BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46
HABER /  GÜNCEL

Kutsal Emanetler için DNA testi

Osmanlı Padişahları tarafından 400 yılda toplanan Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan Hazreti Muhammed'in Kutsal Emanetleri için DNA testi isteniyor.

Abone ol

Topkapı Sarayı Müzesi’nin Kutsal Emanetler Bölümü, 400 yılda toplanan dünyanın en büyük kutsal eşya koleksiyonunu barındırıyor. Müzede Hz. Muhammed’in pek çok eşyası, sakalı ve mektupları var. ‘Maziden kalma bir kısım eşyayı güller gibi koklar, öper başımıza koyar, çağrıştırdıklarıyla asırlar ve asırlar ötesini temáşá ediyor gibi oluruz ve kendimizi bu tarihi nesnelerin kullanıldığı, ihtiram gördüğü günlerde hissederiz’ diye başlıyor kitap. Hz. Muhammed’in sırtına giydiği hırkayı, su içtiği kaseyi, savaşta kullandığı sancağı, saçının telini, dişinin minesini, tüm bunların sergilendiği Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler bölümünü anlatıyor. Müzenin genel müdür yardımcısı Hilmi Aydın tarafından yazılan ‘Mukaddes Emanetler’ kitabı 10 yıllık bir çalışmanın eseri. Peygamberlere ait eşyalar tüm dinlerde kutsal sayılıyor. Hıristiyanların Hz. İsa’nın gerildiği çarmıhın parçalarını, Yahudilerin Hz. Musa’nın kullandığına inandıkları eşyaları saklaması gibi. Ancak Topkapı Sarayı’ndaki Has Oda’yı diğerlerinden ayıran, başka hiçbir dinde bu kadar geniş bir kutsal emanet koleksiyonunun bir arada bulunmaması. Bugün sarayın Mukaddes Emanetler Odası’nda 605 parça eşya sergileniyor. Aydın, bu durumun biraz da Osmanlıların konuya gösterdiği hassasiyetten kaynaklandığını düşünüyor. 1517’de Yavuz Sultan Selim’in halifeliği Abbasiler’den almasının ardından Mısır’dan getirdiği parçalarla başlayan koleksiyon, yüzyıllar boyu sürekli genişlemiş, 1917’de Fahrettin Paşa’nın Medine’den gönderdikleriyle son şeklini almıştı. HZ. MUHAMMED’İN DÖRT MEKTUBU Mısır’da bulundu, Abdülmecid’e yollandı Kutsal Emanetler Bölümü’nde Peygamber’e ait olduğu düşünülen dört mektup bulunuyor. Bunlardan 627 yılında Kıpt kavminin reisi Mukavkıs’a gönderilen mektup, 1850’de Mısır’da bir Kıpt Manastırı’nda eski bir Kıpt İncili’nin kabının içinde bulunmuş. Hz. Muhammed’in mektubu olduğu anlaşılınca Sultan Abdülmecid’e yollanmış. Padişah da etrafına altın bir çerçeve yaptırarak süslü altın bir kutu içine koydurup Kutsal Emanetler arasına aldırmış. Deri üzerine yazılı mektubun orta kısmında bazı yerler çürüyüp dökülmüş durumda. Hz. Muhammed, mektupta Mısır’da yaşayan eski bir Hıristiyan topluluk olan Kıpt kavmini İslamiyet’e katılmaya davet ediyor: ‘Ey Ehl-i Kitap, gelin, aramızda müşterek olan bir kelime üzerine birleşelim. Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim...’ Ayrıca, Ahsa Valisi el Münzir bin Sava’ya yazılmış bir mektup bulunuyor. Geri kalan iki mektuptan biri ‘yalancı Müseylime’yi tövbe etmeye, sonuncusu ise Gassanilerin hükümdarı Haris bin Ebi Şemir’i İslamiyet’i kabul etmeye çağırıyor. 