BIST 8.664
DOLAR 34,34
EURO 37,40
ALTIN 3.013,69
HABER /  SEÇİM

Kürtlerde yeni trend bu: Süreç Heval!

Seçim sonuçları, çözüm süreci, özerklik ve HDP projesini analiz eden Sırrı Süreyya Önder'den El Cezire Türk'e çarpıcı açıklamalar geldi...

Abone ol

İNTERNETHABER.COM
Yerel seçimlerde BDP-HDP ortaklığının İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Adayı olarak yarışan Sırrı Süreyya Önder seçim sonuçlarını ve olası gelişmeleri analiz etti. Önder, aldığı yüzde 5 civarındaki oyla MHP'yi geride bıraksa da beklentilerin gerisinde kalmıştı.

Önder, El Cezire Türk için kaleme aldığı yazısında seçim süreci ve sonrasını değerlendirdi. BDP'li belediyelerin özerklik perspektifini nasıl uygulamaya geçireceğini sorgulayan Önder çözüm sürecinin yol haritasını da yorumladı.

Önder "Süreç Heval!" ("Heval" Kürtçe'de arkadaş, yoldaş anlamındadır) başlıklı yazısında "Toplumda çatışmasızlık süreci barış süreci gibi yansıtılıyor. Evet bir diyalog / müzakere süreci var ortada ama şu an sadece çatışmasızlık aşamasına tekabül ediyor. Üstelik bu kırılgan bir aşama." derken Türkiyeli sol çevrelerden Kürt hareketine gelen eleştirilere de yanıt verdi.

İşte Sırrı Süreyya Önder'in ilgili yazısı:

BU CÜMLE KÜRTLERİN DİLİNE YERLEŞTİ: SÜREÇ HEVAL!

12 Haziran 2011 Genel Seçimleri Türkiye siyaseti açısından yeni bir durumu işaret ediyordu. Bu durum, Kürtler’in her seçimde daha fazla seçilmişle Türkiye siyasetinin resmi sahnesinde yer edecekleri gerçeğini görünür kılmıştı. Bu genişleme ve güçlenmeye paralel olarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin vizyon olarak benimsediği demokratik özerklik de Ortadoğu siyasetinin bir çok ögesi ile birlikte sıkça duyulur olmaya başladı. Barış süreci başladığında, bir cümle daha vardı ki özellikle Kürtler’in diline yerleşiverdi: Süreç heval!

DEVLETİ TEK BİR OLGU SANANLAR "SÜREÇ"İ KAVRAYAMAZ

Bugün Türkiye siyasetine yakından bakmak istiyorsak, Türkiye halklarının ortak çatışmasızlık ve barış gündemi üzerinden bakmalıyız. Bunun iki temel ayağı var. Bunlardan biri demokratik özerklik, diğeri de barış sürecidir.

Süreci ele aldığımızda karşımıza çok karmaşık bir tablo çıkmıyor aslında. Dünyada yürümüş olan tüm barış süreçleri gibi sancılı bir süreç söz konusu. Devleti tek bir bütün olarak algılayanlar için ‘süreç’ kavranılması zor bir olgu. Olanı biteni yalın bir şekilde anlatmaya çalışırsak şöyle bir fotoğrafla karşılaşmaktayız. Kürt hareketinin çatışmasızlık yönünde gösterdiği net irade, açık bir biçimde devlet tarafından görmezden gelindi ve bu ‘görmezlik’ durumu halen devam etmekte...

Çekilme sürecine yasal/askeri güvence sağlanmaması bir yana, devlet kalıcı barışı sağlayacak adımlar için de inisiyatif almak konusunda ürkek davrandı. Burada AKP’nin artık Türkiye ölçeklerinde yaşlanmakta ve yıpranmakta olan bir iktidar olmasının belli bir etkisi olduğu söylenebilir. Ancak Kürtler’in beklentileri, ilerleme gösterilmediği sürece ‘olgunlaşamıyor’ ve olduğu yerde kalarak öfkeye dönüşüyor. Kürtler için sürecin bundan sonraki tüm adımları neredeyse belirginken, AKP’nin yerinde sayarak çok şey yapıyormuş gibi görünme çabası keskin bir yol ayrımına gelip dayandı.

