Danimarka’da başlayan karikatür krizi global bir çatışmaya doğru gidiyor. Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı medyayı dikkatli olmaya çağırdı
Abone olDumanlı " başlıklı yazısında tehlikeli gidişata dikkat çekti.
Yazı : Ekrem DUMANLI
Danimarka’da başlayan karikatür krizi global bir çatışmaya doğru gidiyor. Malumunuz; Danimarka’da bir gazete, Hz. Muhammed’i küçük düşürmeye yeltenen bir karikatür yayınlamıştı. İslam dünyasından tepkiler yükseldi.
Aslında hemen önlenebilecek bir hadise, yanlış politikalar yüzünden uluslararası bir krize dönüştü. Danimarka Başbakanı Rasmussen’in hadiseye kayıtsız kalması, dostça yapılan uyarılara bile kulak tıkaması ve topu sürekli taca atması, “medeniyetler arası çatışma” tezini yeniden alevlendirdi. Bir ara Belçika, karikatürlere sahip çıkacak oldu; ancak Belçikalı politikacılardan bir kısmı akıllı manevralarla Müslümanların haklı tepkisinden kendini kurtardı. Ardından Fransa’da, Almanya’da ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde bazı gazeteler karikatürlere sahip çıktı. Güya hadise basın özgürlüğü, güya mesele düşünce hürriyeti! Batı’da bazı kutsallara saygıda kusur edilemiyor; edilemez de! Mesela antisemitizmi (Yahudi düşmanlığı) ifade eden hiçbir yazı, dizi, çizgi, gazeteler tarafından kullanılamaz. Yahudilik konusunda bu kadar titiz bir tutum sergileyen Batı basını, söz konusu İslam olunca, o dinin hiçbir kutsal değerine saygı göstermiyor.
Avrupa Zaman’ı tebrik etmek gerekiyor
4 Şubat tarihli gazetemizde Brüksel muhabirimiz Selçuk Gültaşlı, harika bir röportaja imza attı. ABD’nin ilk Uluslararası Dinî Hürriyetler Büyükelçisi Robert Seiple ile görüşen Gültaşlı, çok önemli bir gerçeği Zaman okuru ile paylaşmış oldu. Röportajın başlığı bile karikatür krizini yeterince izah ediyordu: “Karikatür, Yahudi soykırımını da körükledi; Avrupa tarihten ders alsın.”
Röportajdan bir gün sonra Gültaşlı telefonla aradı. Emekli büyükelçi Seiple’nin verdiği ipucundan hareketle bazı tarihî gerçeklere ulaştığını söyledi. Meğer Uluslararası Dini Hürriyetler Büyükelçisi’nin bahsettiği karikatürlere internet üzerinden ulaşmak mümkün; hatta çok kolaymış. “Bu karikatürler yayınlanabilir mi?” diyordu. Bu teklifte Yahudi düşmanlığı yoktu; sadece tarihten ders çıkarma niyeti vardı. Böyle bir yayıncılığın yanlış olacağı kanaatine vardık. Çünkü dinî konularda yapılacak her türlü kışkırtıcı yayın, korkunç bir hataya dönüşebilirdi. Bizdeki bu nezaket, diğer din mensuplarında da, diğer medya gruplarında da, olmalıdır. Çünkü kendi dinine hakaret edilmesini istemeyen, başka bir dine hakaret etmemeli…
AİHM’nin Hz. Peygamber’e hakaret davasındaki yaklaşımı
Hz. Muhammed’e hakaret davası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) gündemine bir başka olaydan dolayı geldi. Ali Rıza Ergüven’in Peygamber Efendimiz’e yönelik hakaretler içeren “Yasak Tümceler” adlı kitabına ceza verilmişti. AİHM’ye yapılan başvuruda verilen ceza doğru bulunmuş ve kitabın naşiri Berfin Yayınevi, AİHM tarafından haksız görülmüştü. Bilindiği üzere kitabın yazarı 2 yıla mahkûm edilmiş, hapis cezası daha sonra para cezasına çevrilmişti. Mahkeme, kamu huzurunu ilgilendiren konularda yargının meseleye müdahale edebileceğini, bunun “demokratik toplumlarda” hukuka düşen bir görev olduğunu ortaya koyarak, “Bu kitap, İslam peygamberi hakkında rahatsız edici ve provokatif düşüncelerin yanı sıra, hakaret amaçlı ifadeler de barındırmaktadır…” demişti.
