BIST 9.774
DOLAR 34,03
EURO 37,78
ALTIN 2.802,00
HABER /  GÜNCEL

Lümpen kültüre yaptırım şart oldu!

Usta şair ve yazar Hilmi Yavuz, kültürel hayatımızı kuşatan lümpen kültüre yaptırım uygulamanın kaçınılmaz olduğunu yazdı. Yavuz, yaptırımın sınırlarını şöyle çizdi:

Abone ol

Lümpen kültürün hayatımızın hemen her alanını kuşatığı bir süreçten geçtiğimizi söyleyen usta şair Hilmi Yavuz, adlı o çok önemli yazısında yaptırımdan söz etti. Ancak, Yavuz'un 'yaptırım'dan kastı bildik-tanıdık yaptırım değildi; bizzat edebiyatın içinden gelmeliydi.
Gerisini Hilmi Yavuz'dan dinleyelim:

Yazı: Hilmi Yavuz
Kaynak:  

Türkiye’de temelli bir çelişki yaşanıyor. Bir yandan Devlet, kendi ideolojik ve yaptırımcı aygıtlarıyla resmi ideolojiyi egemen kılmaya çalışırken, öte yandan sivil toplumun kamusal alanında popüler (dolayısıyla, gayrıresmi) bir ideoloji dolaşıma girmiş görünüyor.
Gerçek anlamda bir sivil toplumdan sözedilemeyişinin ortaya çıkardığı bir trajedi bu: Ne resmi ideolojiyi ne de popüler gayrıresmi ideolojiyi onaylayanların trajedisi! Resmi ideoloji ile lumpen medya kültürü arasında, Devletle Medya arasında, iki arada bir derede sıkışıp kalmışlık anlamında bir trajedi…

Dolayısıyla ne o ne öteki! Ne devlet ne medya! Ama elbette bir iktidar oyunu var: Lumpen medya kültürü, niteliğin değil, niceliğin öneçıkarıldığı bir erki dayatıyor; resmi ideoloji ise miadı dolmuş bir tip Modernliği, ideolojik ve yaptırımcı aygıtlarıyla olduğu kadar, lumpen medyanın desteğiyle iktidar kılmaya çalışıyor. Gerçek iktidar, Devlet ve Medya kültürünün dışında ve ötesinde, sivil bir kültürün iktidarı olacaktır. Ama bu, henüz ortada görünmüyor.

Konumuz edebiyat. Sözü oraya getirmek istiyorum. Edebiyatta da, sivil kültürün iktidarı değil, lumpen medyanın hegemonyası yürürlüktedir. Bir kısım edebiyat eleştirisinin bugünkü içler acısı durumu, medyanın insanları birbirine düşürüp ‘polemik yaratmak’ amacıyla yaptığı lumpen kışkırtmaların edebiyatı da kuşattığını gösteriyor. Bir türedi ‘lumpen yazar’ kategorisi var, ve bunlar, edebiyat dergilerinde yer bulmaya, daha da vahimi, itibar görmeye, devam ediyorlar.

Yaptırım, elbette! Ciddi edebiyat (ve sanat, hatta edebiyata ağırlık veren mizah) dergilerinin, Internet sitelerinin (başta ‘ekşisözlük’!) küfürlü, cahilane, edebsiz, bayağı ve saldırganca pislikleri, ‘eleştiri’ adıyla yayınlamaktan vazgeçebiliyorlar mı? Bu lumpenlere, bu tür pislikleri ‘basmayacaklarını’ söyleyebiliyorlar mı? İşte asıl ‘yaptırım’ budur. Ama giderek edebiyat dergileri de lumpen medya kültürünün egemenliği altına girmiş görünüyorlar. Pislikle, saldırganlıkla, edebsizlikle ve cehaletle ‘reyting’ yapılabileceğini mi düşünüyorlar da, o yüzden mi bu türlü türrehatı yayımlıyorlar; -öyle galiba!

Bizim insanımızın temel karakteristiklerinden biridir. Kendi alanında (ya da değil!) bir başkasının (-hele, o başkası biraz öne çıkmış, biraz kendinden söz ettirmeye başlamışsa!), üçüncü kişiler tarafından hakarete maruz bırakıldığını görmekten, sadistçe ve aşağılık bir haz duyar. Reyting çılgınlığının temelinde biraz da bu var, gibime geliyor.

Yaptırım, bizzat edebiyatın içinden gelmelidir. Dergiler,internet siteleri bu tür düzeysizlikleri yayımlamamalılar. Bu konuda etik bir norm oluşturmalılar, diye düşünüyorum. Tipik örnek, ödüller karşısında medyanın aldığı tavır. Ödüllerin, daha doğrusu, ödüllerin seçici kurullarının (daha da doğrusu, seçici kurulların bazı üyelerinin!) son zamanlarda ağır ve ne yazık ki düzeysiz, ‘eleştiri(!)lere maruz -kaldıklarını biliyoruz.: Edebiyatımızın ‘zehir hafiye’leri, hangi üyenin kime oy verdiğini bile biliyorlar (!) maşallah! Hemen ve kendi payıma, şunu belirtmeliyim: Seçiciler Kurulu üyesi olarak hiçbir pazarlığın, hiçbir paslaşmanın içinde olmadım. Ali Hikmet’in Necatigil Ödülü’ne aday olduğu yıl, ne seçiciler kurulu toplantısına katıldım ne de oy verdim! Buna hem Necatigil ailesi hem de öteki seçici kurul üyesi arkadaşlarım tanıktır.

Seçiciler Kurulu toplantılarında (Ali Hikmet’in aday olduğu toplantı dışında) adaylar hakkında düşüncelerimi elbette söyledim ve elbette tercihimi ya da tercihlerimi belirttim. Kurul üyesi olarak, yapmam gereken de budur. Elbette adaylarımı, gerekçeler öne sürerek savundum, bu da görevimdir, diye düşünüyorum. Bundan ötesi karaçalma, safsata ve düzeysizliktir. Dediğim gibi, ben kendi adıma konuşuyorum. Ötesi benim dışımda olup bitmişse, bu beni hiç ilgilendirmez. Ama edebiyat etiğindeki yozlaşma beni elbette ilgilendiriyor...