Sabancı Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Tosun Terzioğlu tartışılacak sözlere imza attı!
Abone olSabancı Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Tosun Terzioğlu, 4+4+4 tasarısına "İlkokulda başörtüsü olabilir" sözleriyle destek verdi.
Terzioğlu bir de öneri sundu:
Farklı bir formül öneriyor Prof. Tosun Terzioğlu; 1+8+4! Yani okul öncesi bir yıl eğitim, sonra kesintisiz sekiz yıl ve dört yıl daha...
Vatan gazetesinden Mine Şenocaklı, Sabancı Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Tosun Terzioğlu ile hükümetin 4+4+4 olarak bilinen yeni tasarısını konuştu.
İşte o çarpıcı ropörtajın en can alıcı kısmı...
KIZLAR İÇİN ENDİŞEM YOK
Benim kızların okula gönderilmesi konusunda endişem yok. Son 5-6 yılda kızların okullaşma oranı yüzde 80'lerden yüzde 98'e yükseldi. Bu çok büyük başarı, bunun için herkes çok çalıştı, ama hükümet istemeseydi bu başarıya ulaşılamazdı. İnsanlar kız çocuklarını okutmak istiyor, bu yüzden bu formülle kızların eve alınacaklarına dair bir endişem yok
İLKOKULDA DA BAŞÖRTÜSÜ SORUN OLMAMALI
Bir çocuğun okula gitmesi, öğrenmesi, dünyayı tanıması, arkadaşlar edinmesi, sosyalleşmesi ne giydiğinden çok daha önemlidir! İlkokulda da başörtüsünün sorun olmaması gerekir. Bu ülkede kadınların yüzde 60'ı başını örtüyor. Ve bu kadınların yüzde 95'i laiklikten yana. Bunu unutmayalım...
4+4+4 YASA TEKLİFİ
Bir kere bu hükümetin önerisi değil. Milletvekillerinin ya da hükümet içindeki grupların hazırladığı bir teklif değil. Ayrıca hükümet programında da böyle bir şey yok. Bu ilginç. Oysa eğitimde ciddi değişiklikler yapmak, uzun, ciddi bir planlamayı ve toplumda bir uzlaşı yaratmayı gerektiriyor. Bana ve birçok insana göre, Türkiye gibi hızla değişen ve 2023'te dünyanın ilk 10 ekonomisi içine girmeye çalışan dinamik bir ülkede eğitim fevkalade önemli. Türkiye, öyle petrol gibi müthiş bir doğal kaynağı, zenginliği olan bir ülke değil. Ama bizim genç bir nüfusumuz var. Genç nüfusumuzu iyi eğitebilirsek, o bizim en büyük zenginliğimiz olur. Bunu yapamazsak da 2023 hedeflerine ulaşabilmemiz hayal olur. Dolayısıyla eğitimde yapılacak herhangi bir ciddi değişikliğin toplumda tartışılması, bir uzlaşı sağlanması gerekir. Nasıl ki bugün yeni anayasa için mümkün olduğu kadar değişik görüşler toplansın ve uzlaşmaya varılsın istiyoruz, eğitimde de aynı şey olmalı. Tabii ki uzlaşmaya varmanın yanı sıra, bunun ciddi olarak planlamasının yapılması da gerekir. Bugün eğitim zorunlu olarak 8 yıl. Bunu bırakın 12 yıla çıkarmayı, 9'a, 10'a çıkardığınız zaman eğitime devamın oranı yüzde 56'ya düşüyor. Bu oranı yüzde 100'e çıkardığımız zaman acaba kaç derslik, kaç öğretmen daha lazım? Bunlar için kaynağı nereden bulacağız? Bunları bugünden yarına yapabilmemiz çok zor. Bunların planlanması, bunlar için kaynak ayrılması gerekiyor.
KANUN TEKLİFİ YETERLİ PLANLANMAMIŞ!
Kaldı ki başka bir şey daha var; sekiz yıllık kesintisiz ilköğretimde öğrencilerin eğitime katılım oranı yüzde 98'lere varıyor. Kızlar da dahil. Bu kesin bir başarıdır ve bu başarıda hemen herkesin payı var. Geçmiş hükümetlerin de çok büyük payı var gerçekten, ama şimdiki hükümetin de payı çok büyük. 5-6 yıl önce kızların ilköğretime katılma oranı yüzde 80'lerdeydi. Ondan sonra "Haydi kızlar okula!" kampanyaları, kızlarını okula yollayan velilere para yardımı yapılması, yer yer valilerin bu işe önayak olması gibi gayet ciddi çalışmalarla biz ilköğretim okullarına devamı dünyadaki en iyi ülkelerin standardına getirdik. Bu çok ciddi bir başarı. Şimdi bu başarıyı perçinlememiz gerekiyor.