370 SAYFA KENARLARI ALTIN YALDIZLI Kutsal emanetlerle ilgili ilk kitabı, 1953’te müzenin ilk müdürü Tahsin Öz yazmıştı. ‘Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler’ (Kaynak Kitapları) ise, görsel malzemenin kalitesi, baskısı, cildi ve kutsal emanetlerin tamamını kapsaması bakımından bir ilk. Kitabın kutusu, III. Murad tarafından yaptırılan Hırka-i Şerif’i muhafaza eden altın kutu şeklinde tasarlanmış. Kitap büyük boy, kuşe kağıt, kenarları altın yaldızlı, 370 sayfa. Özel kutulu ve kılıflı iki biçimde tasarlanmış. 110 milyon TL. HIRKA-İ SAADET Ramazan ayının 14. günü sandıktan çıkarılır padişahın yüz sürmesi için tören yapılırdı Hırka-i Saadet, kutsal emanetlerden en önemlisi. Hz. Muhammed’in giydiği hırka. Hz. Muhammed’in hırkayı Züheyr oğlu Ka’b’a verdiği biliniyor. Ka’b aslında başlarda İslam dinine muhalif bir şairdi. Hz. Muhammed tarafından öldürülmesi için ferman çıkarıldı. Ka’b ölüm emrini duyunca, Hz. Muhammed’in hırkası için Hırka Kasidesi’ni yazdı ve huzuruna çıkıp af diledi. Hz. Muhammed onu affetti ve sırtından çıkarıp hırkasını ona verdi. Hırka-i Saadet olarak anılan hırka, yıllar içinde ilk Osmanlı halifesi Yavuz Sultan Selim’e kadar ulaştı ve oradan Topkapı Sarayı’na şu an durduğu yere getirildi. Hırka-i Saadet’in bulunduğu oda, Fatih döneminde padişahın özel dairesi (Has Oda) olarak inşa edildi. Padişahlar, devlet işlerinin bir kısmını ve ibadetlerini bu odada yürütürlerdi. 1808’den sonra padişahlar Boğaz saraylarını ikametgah olarak kullanmaya başlayınca bina tamamen Mukaddes Emanetler’in muhafazasına tahsis edildi. İsmi de Hırka-i Saadet Dairesi oldu. Hırka-i Saadet, Has Oda’da dört ayaklı yüksek bir sehpa üzerine yerleştirilen altından bir sandığın içinde duruyor. Etrafında da üstü dantel gibi işlenmiş portatif gümüş şebekeler var. Odanın iç duvarları İznik çinileriyle kaplı. Saraya getirildiği 1517’den beri her yıl Ramazan ayında ziyarete açılıyor. Eskiden Hırka-i Saadet’in saklandığı yerden çıkarılarak, padişah-halifenin yüzünü sürmesi ve başında dua okuması için yapılan ritüel önemli bir merasimdi. Buhur suları hazırlanır, tüm devlet erkanı özel kıyafetlere bürünür ve devamlı Kuran okuyan müezzinlerin, imamların refakatinde yedi bohçaya sarılı Hırka-i Saadet, altın anahtarla sandığından çıkarılarak padişahın önüne koyulurdu. Padişahın, Ramazan’ın 14. günü yapılan merasim sırasında Hırka-i Saadet’i öpüp yüzüne sürmesinden sonra üst düzey devlet görevlileri de aynı şekilde bu ritüeli devam ettirirlerdi. Hırka-i Saadet’in padişahlar tarafından askere moral aşılamak için seferlere de götürüldüğü biliniyor. III. Mehmed’in (1595-1603) Eğri Seferi’nde, bozgun başlayınca hırkayı sırtına geçirdiği ve askerlerin tekbir sesleriyle zafere ulaştığı günümüze ulaşan anekdotlardan sadece biri. Hırka-i Saadet’in bulunduğu odada, bugün de görevli müezzinler tarafından 24 saat Kuran-ı Kerim okunmakta. Bu geleneğin başlangıcı tam olarak bilinmiyor ama Yavuz döneminden bu yana sürdüğü düşünülüyor. Selim’in ‘Hayırların fethi, belaların def’i’ için kırk vazifeliye Kuran okuttuğu, kendisinin de kırkıncı görevli olduğu rivayet ediliyor. 