BIST 8.619
DOLAR 34,32
EURO 37,50
ALTIN 3.026,17
HABER /  GÜNCEL

Londra Film Festivali ardından

Festivalin merakla beklenen filmlerinden biri de, Cannes’da Altın Palmiye’yi kazanan Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu”ydu. Filmi ve Ceylan’ın sinemacılığını İngiliz sinema eleştirmenleri Geoff Andrew ve Joyce Glasser ile konuştuk.

Abone ol

58. Londra Film Festivali, dün gece sona erdi. Bu yıl 162 bin kişinin izlediği festivalde merakla beklenen filmlerinden biri de, Cannes’da Altın Palmiye’yi ödülünü kazanan, Nuri Bilge Ceylan’ın filmi "Kış Uykusu"ydu.

Nuri Bilge Ceylan’ın sinemacılığını ve son filmini, İngiliz Film Enstitüsü’nde Film Program Başkanı Geoff Andrew ve Londra’da yaşayan Amerikalı eleştirmen Joyce Glasser ile konuştuk.

Filmi ilk kez izlediğinizde sizde bıraktığı duygu ne oldu? Sinema salonundan nasıl çıktınız?

Geoff Andrew: Ben filmi ilk kez Cannes Film Festivali’ndeki dünya prömiyerinde izledim. Beklentiler çok yüksekti. Ceylan önceki filmleriyle Cannes’daki ödüllerin çoğunu kazanmıştı zaten. Artık Altın Palmiye’yi kazanmasının zamanı gelmişti. Gösterimin sonunda, Kış Uykusu’yla ödülü alacağından emindim. Müthiş bir çalışmaydı, her bakımdan çok güzeldi. Önemli, ilginç sorunları, bugünün sinemasında hayli ender görülen bir güven duygusuyla ele alıyordu. Soluk aldırmayan, heyecanlı bir gösteri yerine, klişeler ve şablon tiplemeler yerine, kolaycı ve insana iyi gelen kaçışçı eğlence yerine, Ceylan, bizi, yeniden, yavaşlamaya, düşünmeye ve insan doğasının karmaşıklığı üstüne kafa yormaya davet ediyordu. Sinemadan büyük bir keyifle ama bir yandan da izlediklerim ve duyduklarım üstüne düşünme arzusuyla çıktım. Ve filmi kısa süre içinde bir kez daha görme isteğiyle...

Joyce Glasser: İlk düşüncem, tüm gördüklerimi hazmetmem için bütün bir kışa ihtiyaç duyacağım şeklindeydi. Ve hemen "Üç Maymun", "Uzak", "İklimler" ve tabii "Bir Zamanlar Anadolu’da" filmlerindeki konular ve tiplemeler geldi aklıma. Filmin sonunda "Çehov’a teşekkür edilmesi" de, "Mayıs Sıkıntısı"nın Çehof’a adanmış olmasını; "Bir Zamanlar Anadolu’da" filmindeki Çehov göndermelerini hatırlattı. Haluk Bilginer’in karmaşık bir oyunculukla canlandırdığı Aydın ile, Ceylan’ın daha genç yıllarından izler sunan, "İklimler"de kendi oynadığı İsa ve "Uzak"taki Mahmut karakterleri arasındaki ilişkileri inceleyebilmemin ise, sayfalar tutacağını düşündüm.

Dünyadaki herhangi bir coğrafyadaki herhangi bir erkek ya da kadının, kendisini, Aydın ve Nihal veya Necla ile özdeşleştirebileceği kanısında mısınız? Yoksa bu karakterleri “Türkiye’ye özgü” mü buldunuz?

