BIST 9.652
DOLAR 34,69
EURO 36,75
ALTIN 2.961,83

Mahçupyan ne diyor?

Benim kendilerinden ayrıldığım temel nokta budur: Evrensel hukukun her türlü siyasete üstünlüğüne olan inancımdır.

İnternethaber birbiri ardına dolu ve önemli röportajlar yayınlıyor. Bu seriye en son Etyen Mahçupyan da katıldı. Üç gün üst üste yayınlanan bir söyleşide iktidara, “cemaat”e ve topluma dair önemli şeyler söyledi. Görmediyseniz dönün bakın berim.

Ben de bu vesileyle Mahçupyan’ın görüşleri üzerine bir şeyler yazmak istedim. Çünkü bu görüşler bir süredir hararetle tartışılıyor. Kimisi Mahçupyan’ı şiddetle yeriyor, kimisi göklere çıkarıyor.

Peki neden? Çünkü Mahçupyan Türkiye’nin en önemli entelektüellerinden. Derin düşündüğüne, toplumu iyi okuduğuna kuşku yok. Ta 28 Şubat günlerinden bu yana Kemalist statükoya karşı durarak “demokrat” kesimde muteber bir referans olduğu da ortada.

Son dönemdeki Mahçupyan’ın dikkat çekici yönü ise, iktidarı giderek daha fazla eleştiren “demokrat” yahut “liberal” kalemlerin aksine, iktidara halen güçlü bir destek vermesi. Bu açıdan, “her şeye rağmen AK Parti’yi destekleyen seküler demokratlar” diye bir ekol varsa (ki var, çoğu da sitesinde yazıyor) Mahçupyan bunun en önemli örneği.

Peki ben ne düşünüyorum hem Mahçupyan hem de bu “ekol” hakkında?

 

Eksik kalan nokta

Hemen belirteyim: Bu ekolün Türkiye analizlerinin çoğunu doğru buluyorum.

Çünkü, evet, AK Parti iktidara geldiğinden beri adeta patolojik bir muhalefetle yüz yüzde kaldı. Toplumun Kemalist, solcu veya “Beyaz Türk” kesimleri, bir tür içselleştirilmiş Oryantalizmle fanatikçe karşı çıktı AK Parti’nin her şeyine. AK Partililerin dindarlığı, muhafazakârlığı veya “başörtülüğü” başlı başına bir sorundu bunların gözünde.

Bu damar AK Parti karşıtı cephede kuşkusuz halen mevcut. Halen (aynı ekolün mensuplarından biri olan Markar Esayan’ın tabiriyle) “totaliter sekülerler” var. Sözgelimi “kadınlar plajı”na peşinen karşı çıkan (yani erkeklerin yanında mayo giymek istemeyen kadınların denize girme hakkını tanımayan) CHP’liler bunun bir örneği.

Aynı AK Parti karşıtı cephede, “çözüm süreci”ne ezbere karşı çıkan koyu “Türkçü” bir damar da var. Söz konusu ekol, bunu da yeriyor, buna mukabil AK Parti’nin Kürt kimliğini kucakladığını vurguluyor ki, bu da doğru.

Peki eksik kalan ne?

Eksik kalan, AK Parti karşıtı cephedeki tüm bu sorunları titizlikle eleştirenlerin, konu AK Parti’deki sorunlara gelince eleştiri oklarını birden bire indirmeleri.

Oysa, son 2-3 yıldır eleştiriyi giderek daha fazla hak eden bir AK Parti var.

Başka her şeyi bir kenara bıraksak bile, siyaseti giderek “iç düşmanlarla savaş” mantığına oturtan, bu açıdan da Eski Türkiye’yi fazlasıyla andıran bir iktidar dili var.

Bakın, AK Parti’ye desteği bilinen (iktidar-cemaat kavgasında da iktidardan yana tavır alan, o yüzden de Bugün gazetesinden bugün istifa eden) Gülay Göktürk, bu konuda şunları bir hafta kadar önce:

Özellikle Gezi olaylarından bu yana belirginlik kazanan bu atmosferde muhalifler sürekli olarak ‘kökü dışarıda olmakla’, ‘Türkiye düşmanlarının taşeronluğuyla’ suçlanıyor, gayrimillî ilan ediliyor. Doğal ittifaklar ‘Türkiye karşıtı komplo’ olarak addediliyor. Örneğin, yerel seçimlerde iki partinin bir araya gelip tek bir adayı destekleme kararı almaları meşru bir seçim stratejisi olarak görülmüyor da ‘Türkiye’nin önünü kesmek isteyenlerin kurguladığı kökü dışarıda sinsi bir proje’ olarak lanse edilerek gayrimeşrulaştırılıyor. Her lafın başında ‘Yeni Türkiye’nin önünü kesmek isteyenlerden’, ‘Yeni Türkiye’ye pusu kuranlardan’, ‘Yeni Türkiye düşmanlarından’ söz ediyor. Parti liderlerinin söylemleriyle beslenen bu havanın, alt kademelere ve taraftarlara doğru indikçe, onların bile tüylerini ürperten bir ölçüsüzlük ve keskinlik kazandığını görüyoruz.”