124 cm boyunda, siyah yünlü kumaştan yapılmış, içi daha kaba dokunmuş krem renginde yünlü kumaşla kaplı. Ön kısmın sağ tarafında 23x30 cm ebadında bir parçası noksan. Sağ kolda da eksiklik var. Fotoğrafta sadece yarısı görüntüleniyor. Aydın, ‘Eğer hırkanın tümü görüntülenmiş olsaydı, Hz. Muhammed’in boyu ile ilgili hürmetsiz değerlendirmelere neden olabilirdi’ diyor. ‘Her şeyin ortalığa dökülmemesi gerekir.’ SAKAL-I ŞERİFLER Balmumuyla kapalı şişelere konuluyor kırk kat bohçaya sarılarak saklanıyor Hz. Muhammed tıraş olduğu zaman, saç ve sakal telleri etrafındakiler tarafından toplanır, hatıra olarak saklanırdı. Rivayete göre peygamber berbere gittiğinde, Müslümanlar etrafını sarar ve tek bir teli bile yere düşmemesi için bütün saç ve sakal tellerini kapışırmış. Hatta bazen hastalar, kendisine başvurup şifa için o saç tellerinin suyuyla yıkanırmış. Veda haccında Hz. Muhammed de, Mamer bin Abdullah tarafından tıraş edilen saçlarının halka dağıtılmasını istemiş. Bu yüzden birçok cami, aile ve şahsın elinde bugün Hz. Muhammed’e ait olduğu düşünülen saç ve sakal telleri bulunuyor. Sakal-ı şerifler genellikle iki tarafı balmumuyla kapatılmış şişelerde kırk kat bohçaya sarılarak saklanıyor. Camilerde bohçalar bir sandukaya konulup, sehpa üzerinde minberin son basamağındaki sahanlığa yerleştiriliyor, üzerine yeşil bir örtü örtülüyor. Özellikle Kadir gecelerinde ziyarete açılıyor. KADEH-İ ŞERİF Peygamberin su içtiği kadeh gümüşle kaplandı Hz. Muhammed, bir gün Medine’de bir yerden dönerken, Beni Saide Sofası denilen mevkide dinlenmek için mola verir. Yanındaki Sehl İbni Sa’d’a döner ve oturanlara su ikram etmesini ister. Sehl de, o gün Hz. Muhammed’e su ikram ettiği kadehi hatıra olarak saklar. Çapı 20, yüksekliği 8, kalınlığı 2 cm olan Kadeh-i Şerif’in zamanla yıpranan kısımları siyah bir madde ile dolduruldu. Hz. Peygamber’in su içtiği ve dudaklarının değdiği kadehin dışı ise, 16. yüzyılda gümüşle kaplanarak muhafazaya alındı. KADEM-İ ŞERİFLER I. Ahmed 20 bin dinar ödeyip Peygamber soyundan gelen birinden ayak izini satın aldı İlk dönem İslam kaynaklarında bu konuda bir bilgi yok ama, Hz. Muhammed’in sert zemine bastığında bazen mucizevi olarak ayak izinin çıktığına inanılıyor. Bugün Kudüs, Mısır, Hindistan ve İstanbul’da birçok kadem-i şerif bulunmakta. Topkapı Sarayı’nda ise somaki, mermer ya da kırmızı porfir gibi taşlar üzerine çıkmış altı Kadem-i Şerif muhafaza ediliyor. Padişahlar arasında Peygamber’in ayağının izine en fazla hürmet edenin I. Ahmed olduğu bilinir. I. Ahmed, ayak izinin en net görüldüğü Kadem-i Şerif’i, Kahire’de peygamber soyundan gelen birinden 20 bin dinara alarak İstanbul’a getirtti. NA’LEYN-İ SAADET Hicaz iklimine uygun sandaletler Hz. Muhammed genelde sandalet tipi ayakkabılar kullanıyordu. Hicaz bölgesinin sıcak iklimine ve kumlu arazisine uygun olan bu ayakkabıların tekine na’l, çiftine ise nal’eyn ismi veriliyor. Na’leynin tabanı, birkaç kat tabaklanmış deri ya da köselenin dikilmesiyle oluşuyor. Üzerinde ayağı kavrayan kayışları ve parmak arasından geçen iki bandı var. Topkapı Sarayı’nda üç tane Nal-ı Saadet sergileniyor. SANCAK-I ŞERİFLER En son 