BIST 9.891
DOLAR 35,37
EURO 36,59
ALTIN 3.028,46
HABER /  MEDYA

Medyanın mesaj avcıları

Asker manşetlerine ve komutanların "sert" mesajlarına sarılan medyaya eleştiri var.

Abone ol

Asker-sivil görüşmeleri devir teslim törenlerinde medyada çıkan haberlerin çoğu uydurma çıkıyor. Verilen sert mesajlar büyük puntolarla işleniyor. Zaman Genel Yayın Yönetmeni Dumanlı ise diyerek bu tür haberlerin demokrasiye zarar verdiği görüşünde.


Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: www.zaman.com.tr

-26 Ağustos tarihli gazetelerimizin hemen hepsi aynı konuyu manşet yapmıştı. Bir gün önce yapılan Kara Kuvvetleri Komutanlığı devir-teslim töreninden derlenmişti bu manşetler.


İki habere uzun uzun yer veriliyordu. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer"in söyledikleri ve iki komutanın devir-teslim töreni sebebiyle yaptıkları konuşmada dile getirdikleri. Konuşulanlara bakıldığında “manşet yapılmasında bir mahzur yok” demek mümkün; zira bu tür törenler öteden beri önemsenir. Bu tip merasimlerde verilen mesajları basın varolduğu günden bu yana büyük bir ciddiyetle takip eder. Bu gelenek düşünüldüğünde manşetleri yadırgamamak gerekiyor; lakin mesaj avına çıkmışçasına yapılan bazı "haber atraksiyonlarını" da göz ardı etmemek gerekiyor.

Mesela devir-teslim törenine çok büyük bir önem atfeden ve bunu geniş geniş sayfalarına taşıyan gazetelerin birçoğunda “sert mesaj” vurgusu yapılıyordu. Bu mesajların bir kısmı Cumhurbaşkanı Sezer"e ait; hedefinde hükümet var. Sayın Cumhurbaşkanı “Lübnan"a asker gitmesin” açıklaması yaparak hükümeti zor durumda bırakacak bir çıkış yaptı. Her şeyden önce diplomatik nezakete uygun bir çıkış değildi bu. Tabii ki Cumhurbaşkanlığı gibi çok önemli bir makamın ağırlığı ile de örtüşmüyordu. Özellikle Cumhuriyet başyazarı İlhan Selçuk ile “periyodik görüşme” yaptığı iddiaları; hatta hükümeti siyaseten yıpratma senaryolarında Sezer"in de adının geçiyor olması açıklamalardaki iyi niyete gölge düşürüyor. Cumhurbaşkanımızın, başbakanımızın ve askerlerimizin bir araya geldiği ve sorunların tartışıldığı platformlar varken “Biz maşallah BM kararı çıkmadan (asker göndermeye) talip olduk” gibi sözlerle adeta resmî muhatabının gıyabında dedikodu yapıyor duruma düşülmesi cumuhurbaşkanlığı makamının ağırlığı açısından hoş bir durum değil. Bunun polemik konusu yapılması da nahoş bir manzarayı gözler önüne seriyor. Sayın Reis-i Cumhur ne bu hükümetle doğru-dürüst ilişki kurabildi ne bir önceki hükümetle. Anayasa kitabını fırlattı, Türkiye Cumhuriyeti"nin en şiddetli ekonomik krizine sebep oldu. O gün bu gündür Çankaya ile hükümet(ler) arasında esecek tatlı bir meltemi kamuoyu özler oldu. Ne yazık ki bu durumu çok iyi bilmesine rağmen Türk medyası, Çankaya-hükümet polemiklerine bayılıyor; tabii bu arada Türk demokrasisi örselendikçe örseleniyor…

Basınımızın “Sert mesajlar” diye ifade ettiği; hatta bir miktar yücelttiği sözlerin diğer bir bölümü de iki komutana ait. Aslında Büyükanıt ve Başbuğ"un mesajlarında yadırganacak bir şey yok. Atatürk ilke ve inkılâplarından bahsediliyor, Türkiye Cumhuriyeti'ni tehdit eden unsurlardan söz ediliyor, AB"ye mesajlar veriliyor, terörle mücadele üzerinde duruluyor, irticaî ve bölücü faaliyetlere değiniliyor… Aslında sadece askerler değil bütün devlet erkânı yukarıdaki hassasiyetleri hemen her konuşmada dile getiriyor. Böyle yapmalarını geçerli kılacak sebepleri de var. Ancak bu mesajların aslî sınırları bazı haber ve yorumlarda bir hayli aşılıyor. Doğru olmayan bu.

