BIST 9.634
DOLAR 34,65
EURO 36,47
ALTIN 2.920,41
HABER /  MEDYA

Medya aşirete dönüştü

Ekrem Dumanlı Türk basının son zamanlardaki tutumunu irdeledi ve medyayı aşirete benzetti.

Abone ol

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı Türk basının son zamanlardaki tavrını beğenmedi. 'Adam kayırma' ve 'adam harcama' konusunda uzmanlaşan Dumanlı'yı 'Dost acı söyler'i yazmaya itti.

Yazı: Ekmer Dumanlı
Kaynak:  

Türk medyası hakkında hep umutlu oldum; umutlu kalmaya özen gösterdim. Çünkü 2001’de dibe vurdu medya ve oradan önemli dersler çıkardı. İtiraflar eşliğinde ortaya çıkan manzara bir yönüyle utanç ifade etse bile, diğer yönüyle umut vaat ediyordu.


28 Şubat süreciyle Türk basını güvenilirliğini yitirdi, itibarını kaybetti... Üç beş sene öncesine kadar yasakçı, cuntacı, hortumcu gibi sıfatlar, Türk basınının üzerine yapışmıştı. Aslında öteden beri bu sıfatlara müstahak olduğunu düşünenler de vardı. Ancak, “Post modern darbe” rüzgarları dindiğinde “Biz nerede yanlış yaptık?” diyen bir basınla karşı karşıyaydık. Onun iç muhasebe duygusudur ki pek çok insanı “Tamam, galiba bu sefer doğru yoldayız” düşüncesine sevk etti. Bu iyimserlik, basit bir iyi niyet ya da temenniden değil; aynı zamanda somut olaylardan alıyordu gücünü. Sosyal ahengi bozmaya yeltenmiyor, provokasyonlara daha dikkatli yaklaşıyor, demokrasinin tahammül rejimi olduğuna dair görüntüler veriyordu medya. Mesela 3 Kasım 2002 seçimlerinde AK Parti’nin aldığı zaferi “demokrasinin gereği” olarak görenlerin sayısı, faşist yaklaşımları ezip geçmişti. 28 Şubat dönemiyle kıyaslandığında önemli bir tavır değişikliğini işaretliyordu bu tutum.

Demokrasi ibresinden şaşma işaretleri

Son aylardaki yayınlara bakıldığında basının demokratik duruşunda sapmalar gözleniyor. Üzücü bir durum bu! Çünkü Türk medyası, antidemokratik yaklaşımların diyetini çok ağır ödedi. Mesela, medya kimi düşman ilan ettiyse halk onu baş tacı yaptı; kime kahraman payesi lütfettiyse (!) onu devre dışı bıraktı. Siyasette, ekonomide, sporda, sanat dünyasında her kim “medya mağduru” olmuşsa halk onu omuzlarına aldı. Sebep çok açık: Medya objektif kriterler yerine, önyargılara dayalı infazlarla insanları, kurumları, kuruluşları hedef alıyor. Hafife alınan halk zekası, “Vardır bu işin içinde bir hinlik” diyerek kendine sezgilerine dayalı bir mevzi seçiyor. Üzülerek kaydetmek zorundayım ki Merkez Bankası Başkanlığı için yapılan yayınları insafla, izanla, vicdanla telif etmek mümkün değil mesela. Sabık başkanı öyle bir övdü ki Türk medyası, sanırsınız Türk ekonomisinin tek ve sihirli anahtarı eski Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’nin elindeymiş. Türk Lirası’ndan altı sıfırı da o atmış, enflasyonu tek haneli rakama da o çekmiş... Madem o kadar güce sahipti niçin 2001 krizinde de o muhteşem yeteneğini ortaya koyamadı; o kara dönemde başkan yardımcısı değil miydi? İnsanların gözlerinin içine baka baka söylenen bunca palavrayı halk yutuyor mu acaba? Bir bürokratın böyle bir gücü olduğunu kim tevehhüm edebilir? Bu ittifak çağrışımlı destek şüphe uyarıyor şüphe! Bunu medya gör(e)miyor.