1914’te cihat için çıktı Hz. Muhammed’in savaşlarda kullandığı siyaha yakın koyu renkte Ukab adlı sancak Topkapı Sarayı’nda gümüş bir sandıkta saklanıyor. Ukab, zamanla yıpranıp parçalara ayrılınca, yeşil bir bohçaya konularak muhafaza edilmeye başlandı. Osmanlılar, Ukab’ın bazı parçalarını da kullanarak üç sancak daha yaptırdı. Seferde, Ukab, toz halinde bir torbada saklanır, sonradan yapılan sancaklar kullanılırdı. Yeniden yaptırılan bu üç sancaktan biri, Hırka-i Saadet’in yanında özel sandığında, hükümdarla birlikte onun gittiği yere taşınırdı. Biri devamlı Hazine-i miri’de dururdu. Üçüncüsü de yine Hazine-i miri’de saklanır, ama savaş açıldığında çıkartılırdı. Sancak-ı Şerif son kez, Birinci Dünya Savaşı’nda 24 Kasım 1914’te çıkartıldı ve cihad-ı ekber ilan edildi. Osmanlıların yeniden yaptırdığı Sancak-ı Şerif, yeşil atlastandı. Üzerine aplike edilen kırmızı parçalara sırma ile ayetler ve Aşere-i Mübeşşere’nin (Hayatta iken Hz. Muhammed tarafından cennete gideceği müjdelenen on kişi) isimleri işlenmişti. TOPKAPI SARAYI KUTSAL EMANETLER BÖLÜMÜNDE SERGİLENEN HZ. MUHAMMED İLE SAHABESİNİN VE BAZI PEYGAMBERLERİN KULLANDIĞI EŞYALAR HZ. MUHAMMED’İN KILICI 99 cm uzunluğunda. Kendinden kabartma çiçekli kabzası altın kaplama ve sekizgen şeklinde. Balçak, altın yuvalar içinde yakut ve firuzelerle bezenmiş. Balçak kolları, ejderha başlarıyla süslü. Tamamen altından 85 cm’lik kının bir yüzü kabzaya uygun olarak altın kaplama, bir yüzü çiçeksi motifler ve savat ile yapılmış selvilerle bezeli. Çiçek motifli, üzerinde Resulullah’a ait olduğu ibaresi yazılı yeşil kumaştan bir mahfaza içinde korunuyor. Kutsal emanetlerden bazıları Hırka-i Saadet, Sancak-ı Şerif, Kur’an-ı Kerim’den ilk nüshalar, Hz. Muhammed’in mektupları, Na’leyn-i Saadet, Kadeh-i Şerif, Sakal-ı Şerifler, Dendan-ı Saadet, Hz. Muhammed’in yayı, Hz. Musa’nın asası, Hz. İbrahim’in tenceresi, Hz. Yusuf’un sarığı, Hz. Yahya’nın kol ve kafatası kemikleri, Kábe kilit ve anahtarları, Hacerü’l Esved mahfazaları, Tevbe Kapısı ve Kanadı, Kábe olukları, Hz. Muhammed’in kabir toprağı, Hz. Fatıma’nın gömleği, hırkası, seccadesi, duvağı, sandığı; Hz. Hüseyin’in hırkası, Veysel Karani’nin külahı, İmam-ı Azam’ın cüppesi, Hz. Mevlana’nın tasları, Hz. Osman, Hz. Davud, Hz. Ebubekir, Hz. Ali, Hz. Ömer’in kılıçları; zemzem sürahileri... HZ. MEVLANA’NIN TASLARI Siyah taştan oyulmuş, birbirinin aynı iki küçük tas. Dış kısımlarında kırmızı ile salavat-ı şerife ve Hz. Musa’nın ismi yazılı. Sofu Halet Efendi tarafından muhafaza edildikleri kaydedilmiş. HZ. YAHYA’NIN KOL KEMİĞİ Hem Hıristiyanlar hem Müslümanlar için kutsal Hz. Yahya’nın kolu, VII. Konstantin zamanında Antakya’dan İstanbul’a getirildi. 