Demek ki hukukî düzlemde de bir peygamberi aşağılamaya kalkışmanın makul gerekçesi yok! Hakareti, düşünce ve ifade özgürlüğü maskesi arkasına gizlemenin Batılı değerler ile de ilgisi yok!
Karikatür krizinde Zaman, hem soğukkanlılığını muhafaza etti; hem de meselenin çözümüne katkıda bulunabilecek önemli haberlere imza attı. Mesela Emre Demir’in Strasbourg’dan yaptığı haber harikaydı. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Alvaro Robles ile görüşen arkadaşımızın haber başlığı gazetemizin perşembe nüshasında manşet oldu: “Avrupa, İslam Düşmanlığıyla Mücadele Kararını Unutmasın”. Bu hatırlatmanın altındaki gerçeği Zaman okuru gayet iyi biliyor. Başbakan Erdoğan’ın da katıldığı son toplantıda Avrupa Komisyonu, İslam düşmanlığı ile mücadele kararı almıştı.
Aynı tarihli gazetemizde (2 Şubat 2006) harika bir haber daha vardı. Berlin’den Oktay Yaman ve Süleyman Bağ, Almanya Federal Meclis Başkanı Lambert ile görüşmüştü. Almanya’da Müslümanlara karşı uygulanan ayrımcılığı Başkan, “Vicdan testi saçmalık” cümlesiyle eleştiriyordu. Aynı gün, Kopenhag muhabirimiz Hasan Cücük çok iyi bir gazetecilik örneği daha veriyordu. Danimarka’nın önde gelen ilahiyatçısı Prof. Tim Jensen ile yaptığı röportaj gösteriyordu ki karikatürü yayınlayan Jyllands Posten Gazetesi yayından önce Jensen’den görüş istemiş. Profesörün uyarılarını ciddiye almayan gazete, dünyanın başına yeni bir bela açmış oldu. Karikatür hadisesinde gece gündüz çalışan Zaman Avrupa Haber kadromuz, yerinde gazeteciliğin, soruşturmacı gazeteciliğin en güzel örneklerini verdi; hepsini kutluyorum.
Anlaşılan o ki Müslümanları dünyadan koparmak, onlar hakkında global bir husumet havası oluşturmak isteyenler var. Bu durum global tahrik senaryolarıyla önümüzdeki günlerde daha da incitici bir havaya bürünebilir. Müslümanların daha uyanık, daha basiretli, daha makul tepkiler göstermesi gerekiyor. Yoksa meçhul ve karanlık mahfillerde planlanan bir oyunun parçası olma ihtimali var!
Reklam verenlerle yüz yüze
Reklâm Verenler Derneği (RVD) geçen hafta önemli bir programa imza attı. Yazılı basının reklâm sadedinde mercek altına alındığı konferansta ilginç bilgilere yer verildi. Mesela bazı araştırmalar, gazete reklâmlarının televizyondakilere göre sekiz kat daha değerli olduğunu ortaya çıkarmış. Dünya Gazeteler Birliği Strateji Danışmanı Jim Chisholm, bu bilginin içini dolduracak değerlendirmeler yaptı, araştırma sonuçlarına başvurdu. Norveç, Japonya gibi ülkelere oranla bizde tirajların düşük olduğunu, ancak tirajı yüksek ülkelerde bir gazeteyi 1-2 kişi okuduğu halde Türkiye’de bir gazeteyi yaklaşık 10 kişinin okuduğunu söyledi. Chisholm’un ilginç tespitlerinden biri de şu: Amerika’daki gazetelerde büyük bir kriz yaşanıyor; çünkü okur yaş ortalaması çok yüksek. Oysa Türkiye’de yapılan araştırmalar okur yaşının genç bir nüfusa dayandığını ortaya çıkarıyor. Televizyon kanalı sayısındaki artış, mecra dağıtımında şirketleri zora sokuyor. Gazete okurunun daha kalıcı ve seçici bir tüketici olduğu; ancak reklâm verenlerin bazen okurun gücünü tam göremediğini söylüyor…
RVD’nin programına 5 genel yayın yönetmeni (Serdar Turgut-Akşam, Sedat Ergin-Milliyet, İsmet Berkan-Radikal, Eyüp Can-Referans, Ekrem Dumanlı-Zaman) davet edilmişti. Serdar Turgut’un uzman muhabirlik üzerine yaptığı vurgu hem diğer yayın yönetmenlerinin desteğini aldı hem de dinleyiciler tarafından kabullenildi. Soru-cevap faslına geçildiğinde de bu etki hissediliyordu.