Geoff Andrew: Herhangi bir erkeğin ne düşüneceğini bilemem, erkeklerin kendileriyle ne ölçüde dürüst olduklarıyla ilişkili birşey bu. Ama Ceylan, günümüzde erkeğin gurur, güvensizlik, kendini beğenmişlik ve kendini aldatma duygularını anlayışlı ama eleştirel bir şekilde resmeden en iyi film yönetmenlerinden biri. Filmdeki Aydın bana özellikle doğulu veya aydın biri olarak görünmedi, öyle bir izlenim yaratmak istemesine karşın. Belki bazı tavırları Türk olmasının altını çiziyorsa da, Aydın belli bir sınıf ve yaştaki bir erkeği temsil ediyor. Ben, bu filmi açık fikirli ve kendi davranışları üstüne düşünmeye hazır olarak izleyen erkeklerin, Aydın’da kendilerinden pek çok şey bulacaklarını düşünüyorum.

Joyce Glasser: Ceylan’ın mükemmelliği, hiçbir karakterinin, İsmail gibi, en ufak ve en çapsız karakterinin bile, siyah beyaz olmamasında yatıyor. İsmail kötü bir adam değil, ama gururuyla, hapis cezası ve ardından gelen işsizlikten ötürü, kendisine zarar veriyor. Tek oğluna güvenli bir gelecek ve eğitim fırsatı getirebilecek bir olanağı da imha ediyor. Bu yüzden ben tüm karakterlerde, yer yer hoşlandığım, yer yer nefret ettiğim noktalar gördüm. Ama filmde karısı ve kız kardeşinden ziyade, Aydın’la özdeşleştirdim kendimi.

Nuri Bilge Ceylan sineması nasıl bir evrim geçiriyor sizce? Bir sinemacı olarak olgunluk çağına girdi mi?

Geoff Andrew: Bence Nuri Bilge Ceylan film yapmaya epeyce ileri yaşlarında, pek çok seyahat yaptıktan, uzun uzun düşündükten, okuduktan ve film izledikten sonra başladığı için, ilk iki üç filmini tamamladığında zaten hayli olgunlaşmış bir yönetmendi. Şimdi o döneme kıyasla daha büyük kaynakları ve daha büyük deneyimleri olduğu doğru. Ama bence en büyük farklılık, kendisine duyduğu güven duygusunda. Bu da filmlerinin layık oldukları övgü ve ödülleri kazandığını görmesiyle gelişti ve daha çok yaratıcı riskler almaya başladı. İkinci farklılıksa boyutsal anlamda. Filmlerinin daha uzun hale gelmesinden söz etmiyorum burada yalnızca; yavaş yavaş daha "büyük", daha ciddi konuları ele alır oldu. Altın Palmiye’yi kazanmasından sonar bu yolda ilerleyeceğini düşünüyorum ama büyük sanatçılar hakkında fazla da tahmin yürütmemek gerekir.

Joyce Glasser: Nuri Bilge Ceylan 55 yaşında, daha uzun bir yol var önünde uzanan. Ama bu filmde, oteldeki klostrofobik odalar ve arkadaşının sıcak, bir sürü eşyayla dolu çiftlik evi ile dondurucu, çamur içindeki bozkırlar arasındaki tezatlığı çok güzel bir şekilde görüntülüyor. Ben özellikle filmi sonunda, otelin uzaktan görünüşünü çok sevdim. O sahneden önce, oteli öyle uzaktan görmemiştik. Sonunda kış uykusuna uygun bir dizi mağaradan ibaret olmayıp dünyadan adeta kopuk, zaptedilemez bir kale gibi çıkıyor karşımıza.

"Kış Uykusu" 196 dakika uzunluğunda. Filmin basına gösteriminden sonra kimi genç sinema muhabirleri filmi fazla uzun olduğunu söylüyordu. Sizce uzun muydu? Genç izleyici kitlelerinde "benliğin anlamı" üstüne bunca uzun düşünecek sabır var mı bu devirde?