Türk medyasının tedrici intiharı...

Mesela Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök"ün veda ziyaretleri ile ilgili ilginç haberler neşredildi. Güya Özkök Paşa Meclis Başkanı Bülent Arınç"ı ziyareti sırasında “Hakkınızı helal edin” demiş. Gerçekten demişse ilginç, sıcak; belki duygulu bir veda gerçekleşmiş demektir; bu haliyle haber değeri de vardır. Ancak Kara Kuvvetleri Komutanlığı devir-teslim törenine katılan Özkök, “Ne ben ona dedim; ne de o bana öyle bir şey söyledi.” diyerek meseleye açıklık getirmiş. O zaman bu helalleşme senaryosu nereden çıktı? Hangi mesaj avcısı, sürek avının hangi safhasında bu bilgiyi kamuoyuna taşıdı? Düşünmekte fayda var.

Gazetelere yansıdığına göre neşeli bir tören gerçekleşmiş. Mesela Büyükanıt Paşa sıcak havanın tesiriyle kan ter içinde kalmış ve “Üniforma bir ton oldu.” esprisini yapmış. Bu arada gazeteciler Sezer"in etrafını sarıp onu soru yağmuruna tutmuş. Kuşatmayı gören Özkök Paşa, “Sayın Cumhurbaşkanım, bir işaretiniz yeter. İsterseniz sizi kurtarayım.” demiş. Milliyet bu tabloyu naklederken haberi “Sezer ise hiç beklenmedik bir şekilde -Benim kurtarılmaya ihtiyacım yok. Ben kendimi kurtarırım- diyerek cevap verdi.” şeklinde tasvir ediyor. Anlaşılan o ki Özkök sıcak ve kibar bir espri yapayım demiş; Sezer de her zaman ki asabi duruşuyla sert bir çıkış yapmış. Nahoş bir tutum. Ve maalesef yine aynı hata; yani mesai arkadaşlığı; hatta amirliği şeklindeki ilişkinin resmî ve normal platformları varken Sezer, gazetecilerin önünde polemik pozları veriyor. Şüphesiz Cumhurbaşkanı kötü niyetle yapmıyor; ancak sempatik bir davranış sergilemediği de ortada…

Her neyse; tablo bu. Pek de hoş olmayan bu manzarayı küçük notlar ya da kulisler şeklinde veren gazeteler olduğu gibi buna inanılmaz bir mesaj yükü bindirenler de oldu. O haberi okuyunca sanırsınız devletin zirvesinde saç saça baş başa bir kavga var; belki de böyle bir kavgayı arzu edenler var…

Şu gerçeği görmek şart: Asker manşetleri çoğaldıkça, askerler üzerinden mesajlar üretildikçe, hem ordumuz yıpranıyor hem demokrasimiz. Türk medyasının tedrici intiharı da işin cabası! AB yolunda uzun bir mesafe alan Türkiye, bugün bambaşka bir yerde; yarın daha özgür, daha demokrat, daha şeffaf bir ufka erecek. Eski alışkanlıkların nüksetmesiyle ortaya çıkacak manzara, hem Türkiye"nin dünyadaki imajına zarar veriyor; hem tavan yapmakla tabana çakılmak arasında çok ince bir hesaba dayalı ekonomik dengeyi sarsıyor. Vaktiyle bu yol çok eskitildi ve ülkeye faydalı olacak bir adım bile atılamadı. 28 Şubat"ın üzerinden neredeyse 10 yıl geçti. O meş"um depremin enkazından hiç kimse sağlam çıkamadı; çıkamaz da. O yüzden ilişkileri gerecek konulardan sakınmak; en azından daha duyarlı yayıncılık anlayışını ortaya koymak gerekiyor; yoksa yakamızı çocuklarımızın, torunlarımızın ellerinden kurtaramayız