12. yüzyılda imparator sarayının şapelinde, daha sonra Fener’deki Meryem Ana Kilisesi’nde saklandı. Fetihten sonra Osmanlı Sarayı’na getirilen kol, 1484’te II. Bayezid tarafından kardeşi Cem Sultan’ı ellerinde tutmaları için Rodos Şövalyeleri’ne gönderildi. Daha sonra Kıbrıs’ta olduğunu öğrenen III. Murad tarafından da tekrar İstanbul’a getirildi ve saraya konuldu. HZ. FATIMA’NIN DUVAĞI Yeşil ince bezden duvağın, Peygamberin kızı Hz. Fatıma’ya ait olduğu, kayıtlardan anlaşılıyor. Altın tellerle ağ biçiminde hazırlanmış bir örtü içinde muhafaza ediliyor. HZ. YUSUF’UN SARIĞI Yavuz tarafından Mısır’dan getirildi. Dışı kahverengi kadife, içi mavi atlastan pamuklu külah üzerine sarılmış tülbent benzeri beyaz bir sarık. Evliya Çelebi, Selim’in Mısır’ın fethinden sonra bir süre bu sarıkla dolaştığını yazar. Bazı padişahlar da, tahta geçtiklerinde sembolik olarak bu sarığı giymiş. HZ. MUHAMMED’İN YAYI 118 cm uzunluğunda, 286 gram ağırlığında. İki ucu da sivri ve kamış cinsi bir ağaçtan yapılma. I. Ahmed (1603-1617), yayın zarar görmemesi için altın yaldızlı ve gümüş savatlı bir mahfaza yaptırdı. HZ. DAVUD’UN KILICI 101 cm uzunluğunda, 2.986 gram ağırlığında. Deri kabzalı, gümüş tepelikli, demir balçaklı. Balçağa yakın kısmında bir elinde kılıç, bir elinde kafa tutan bir insan resmi var. Bu motif, İsrailoğulları’na eziyet eden hükümdar Calut ile yaptığı savaşı kazanan ve Calut’u öldüren Hz. Davut’un zaferini simgeliyor. DENDAN-I SAADET (Hz. Muhammed’in dişi) Uhud Savaşı sırasında Utbe bin Ebu Vakkas bir taş atar, Hz. Muhammed’in miğferi parçalanır, halkaları yanağına batar ve sağ alt çenesinde ön dişleriyle azılar arasındaki dişi kırılır. Dendan-ı Saadet adıyla anılan bu diş parçasının kim tarafından nasıl saklandığı hakkında bilgi yok. IV. Mehmed tarafından yaptırılan kıymetli taşlarla süslü altın bir kutuda saklanan Dendan-ı Saadet, siyahlı-beyazlı bir parçadan oluşuyor. HZ. MUSA’NIN ASASI Hz. Musa’ya, kayınpederi Şuayb tarafından hediye edildi. 122 cm uzunluğunda, ağaçtan, baş kısmında bir budak yeri var. Hz. Musa’ya verilen ilk mucize olduğuna inanılır. Hz. Musa’nın asasının ejderha haline dönüşerek Mısır Firavunu’nun adamlarının sihirlerini yuttuğuna ve Kızıldeniz’e dokunduğunda denizi ikiye ayırdığına inanılır. HZ. İBRAHİM’İN TENCERESİ Bereketli olduğuna inanılan 120x22 cm ebadındaki tencere, silindir bir kutuda. Kutunun üzerindeki etikette, ‘Padişahımız Sultan Mehmed Hazretleri huzur-ı hümayunlarında Hasodabaşı Mustafa Ağa Kethüda’ya teslim eylediği Hazreti İbrahim’in mermer kazganlarının mahfazasıdır. Sene 1058’ yazılı. Tencere Suriye’de bulunan silisli (kumlu) granitten oyularak imal edilmiş. Kutsal emanetlerin yarattığı tartışma Topkapı Sarayı’nda bulunan bu kutsal emanetler konusunda bazı tarihçiler gerçekliklerinin tespit edilmesi gerektiğini düşünürken, özellikle ilahiyatçılara göre aslında konuya böyle bakmamak gerekiyor. Mesele, gerçeklikten ziyade dini bir ritüel olarak değerlendirilmeli. KİTABIN YAZARI HİLMİ AYDIN Kitap vesilesiyle kayıtlar ilk defa okundu Kitabın yazarı Hilmi Aydın (41), sanat tarihçisi. 