Peki Mahçupyan ve aynı ekol entelektüeller, bu siyasi zihniyetten ne gibi siyasi sonuçlar çıkacağını bilmezler mi?

Ve zaten çıkmakta olduğunu görmezler mi?

 

İhtilal hukuku

Görüyor olmalılar. Ama anlaşılan “anlaşılır” buluyorlar. Mahçupyan İnternethaber’e şöyle demiş zaten:

Yargıya yapılan müdahaleler, yolsuzluk dosyalarının üzerine gidilmemesi, çok kaba saba yöntemlerle dershane olayının üzerine gidilmesi, iş dünyasına tehditkâr müdahalelerin olabilmesi... Basın alanında kendisine yakın olan gazeteler üzerinde bir tür adı konmamış tahakküm sergilenmesi... Bunlar normal zamanlarda olması kabul edilemeyecek şeyler. Ama Türkiye normal bir zaman geçirmiyor.”

Yani, “normal bir zamanda olmadığımıza” göre, “normal zamanlarda olması kabul edilemeyecek şeyleri” kabul etmemiz gerekiyor.

Anlaşılan, yine Mahçupyan’ın ifadesiyle bir “halk ihtilali” yaşadığımıza göre, bu “ihtilal”in hukukun evrensel ilkelerini bir süre olsun rafa kaldırmasını makul bulmamız icab ediyor.

İyi ama Kemalizm de bunu söylememiş miydi bize?

Dahası başlattığı “devrim” hiç bitmediği, “dahili ve harici bedhahlarla” sürekli boğuştuğu için, kurduğu “olağanüstü hal” 90 küsur sene sürmemiş miydi?

Hadi Kemalizmi bir kenara bırakalım, daha yakın tarihteki bir örneğe gelelim: “Ergenekon süreci.”

Hatırlamak gerekir ki, Mahcupyan ekolü kalemlerin istisanız hepsi, bu süreçteki bütün aşırılıkların neredeyse hepsini desteklemiş ve meşrulaştırmışlardı.

O zaman “bir dakika, bu iş çığırından çıktı, cadı avına döndü” diyen az sayıda kalemi ise (ki bunlardan biriyim), fazla “steril” olmakla itham etmişti bazıları. Türkiye’ye “Norveçli” gibi bakmakla, yaşanan “tarihi dönüşüm”ü anlamamakla eleştirmişlerdi.

Sonra o rüzgar geçti, “ihtilal”in o safhası bitti. O zamanın en ateşli kalemlerinin bazıları da “hata ettik” demeye, günah çıkarmaya başladılar. “Faydalı aptallık etmişiz” diyen bile oldu.

Ama nedense kendilerine o hatayı yaptıran zihniyeti, yani “olağanüstü şartlar” nedeniyle hukuku göz ardı etme zihniyetini sorgulamak akıllarına gelmedi.

Benim kendilerinden ayrıldığım temel nokta budur: Evrensel hukukun her türlü siyasete üstünlüğüne olan inancımdır.

Sebebi de “seküler demokrat” değil, “şeriatçı liberal” olmamdır ki, manasını bir önceki yazımda izah etmiştim. (Bkz: “?”)

 

Yeni Türkiye’ye katkı

Kapatmadan bir şey daha ekleyeyim.

Mahçupyan’a özellikle bir noktada katılıyorum: Yeni bir Türkiye kuruluyor ve bunu peşinen tel’in etmenin manası yok.

Evet, daha iyi bir Türkiye isteyen herkes, bu “Yeni Türkiye”nin iyi bir yer olması için çaba harcamalı. Küskünler kulübü kurmak yerine katkı sağlamaya çalışmalı.

Ama bu katkı, Yeni Türkiye’nin mimarlarına medhiyeler düzerek ve onların muhaliflerini yerin dibine batırarak olmaz. Bilakis, zaten müthiş bir kudrete sahip olan bu mimarlara dürüst, makul ve yapıcı eleştiriler getirmekle olur.

Örneğin, Türk Yahudi cemaatinin niçin “Sözcü” okuduğunu irdelerken, iktidar yanlısı medyada hemen her gün temayüz eden çirkin anti-Semitizm’i de hesaba katmakla ve kınamakla olur.

Mahçupyan’ın analiz gücüne itibar ettiğim içindir ki, bunları görebileceğine inanıyorum.

Ve dahası, hangi ekolde olursak olalım, hakaretsiz, istihzasız, “laf çakma”sız bir entelektüel tartışma ortamı oluşturabileceğimize…