Türkiye'de ağır aksak ilerleyen adalet sisteminin yanısıra, bir de bilirkişi terörü esiyor. Bir davaya rapor hazırlayan 6 bilirkişi, 6 ayrı sonuç çıkarıyor. Sonuç ise kaos..
Abone olİşadamı N.A. yanında çalışan muhasebecisini 1984’te işten çıkardı. Birkaç gün sonra muhasebecisi, üzerinde eski patronuna ait imza bulunan 80 milyar liralık senetle ortaya çıktı. Mahkeme, işadamının yanında çalışan birine borçlu olmasını mantıklı bulmasa da mevzuat gereği bilirkişi raporu istedi. Dava süresince 6 bilirkişi raporu düzenlendi. Ancak hepsi birbirinden farklıydı. Bu yüzden de karar aşamasına gelinemedi. Yedinci rapor ise 2001’de Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlandı. Kurum uzmanlarının yaptıkları incelemede, işadamı N.A.’nın, muhasebe işlerinde kullanılması için imzaladığı boş kâğıdın üzerine senet basılarak 80 milyar lira yazıldığını belirlendi. Böylece dava tam 17 yıl sonra sonuçlandı. N.A.’nın başına gelenler bilirkişiliğe yönelik eleştirilerin özeti gibi. Davaların işleyişini hızlandırmak ve hakimlere kolaylık sağlamak için oluşturulan söz konusu kurum bugün farklı eleştirilerin hedefinde. Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Daire Başkanı İsmail Birincioğlu, davalarla ilgili rapor hazırlamak için tesis edilen komisyonlarda görev alanların ehil olmadığını belirterek, şu örneği verdi: “Adana Pozantı’da bir belge için yazı inceleme uzmanına ihtiyaç olmuş. Mahkeme de resim öğretmenini bilirkişi atamış. Öğretmenin hazırladığı rapor da itiraz üzerine bize geldi. Belgeyi inceledik ve tam aksi yönde rapor düzenledik.” Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı Ömer Süha Aldan’ın Neşter Operasyonu iddianamesinde yer alan bir cümle de konuya yeni boyut kazandırdı. Aldan, bilirkişi kurumunun yeniden gözden geçirilmesini isterken, şu çarpıcı tespitte bulundu: "Mahkemelerde bilirkişi tutmak, avukat tutmaktan daha kârlı." Bir başka iddiaya göre de dosya başına 150 milyon lira alabilmek için bazı kişiler adliye adliye dolaşarak ‘bilirkişi kartviziti' dağıtıyor. Buna karşılık, bilirkişi raporları, trilyonluk yolsuzluk davalarının seyrini doğrudan etkiliyor. Mahkemelerde bilirkişilerin görüş belirttiği çok sayıda dosya itiraz üzerine Adli Tıp Kurumu'na gönderiliyor. Kurum uzmanları, bilirkişinin aksine rapor düzenleyince ortaya bir çelişki çıkıyor. Dava sürecinin uzamasına sebep olan bu durum, mahkemede haklı tarafı mağdur ederek bazı şahıslara da rant kapısı haline dönüşüyor. Bilirkişilik konusunda sadece tıbbi konularda hekimlerin bilirkişi seçilmesi zorunluluğu bulunuyor. Tıbbi konuların dışındaki bilirkişilik hakkında düzenleme olmadığı için yeterli bilgiye sahip olmayan kişiler bilirkişi olarak atanıyor. Bilirkişilik sorununun çözülmesi için Adli Tıp Kurumu'nun aynı zamanda akademi olarak çalışması üniversitelerin ilgili fakültelerinde yüksek lisans ve doktora eğitimi verilmesi isteniyor. Ankara Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hamit Hancı da bilirkişilik konusunda bir yozlaşma olduğunu ifade ederek, bilirkişilik yapanların iki yıllık yüksek lisans ya da doktora eğitimi almasından yana olduğunu söyledi. Hancı, "Bilirkişiler en azından sertifika ile çalışmalı. Avrupa Birliği normlarına göre sertifika programı en az 60 saat olmalı ve program sonunda sınav yapılmalı." dedi. Hancı, Türkiye'de özellikle belge, imza ve yazı inceleme ile yangın konusunda verilen bilirkişi raporlarının yetersizliğine dikkat çekti. Adli Tıp Uzmanları Derneği Başkanı Ümit Biçer de bilirkişilik konusunda bir disiplin olmadığını ifade ederken, ilkokul mezunu olan birisinin de bilirkişilik yapabildiğini kaydetti. Biçer, tıp konusunda olduğu gibi diğer adli konularda da bilirkişilik yapacak insanlarla ilgili yasal düzenlemeye gidilmesi gerektiğini belirtti. Biçer, bir ilkokul mezunu ya da o konuda belli bir meslek pratiği olanlar bilirkişi olarak atanabildiğine dikkat çekti. Biçer, “Oysa mahkemeler bilimsel bilgiyi yansıtması açısından bir insandan destek alacaksa bu kişinin teknik bir eğitimden geçmiş olması ve görüş bildirebilecek bir akademik düzeye sahip olması şarttır." diye konuştu. Ceza Mahkemeleri Usulleri Kanunu'nun (CMUK) 65. ve 85. maddelerine göre çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde mahkemelerin bilirkişi tayin ederek doğru karara ulaşması gerekiyor. Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Daire Başkanı İsmail Birincioğlu, artık her konunun bilirkişiye götürüldüğünü ifade ederek, "İşte bu uygulama bilirkişilik kurumunun yozlaşmasına ve bilmez kişilerin türemesine neden olmuştur. Özellikle büyük kentlerde elinde çanta kapı kapı mahkeme ve yargıç kollayan bilimsellikten ve uzmanlıktan uzak sözde bilirkişiler yaygınlaşmıştır." diyor. Avukat Abdullah Şen, bilirkişi raporlarından hukukçuların da muzdarip olduğunu ifade ederken, "Bilirkişilik kanayan bir yara, kimin hangi mahkemede bilirkişilik yaptığı belli değil." diyor. Bilirkişilerin belli bir alanda hizmet vermesi gerektiğini kaydeden Şen, "Bir inşaat mühendisi emlakla ilgili konuda bilirkişi atanıyor. Oysa emlak ile inşaat birbirinden çok farklı. Bu yüzden çok sayıda rapor itiraz üzerine Adli Tıp Kurumu'na gönderiliyor." diye konuştu. Haber: Abdullah Dirican Kaynak: Zaman Gazetesi