1988’de Mimar Sinan Üniversitesi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde ilk işine başladı, sonra Topkapı Sarayı Müzesi’ne geçti. Sarayda, önce ‘Silahlar’, 1997’de ‘Mukaddes Emanetler’ bölümünün sorumluluğunu üstlendi. Geçen yıldan beri müzenin genel müdür yardımcısı. Nedir bu eşyaların önemi, insanların bu kadar değer vermelerinin sebebi? - İnsana manevi bir güç verdiğine inanılıyor. Örneğin kitapta da bir minyatür vardır, askerler Hırka-i Saadet’i kafalarında taşıyarak sefere çıkarlar. Savaşta onlara uğur getireceğine inanırlar. Bu emanetlerin getirildikleri ülkelerden şimdiye kadar geri isteyen oldu mu? - Şimdiye kadar olmadı. Ama istek olursa da geri verileceğini zannetmiyorum. Sadece bu müzede değil bazı kişilerin evlerinde de sakal-i şerifler bulunduğu biliniyor. Aralarında gerçek olmayanlar da vardır değil mi? - Burada sergilenen eserlerin hepsinin envanterleri, geçmişleri kayıtlar ile birlikte mevcuttur. Kitap vesilesi ile bu kayıtlar da ilk defa okundu. Buralardan doğruluğu tespit edilebilir. Bilimsel olarak tespit edilebilir mi? Örneğin DNA testi ile... - DNA testi yapılmadı. Ama bu iş inanç konusu olduğu için çok hassas. MURAT BARDAKÇI (Tarihçi, Hürriyet yazarı) Neden DNA yapılıp gerçek ortaya çıkarılmıyor Bu eşyaların sadece hatıra değeri vardır. İslamiyet’te kutsal eşya diye bir kavram olmaz. Sanatsal açıdan bakılacak olursa da, bunların sanatsal bir yanı da yok. Başka bir konu da çoğunun sahte olması. Arabistan’dan gelen uyduruk kişilerin saraya büyük paralara bunları kakaladığı biliniyor. Vatikan, asırlar boyu Hazreti İsa’ya ait olduğuna inanılan kefene, 1988’de Karbon-14 testi uygulattı. Testin sonucunda kefenin İsa’dan 1200 yıl sonra kullanıldığı ortaya çıktı. Aynı şey neden bu eşyalar için de yapılmasın! Etrafta bir sürü sakal-ı şerif dolaşıyor. Neden DNA yapılıp gerçek ortaya çıkarılmıyor. PROF. ZEKERİYA BEYAZ (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fak. Dekanı) Önemli olan cemaate verdikleri huşu duygusudur Bu emanetlerin Müslümanlar açısından önemi, inananlara verdiği rahatlama, huzur, huşu duygusudur. Bunların geçekten peygambere ait olup olmadığı önemli değil o bakımından. Efsanelere her zaman ihtiyacımız var. Dinde gerçekçilik olmaz. Tabii Vehhabi kafasıyla bakarsanız, belki bunlar puttur, şirktir ama biz böyle bakmıyoruz. Bunlar dinin folklorudur. Sosyopsikolojik toplumsal olgulardır. MEHMET NURİ YILMAZ (Eski Diyanet İşleri Başkanı) Ziyaret edilmelerinde sakınca yok ama cüppeden, kıldan da medet umulmamalı İslam dini eşyaya, tabiata, şahıslara aşırı saygı gösterilmesini onaylamaz. Ancak bu eşyaların hatıra olarak saklanması ve dini ölçüler içinde ziyaret edilmesi caizdir. Önemli olan peygamberin yolundan gitmektir, cüppesinden, kılından medet ummak değil. Sonuçta bunların gerçek olup olmadığı da bilinmiyor. Peygambere ait olduğu söylenen sakallara, dişlere DNA testi yapılmasının dinen bir sakıncası yok, yapılabilir tabii. Fakat bence gerek yok. Dini bir hatıra gibi görmek lazım bunları. PROF. İLBER ORTAYLI (Galatasaray Üniversitesi) Ne gereği var tartışmanın Bu emanetler Osmanlı’da hakimiyet sembolüdür. Özellikle 19. yüzyılda halifelik dolayısıyla çok daha fazla vurgulanır. Gerçek mi değil mi tartışmalarını ben yersiz buluyorum. Her dinde böyle lirikler vardır. Ritüeller bulunur. Hıristiyanlarda da, Yahudilerde de emanetler vardır, bir yerde bu şekilde saklanır. Kaynak: www.hurriyet.com.tr