Başçı’ya yapılanlar çağ dışı

Ayrıca, Merkez Bankası Başkan Vekili Erdem Başçı ile ilgili yapılan yayınlar utanç verici. Ne insanlığa sığar bu tür yayınlar ne gazeteciliğin etik değerlerine. Göreve yeni gelmiş bir adamın başarı grafiğine, eğitim düzeyine, geçmiş kariyerine bakılır. Ne gezer? Karısının başörtüsüne dolanıverdi medya; üstelik Çankaya Köşkü’nü hesaplayarak ve jurnalci bir üslupla. Serdengeçti’nin karısı hakkında tek satır yazı kaleme almayanlar, Başçı’nın eşi ile ilgili “son kale” dedikoduları üretti. Güya AK Partililer bürokraside kadrolaşıyormuş da, yeni görevlilerin eşi kapalıymış da, Merkez Bankası başı kapalı eşe sahip bürokratlar için “son kale” imiş de... Ayıp ki ne ayıp! Maksat belli: Merkez Bankası’nın başına hükümetin istediği adamı değil, medyanın icazet verdiği bir insanı getirmek. Buna engel olunamaz, Köşk’e yapılan jurnalden bir sonuç elde edilemezse bile amaç, Başkan’ı tartışılır hale getirmek. Dolayısıyla hükümeti hırpalamak. Başçı’nın göreve başlamasıyla yükselen borsa değerlerine rağmen ekonominin hassas dengeleriyle oynamak pahasına yayınlar yapmak Türk medyasına ne kazandırabilir ki? Neredeyse bürokratın “tarikat irtibatı” ya da “cemaat bağlantısı”nı ortaya çıkarmak için (!) medya özel hafiyeleri imrendirecek bir tehalük içinde. Yalan-yanlış yakıştırmaları Van savcısı için de yaptı basın. Bu haliyle, medya tarihî bir hatayı tekrar ediyor ve maalesef yenik düştüğü öfkesi ve egosuna söz geçiremeyerek birkaç yıl önceki tövbesini bozuyor, insanların özel hayatlarına ilişiyor ve bütün yanlışları yeniden hortluyor. Tek çare var: Hatayı görmek ve aklıselime dayalı yayıncılığa bir kez daha dönmek.

Aşiret medyası mı, yoksa...

Üzülerek söylemek zorundayım; basının tuttuğu mevzi, her geçen gün demokrasinin daha da uzağına düşüyor. Bir hadise zuhur eder etmez oraya damlamak, habere konu edilen kişilerin aile fertlerini didik didik etmek, bu didiştirme esnasında başörtüsü zabıtalığı yapmak, aile fertlerinden herhangi bir kişinin parti bağlantısını, okul kayıtlarını araştırmak, imam hatipli olup olmadığını çok önemli bir suç verisi gibi göstermek, insanların kahvehaneye mi, camiye mi gittiğini tespit etmek, okey oynuyorsa makbul, camiye gidiyorsa tehlikeli telakki etmek, içki içip içmediğini kontrolden geçirmek... Son dönemlerde “araştırmacı gazetecilik”in en mahir üstatları bu göreve kendini adamış görünüyor.

N’oluyor Allah aşkına! Bir ülkede “tek tip insan”, “tek tip toplum” projesi varsa faşizm var demektir. İnsanların inançları ayrı bir konudur (üstelik kimsenin karışamayacağı mahrem bir konudur) görevleri ve o göreve bağlılıkları apayrı bir konudur.

Türk medyası hakkında olumsuz bir şey yazmak istemiyorum, yazmak zorunda kaldığımda üzülüyorum. Ancak, dilim varmasa da gerçeği söylemek zorundayım. Çünkü “Dost acı söyler” nev’inden yazmaya mecburum: Medyanın “adam kayırma” ve “adam harcama” tekniklerine bakınca, insanlar ortada “aşiret medyası” ya da “medya aşireti” olduğuna dair bir duyguya, bir algıya kapılıyor. Keşke bu algı karşısında avazım çıktığı kadar “Hayır, yok öyle bir şey! Türk medyasının adamına göre takındığı katı tutumları değil; evrensel yayın ilkeleri vardır!” diyebilseydim. Keşke görüntü medyatik bir aşiret havası uyarmasaydı. Keşke!