların belli olduğu ve somut suçlamaların şeffafça dile getirildiği; hatta mahkeme kararıyla cezaya çarptırıldığı olaylara örtbas etme içgüdüsüyle yaklaşmak, basın hakkında oluşacak kötü bir imaja da zemin hazırlamak demektir.

Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak:

ani