BIST 9.916
DOLAR 35,27
EURO 36,75
ALTIN 2.979,38
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

Lanetli Kraliçe: Nefertiti

Hırslı, etkileyici ve güzel Mısır kraliçesi Nefertiti’nin hikayesi.

Abone ol

“” altbaşlığıyla, tarihi gerçeklere uygun olarak kurgulanmış bir roman. Remzi Kitabevi tarafından yayımlandı. Ayşe Başçı’nın özenli çevirisiyle okurla buluşan eserin yazarı, Michelle Moran. Moran, 1980 doğumlu, Amerikalı genç bir yazar. Dünya genelinde sık sık yaptığı geziler ve katılmış olduğu gönüllü arkeolojik çalışmaların ardından özel bir tutkuyla tarihi kurgulara yönelmiş. Moran’ın kitapları hem Amerika’da hem de İngiltere’de yayımlanıyor. Eserleri onbeşten fazla dile çevrilen yazarın geniş bir okur kitlesi var.

Yazar, okuru daha kitabın en başından firavunlar dönemine götürüp Mısır’ın o gizemli atmosferine, çölün çıldırtıcı büyüsüne, gecenin o devasa sessizliğine sokuveriyor. “Ölüleri anmak, onları hayata döndürmektir” diyen bir Mısır atasözüyle başlayıp etrafındaki topraklara yasam kaynağı olan Nil’in kıyısına oturtuyor okuru. Başınızı çevirdiğiniz anda “kedi gözlü” bir kadınla göz göze geliyorsunuz. “Kimsin?” demeye kalmadan Nefertiti’nin küçük kardeşi Mutnojmet olduğunu söylüyor size. Oturuşu, bakışı ve sesindeki “bilgelik”le başlıyor anlatmaya ablasını ve yaşadıkları dönemi...

Nefertiti…

Saçları siyah, gözleri koyu renk, ufak tefek ve bronz tenliydi. Elmacık kemikleri avuç içine alınabilecek kadar belirgindi. Kraliçelerin bile gözlerini alamayacağı kadar güzeldi; iyi bir eğitim almış, kendini son derece geliştirmişti. Bir Mitanni prensesinin kızıydı o. Bakanların hem korku, hem de kıskançlık duyduğu bir kadındı. İnsanları büyüleyen, büyüleyemediklerini de zekâsıyla kolayca alt edebilen birisiydi. Amacı, insanların lideri olmak, ölümsüzleşmek ve tarihe geçmekti. Sonsuzluğun peşindeydi. Kusursuz bir gülüşü vardı. “Kadınlığını” kullanmayı biliyor ve bu nedenle kısık sesle konuşuyordu erkeklerle. Böylece onu duyabilmek için eğiliyorlardı. Gülüşünü idareli kullanıyor, gülümsediği anda da erkekler kendilerini onun ışığında yıkanmış gibi hissediyorlardı.

Politikti yaşama bakışı. Bir tanrıyla evlenip tanrıça olmak peşindeydi. Daha da ötesini istiyordu aslında. “Tanrılar kendilerine yetiştiğim için beni cezalandıracaklar mı” diyebilecek kadar ötesini… Ölümü göze alabilecek kadar cesurdu aynı zamanda. Kurnazdı ve kontrol edilemez bir gücü vardı. Vahşi bir özgüven sahibiydi. Hedefine kilitleniyor ve bu yolda her şeyi meşru sayıyordu. Zaman akıyor, ekmek ve şarapla satın alınmış halkın sevgisiyle yüzü ışıldayan bir firavuna dönüşüyordu Nefertiti.

Acı son, tüm hızıyla gelmişti bu mağrur kadının üstüne, ölümsüzlüğüne inanmaya başladığı gün, aslında yalanlarla kuşatılmıştı. O andan itibaren tüm cesareti bir korkuya dönüşmüştü. Her an bir suikasta uğrama endişesi tüm benliğine hâkim olmuştu. Kaybedecek çok şeyinin olması, korkularını her geçen gün arttırmıştı.

Amenhotep…

Firavun. Nefertiti’nin kocası. Hiç kimsenin adını duymadığı güneş tanrı için tapınaklar yapan adam. Tapınma için değil elbette, sadece iktidar sahibi olan rahiplerden “gücü” devralma adına, binlerce insanın kanı üzerine en büyük tapınağı inşa eden adam. Tanrılığını ilan etmenin peşindeydi Amenhotep.

Zaten tanrıya ihtiyacı yoktu ki! Ne firavunların, ne kralların, ne de “iktidar sahiplerinin” tanrıya ihtiyacı olmuştu tarih boyunca. Tanrı, sadece “zavallılar” ve “zayıflar” için vardı!

Nefertiti’nin babası…

“İhtiyar”ın baş veziri. Nefertiti’yi kontrol edebileceğini sanıp firavunla evlendiren adam. Kurnaz ama bir hayalperest!

Anne kraliçe

Baş vezirin kız kardeşi. Nefertiti’yi firavuna eş seçen kadın. Erkek kardeşi gibi firavunun kontrol altında tutulabileceğini düşleyen bir diğer hayalperest!

Mutnojmet…

Nefertiti’nin “bilge” ve “insan” kız kardeşi. Bir dönem Nefertiti’nin “kontrol anahtarı”. O günün tanıklığını yapıp okura olup biteni anlatan kadın. Ablasının tam tersine “hırs”tan arınmış, sıradanlığı yeğlemiş biri. “Ne olursa olsun, çocuklarımızın toprak sürmeyi öğrenecek ve Nil’de balık tutacak olması beni sevindiriyor, onlar yolda yürürken kimse sanki tanrılarmış gibi önlerinde diz çökmeyecek. Alçakgönüllü olacaklar” diyebilecek kadar tevazu sahibi. “Güçlüler”in alabildiğine çılgınca eğlendiği, debdebe içinde yaşadığı bir dönemde, veba yüzünden ölen binlerce yoksulun acısını yüreğinde hisseden kadın.

Aşkın, ihanetin, iktidar mücadelelerinin ve din çatışmalarının alabildiğine yoğun olduğu bir dönemde karabasan gibi çöken ve “tanrılaşmış” ihtişama bir son veren “kara ölüm”… Veba…

Önce insanlar nefeslerinde bal kokusu hissediyor, sonra koltukaltlarında ve kasıklarında yumrular oluşup kararıyor ve sızıntı yapıyor. Binlerce insan sokaklarda can veriyor acıyla. Kara ölüm, firavunun kalın duvarlarla çevrili sarayına da giriyor ve firavunu alıyor önce. Nefertiti’nin kaderinin ne olduğunu ise romandan okunmanızı öneririm.

“Nefertiti – Mısır’ın Kraliçesi, Sonsuzluğun Kızı”, içinde bulunduğumuz sıcak yaz günlerinde keyifle ve rahatça okuyabileceğiniz bir roman. Tarihin etkileyici bir döneminde yaşamış güçlü bir kadının çarpıcı öyküsü.
(Şakir Altıntaş)