Geoff Andrew: Ben filmi fazla uzun bulmadım. Ama Ceylan’ın zaman zaman bizleri sabırsız ve boğucu bir ruh haline sokmak istediği doğru. Çünkü filmindeki kişiler bu duygu içinde. Uzun ve hayli yavaş ilerleyen bir film, patlamış mısırlı sinemaya alışkın seyirciler için külfetli gelebilir. Ama insanın kesinlikle zamanını ayırması gereken bir film, zira insana önemli katkılar sağlıyor sonunda. Filmi gerçek sinema sahnesinde görüntülerin tüm güzelliğiyle izlemek en iyisi tabii ama, Ceylan, filminin gösterime girmesinden sonra, birçoklarınca DVD veya internet üzerinden izleneceğini de biliyor. Dolayısıyla filmi ara vererek izlemek de mümkün. Sonuçta bir romanı bir oturuşta okuyup bitirmeyiz. "Kış Uykusu" da iyi bir romanın yoğunluğuna, derinliğine ve zenginliğine sahip.

Joyce Glasser: Ben filmin "çok uzun" olduğu eleştirilerine katılmıyorum. Wagner’in Tristan ve İsolde’si 5 saattir ve sona erdiğinde, beni gözyaşları içinde opera salonundan çıkarmanız gerekir. Bir film çok uzunsa ya yönetmen çeşitli sonlar düşünmüştür, ya bazı noktalarda kendine fazla düşkün davranmıştır ya da neyi anlattığını bilmiyordur. Filmin genel etkisine zarar vermeyecek şekilde bazı sahneler kesilebilirse, o zaman yerinde bir eleştiri olabilir.

Sizi Nuri Bilge Ceylan sinemasının, görsel ve konusal anlamda en çok etkileyen yanları neler?

Geoff Andrew: Bunu yanıtlamak zor. Bir taraftan Nuri Bilge Ceylan’ın filmleri son derece güzel yapımlar. Görüntüler, ses, senaryo, oyunculuk, tempo…Diğer taraftan da alışılmadık ölçüde yakın ilişki kurabileceğiniz, psikolojik açıdan gayet keskin ve doğru saptamalar yapabilme yeteneği var. Hepimiz için geçerli saptamalar. Küresel anlamlar taşıyan bir sanat üretiyor. Birşey daha eklemek istiyorum; Nuri Bilge Ceylan insanın davranış nedenlerini ve ilişikileri irdeleyen hayli ciddi, hatta karanlık filmler yapıyorsa da, bu filmlerde çok hoş dokunuşlar da var. Seyirciye hoş gelen tatlı, sevecen mizah dokunuşları. Bütün bu unsurları bir araya getirince sanırım Nuri Bilge Ceylan sinemasını, hem boyutsal anlamda, hem de konu ve tarz bakımından çok insanca bulduğumu söyleyebilirim.

Joyce Glasser: En iyi şiirde, müzikte, tiyatroda, resim ve sinemada olduğu gibi, görüntü ve temalar birbirini destekliyor, biçim ve içerik birleşiyor. Nuri Bilge Ceylan’ın görüntüleri de büyük, işlediği konular da. Ama basmakalıp değil bunlar. “Uzak”ta bir ölçüye kadar “İklimler”de ve bu filmde, aydın kişinin giderek artan soyutlanmışlığını, sevdikleriyle ya da hatta arkadaşlarıyla ve normal insanlarla ilişki kuramaz hale gelmesini izledik. Ve üstelik bu aydınlar çok faal kişiler de değil. Amaçsızlar, başladıkları işi bitiremiyorlar, herhangi bir hırsları yok. Aydın, küçük bir göldeki büyük balık olmak istediğini söylüyor kız kardeşine. Dış mekanlara, İstanbul’a düşkün olmakla birlikte Çehof karakterleri gibi durağanlıktan muzdarip. Joyce’un kısa öyküsü “Ölü”deki zayıf karakterler gibi her zaman üşüyor, her zaman paltolu. Filmde iktidar, güç teması, yoksulluğun zenginlik kadar soyutlanmışlık getirdiği ve yalnızlık duyguları, görüntülerle çok iyi yansıtılıyor.