Yayın yönetmenleri ve içeriden bakış
Sedat Ergin, konuşmasını AB çerçevesinde çizdiği bir ufka odakladı. Yerinde bir tespitti bu. Çünkü Türk basınının, uluslararası standartları ile sınavı zorlu ve çetin bir dönemi işaretliyor. Sedat Bey’in 90’lı yıllarda yapılan hatalara gönderme yapması boşuna değildi. Milliyet Yayın Yönetmeni’ne göre 90’lı yıllardaki genel hatadan Türk medyası da payına düşeni almıştı. Ergin, Milliyet için yapacakları yeniliklerden de kısaca bahsetti. Mesela medyadaki müstehcenlikten kendisinin de rahatsız olduğunu, Milliyet’in “aile gazetesi” olmak için hamleler yapacağını söyledi…
İsmet Berkan’ın üzerinde durduğu en önemli konu, gazete pazarlama ve satış teknikleri üzerindeydi. Reklâm verenlerle yüz yüze gelindiğine göre belki de en çarpıcı konu başlığı buydu. Berkan’a göre Türkiye’deki bayi satışının varabileceği son nokta zorlanıyordu. Ve bu nokta, zaman zaman okuru güç durumda bırakıyordu. Zira her gün bayie gitmek, oradan gazete temin etmek kolay bir iş değildi. Berkan, abone sisteminin Türk gazeteciliği için bir çıkış noktası olabileceğini söyleyerek bana atıfta bulundu ve abone sistemini anlatmamı istedi.
Eyüp Can, gazeteciliğin toplumca muteber bir meslek olarak görülmemesinin önemli bir problem olduğunu; bu durumun değiştirilmesi gerektiğini savundu. Güvenilir gazete ihtiyacının arttığını söyleyen Can’a göre ekonomi gazeteleri başta olmak üzere, bilgi ağırlıklı gazetecilik, daha parlak bir geleceğe yürüyor. İnternetin gazeteler için bir tehdit olmadığının altını da ayrıca çiziyor Can…
Sıra bana geldiğinde zaten çok güzel konuşmalar yapılmıştı. Bilgi akışındaki zenginliğin bir avantaj olmakla beraber aynı zamanda büyük bir problem oluşturduğu üzerinde durarak bilgi kirlenmesinden bahsetmek zorunda hissettim kendimi. Çünkü bugünkü en büyük sorunlardan biri bu. Türkiye’de müfteri bir zümre, her gün yalan-yanlış bilgilerle psikolojik harp yapmaya yelteniyor. İsmet Berkan’ın talebi üzerine reklâm verenlere abone sistemini anlattım. Her müşteriye tek tek hizmet sunmak reklâm verenler için de ilginç bir iş tecrübesiydi…
Gazetelerin, dolayısıyla gazete reklamlarının, geleceği tartışıldı ve ilk defa bu kadar geniş bir dairede reklam verenler ile yayıncılar karşı karşıya gelmiş oldu. Çok net bir şekilde görüldü ki Türk basınında zihnî bir değişim yaşanıyor. Bu değişim, sadece sosyal dayanakları itibarıyla değil, ekonomik gerçekliği ile de doğru bir yörüngeye oturuyor. Daha güvenilir marka olma yolunda atılan adımlar, sosyal ahengi daha dikkate alan yaklaşımlar, Türk basınının yeniden yükselişine vesile olabilir. Böyle bir programa vesile olukları için RVD’yi tebrik etmek gerekiyor…