OKULA KAZANDIRILAN KIZLAR EVE Mİ DÖNECEK?
Öyle bir kuşku, endişe taşıdıklarını biliyorum bazı insanların. Ama düşünürseniz, bu kızların ilköğretime katılmasında hep beraber çalıştık, bir yere geldik. Burada hükümetin payı hiçbir şekilde küçümsenmemeli. Gerçekten hükümet istemeseydi, sivil toplum ve medya istediği kadar uğraşsın, bu başarıyı elde etmek çok zor olurdu. İmkansız olurdu açıkçası. Bunu başardık. Bu çok büyük bir başarı. Bundan sonra yapılması gereken, özellikle ilköğretimden başlayarak kaliteyi yükseltmekti. Çünkü, evet okullaşma oranında çok başarılı olduk. Ama kalitede henüz o başarıyı yakalamış değiliz. 2023 hedefleri olan bir ülkeye yakışmayan sonuçlarımız var.
Benim kişisel olarak bir endişem yok. Çünkü bir eğilim gözüküyor. Biz kızlarda okullaşma oranında kısa bir sürede yüzde 80-85'lerden yüzde 98'lere geldik. Bu silah zoruyla olmadı. Teşvikle, çalışmayla oldu. Ama bundan da geriye gitme yolunun açılmasının anlamını ben çözemiyorum.
İSTİSNAİ DURUMLARDA OLMALI
Bilmiyorum. Bunu bugünden söylemenin imkanı yok. Ama şu var tabii; eğitim kesintisiz 8 yıl olmalı, ilk dört yıldan sonra evden açık öğretimle eğitime katılabilme, çok istisna durumlarda olur.
TÜRKİYE DİNLE BİLİM ÇARPIŞTIRMAK İSTİYOR
Futbol ve basket maçlarında slogan atmayı anlıyorum. Ama ben eğitimde slogan atamam. Slogan atılmasını da doğru bulmuyorum. "Haydi kızlar eve!" gibi... Hükümet, sivil toplum ve medya, elbirliğiyle okula gitme oranını yüzde 80'lerden yüzde 90'lara çıkardık. Bu bütün dünyada bir başarı olarak alkışlanıyor değil mi? Şimdi birden bunun yüzde 80'e geri dönmesini ben ihtimal olarak görmüyorum. Ama burada yapılmak istenen şeyler arasında "İlk dört yıldan sonra açık öğretim, isterse çocuk okula gitmesin" gibi tasarılar beraberinde bazı insanlarda bu endişeyi getiriyor. O endişelerin de ciddi olduğunu kabul ediyorum.
BAŞKAN DİNDER GENÇLİK DEDİ AMA, MODERN DE DEDİ
Başbakan'ın dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz söyleminin hemen arkasından bu yasa teklifi açıklanınca ister istemez böyle endişeler doğdu...
O açıklamadan sonra benzer bir açıklamayı Başbakanımız AK Parti İstanbul İl Gençlik Kongresi'ne sinevizyonla katıldığında da yaptı. Orada istediği gençlik hakkında kullandığı sıfatlardan sadece biri dindardı. "Bilgili, dünyayla rekabet edebilen, modern, dindar bir gençlik yaratmak istiyoruz" dedi... Orada bir tek dindar öne çıktı. Çünkü biz Türkiye'de dinle bilimi çarpıştırmak istiyoruz. Ve bunu yıllardan beri yapıyoruz. Bu çok yanlış. Mesela bir bilim adamı dindar olabilir, ateist olabilir, ama gene de iyi bir bilim adamıdır. Dinle bilimin illa birbiriyle çatışmasına, çekişmesine hiç ama hiç gerek yoktur. Bunlar birçok ülkenin felsefi olarak 19. yüzyılda çözdüğü şeylerdir. Tekrar onu gündeme getirip, bir genç dindar olursa bilim öğrenemez veya modern olamaz veya modern olursa, bilim öğrenirse dindar olamaz düşüncelerinden ayrılmamız lazım. Onlar raf ömrünü çoktan çoktan geçmiş düşünce kalıpları. Başbakan dindar dedi, bilgili dedi, modern dedi, dünyaya uyum sağlayabilen dedi, bütün bunların içersinde biz sakıncalı olarak sadece dindarı mı görüyoruz?