BIST 9.368
DOLAR 34,48
EURO 36,25
ALTIN 2.961,05

“Mağduriyet siyaseti” Ak Parti’nin tekelinde midir?

Ak Parti’nin seçim başarılarının nedenleri arasında hep bir “mağduriyetten istifade etme” olgusu tartışılır. Ki haklılık payı olan bir savdır.

Ak Parti’nin seçim başarılarının nedenleri arasında “mağduriyetten istifade etme” olgusu hep tartışılır. Ki haklılık payı olan bir savdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın okuduğu şiir nedeniyle hapis yatması, 28 Şubat sürecinde mütedeyyin kesimin yaşadığı baskı ve sıkıntılar, e-muhtıra, Gezi olayları, 17-25 Aralık süreçleri gibi verebilecek örnekler;

hükümetin seçim alanlarında sık sık dile getirdiği ve bir mağduriyet tablosu çizerek seçmenden oy kazanmaya çalıştığı konulardı.

Ama tamam, hal böyle de... Peki, bu ülkede mağduriyet yaşayan tek kesim İslamcı ve muhafazakâr kesim midir?

Başka bir mağduriyet yok mudur?

Bu kıygınlığı lehine kullanabilecek fırsatçılığı bir tek Ak Parti mi gösterebilmiştir?

Halbuki yakın siyasal tarihimiz, bir mağdurlar tarihidir.

Bu coğrafyada mağduriyet yaşadığını düşünmeyen bir kesim neredeyse yoktur.

Kürtler, Aleviler, Ermeniler, zulüm gördük diyen İslamcılar, ülkücüler, hatta batıdan çektiklerimizi unutmayan Kemalistler…

Ermeni tehciri, Dersim isyanı, Türkiye Hıristiyanlarının sürülmesi, Aşkale kampları, 6-7 Eylül olayları, 27 Mayıs, 12 Mart, darbeler, idamlar ve hapis cezaları…

1 Mayıs 77 katliamı, Kıbrıs, Maraş, Alevi meseleleri, ardından 12 Eylül ve Kürt sorunu gibi sayfalar dolusu arda arda yazılabilecek bir mağdurlar listemiz vardır.

Ama tüm bu mağduriyetler atlasının arkasında yatan kritik mesele, “mağduriyet kültürü ve iktidarı kullanma biçimi” arasındaki ilişkide yatmaktadır.

***

Evet, kimi zaman kronik mağdur statüsünde yer alan kimi zaman da değişimli-dönüşümlü mağdurlardan oluşan bir politik tarihimiz var, doğrudur.

Fakat bu tarih aynı zamanda iktidar makinesini ele geçirdiğinde “mazbutluğunu  bir siyasal söylem olarak karşıtlarına karşı kullanmaların”  da tarihidir. Bundan ötürü bizdeki “mağduriyet tarihi”, bölüm bölümdür ve parçalıdır.

Yani sıra birine, daha sonra da ötekine geçmektedir.

Bundan dolayı da deva bulunamayan ve sürekli yeni mağdurların türediği bir siyasal ortam ortaya çıkmaktadır.

Ki inanın yüzyıla varan demokrasi kültürümüze bakarak söyleyebilirim ki; bahsettiğim kronik mağdurlar da gücü ele geçirdiklerinde kendilerini ayrıştırarak, diğerlerini yok farz etmekten asla kaçınmayacaklardır.

Çünkü asıl problemimiz, kendi mağduriyetimize sahip çıkmaktan çok ötekini dışlayan ve daha büyük mağduriyetler yaratan politik reflekslerimizdir.

Bu nedenle aslında sorun sadece Ak partinin mağduriyet siyaseti değildir… Asıl mesele çevreden merkeze doğru gelebilmiş iktidarların yaygın politik kültürüdür.

Tek parti döneminde de olan buydu, Menderes döneminde yaşananlar da…

***

Mağdur olan kitle, özbenliğini merkeze koyar. Bu nedenle kendinden olana karşı daha duyarlı refleksler geliştirir. Diğerlerini ise amiyane tabirle pek umursamaz.

Tıpkı Suriye meselesinde onlarca farklı mezhep ve etnik unsurdan kendi mağdur kümesine yakın ölümleri sahiplenip, diğerlerine kayıtsız kalmak da yaşandığı gibi…

Tıpkı Ergenekon Balyoz davalarında iddia edilen hukuksuzlara kayıtsız kalırken, kendi başına geldiğinde adalete isyan etmekte olduğu gibi…

Tıpkı Ermeni’yse Ermeni sorununa, Kürt’se Kürt meselesine odaklanıldığı gibi...

Bu sebeplerden ötürü; mağduriyetler savaşına bir çözüm bulamadığımız, hepsini bir arada telaffuz edemediğimiz, yeni bir adalet anlayışıyla algılarda ortak bir mağduriyet tarihi yazamadığımız sürece bu döngü hep devam edecektir.

Ha birileri bundan daha az istifade edecek ya da daha fazla kullanacaktır ama karşılıklı intikam ve hınç kültürü bir türlü bitmeyecektir.

Dahası, mağduriyet istismarını sadece Ak Parti’nin kullandığı bir yöntemmiş gibi ifade etmek; inanın bağcıyı dövmekten öteye geçmeyecektir.

Asıl vicdanlı, cesaretli ve dürüst politik duruş; bu yüzleşmeyi kendimizle yapabilmemizdir.