KÜRT HAREKETİ AKP GİBİ YUKARDAN Bİ İKNA SÜRECİ YÜRÜTMÜYOR

Başbakan’ın Bölge’deki mitinglerinde sürecin geleceğine yönelik bir şey söylemiyor olması da dahil olmak üzere birçok unsur, bölge halkının umut olarak BDP-HDP bütünlüğünü tek hat olarak görmesine neden oldu. Bu bütünlük elbette Kürt hareketinin devlet diliyle ‘legal’ kanadına özgü değil. KCK’nin ve Öcalan’ın da BDP-HDP çizgisiyle ortaklaşa bir dil oturtabilmeleri ve bunca olumsuzluğa rağmen birarada hareket edebilmeleri büyük bir avantaj. Yaklaşımlar çoğunlukla ortak olmakla birlikte gözlenen ton farklılıkları da Kürt hareketinin demokratik yapısından kaynaklanıyor. Bana kalırsa sürecin en iyi taraflarından biri, Kürt siyasi hareketinin AKP gibi ‘yukarıdan’ bir ikna süreci yürütmek zorunda olmamasıdır. Barış pratiğinin demokratik ve aşağıdan biçimde sürdürülebilir olması, ‘kalıcı’ olmasının en temel gereğidir. Bunun Kürt halkı ve onun siyasal kurumlarındaki karşılığı da hepimizi umutlandırabilecek yoğunluktadır. Toplumda çatışmasızlık süreci barış süreci gibi yansıtılıyor. Evet bir diyalog / müzakere süreci var ortada ama şu an sadece çatışmasızlık aşamasına tekabül ediyor. Üstelik bu kırılgan bir aşama. Rojava orada dururken, Suriye’deki Ermeniler, Aleviler ve Kürtler’e yönelik imha tehdidi ortadayken, süreci Ortadoğu’daki şiddet sarmalından ayrı okumak mümkün değil. Herkes meseleyi Kürtler’in silahlı güçlerini Türkiye sınırından dışarı çekmesi olarak tanımlıyor ama mesele bu kadar basit değil. Seçimler de gösterdi ki Türkiye’de özsavunması, kendine ait bir söylemi olmayan bir siyaset daima AKP tarafından ezilmeye mahkum. AKP geleceğe doğru tek bir adım atmayıp hep Kürt Hareketi’ne ‘buyrun önden’ derse bunun adı çözüm süreci değil, Timur’un karşısında kendini tek başına bulan Nasreddin Hoca’nın fıkrası olur yalnızca.

KÜRTLER SİLAHLARINI ALIP GİTSİN DİYEMEZSİNİZ

Bu bağlamda 'Kürtler silahlarını alsın gitsin' demeden önce Kürtlere kendilerini güvende hissedecekleri bir politik ve hukuki güvencenin verilmesi şart. Bu güvencenin sağlanmadığı bir ortamda AKP’nin beklentileri gerçekçilikten oldukça uzak. Bu bağlamda süreç, Türkiye genelinde niceliksel olarak oy kaybetse de niteliksel olarak gücünü korumuş gibi görünen AKP’nin iyi niyetine bağlı olur ki bunun yeterince güvenli bir alan yaratmadığı açıktır. Milliyetçileri dışında tutarsak, Kürt ve Türk halkları, yaşanan süreç içinde, BDP-HDP’nin, ciddiyetinden, çizgisinden ve barışa taraf olduklarından emin oldu. Başta Kürtler olmak üzere bütün Türkiye’yi sürece dahil etmeyi ve ikna etmeyi sağlayabilecek olan ve görevini yapmayan AKP hükümetidir. Kürtler’i ikna etmenin yöntemi, onları ‘daha iyi koşullarda hapsetmek’ değil, özgür bırakmaktır. Bütün Türkiye için tam bir demokratikleşme programını pratikleştirmeyen hükümetin varacağı tek yer vardır; otoriterleşmek ve çözümsüzlüğün sebebi olmak.

BÜTÜN ÜLKE ÖZERKLİK İSTEDİ

Artık yeni bir siyasal durum içerisindeyiz. Seçmen özerklik isteğini kayda geçirdi. Bu durumu Türkiye’nin seçim sonuçları haritası üzerinde fiziki olarak görebiliriz. Yerel seçim sonuçlarına ilçeler ve iller gözüyle ayrı ayrı baktığımızda gördüğümüz; Türkiye’nin fiilen demokratik özerkliğe ihtiyacı olduğu gerçeğidir. Bakın Bölge’nin demiyorum, Türkiye’nin diyorum. CHP ve MHP tarihsel olarak güçlü oldukları alanlara hapsoldular ve ülkenin geriye kalan bölümlerinde hiç bir varlık gösteremediler. Bölge’de BDP’nin, İzmir ve çevresinde CHP’nin, daha milliyetçi coğrafyalarda MHP’nin bu kadar güçlenmesi tek başına Türkiye’nin yeni siyasi fotoğrafının berraklaştığının kanıtıdır. İç Anadolu ve Anadolu yerliliği ise kendini muhafazakar sağ bir platformda ifade etmeyi seçmiş ve çoğunlukla AKP ve muadili partiler üzerinde uzlaşmıştır. Türkiye demokratik özerkliği kendi elleriyle sandıkta çizmiştir. Bu bölgelere bu gözle bakıldığında, yaşam pratiklerinin ve sosyolojik ayrışmanın farkına kolayca varılabilmektedir. Türkiye’nin kendi kendine ortaya koyduğu bu portre ile kavga etmek, ‘ötekileri’ kendine benzetmeye çalışmak, hiç kimseye güç getirmez.

MESELE ARTIK BDP'Lİ BELEDİYELERİN ÖZERKLİK İLAN ETMESİ DEĞİLDİR

Kısacası artık mesele BDP’li belediyelerin biraraya gelip ‘fiili özerklik’ ilan etmesi değildir. Zaten özerklik de ‘ilan edilecek’ bir durum değildir. Fiilen gerçekleşir. Aslında bölge halkı verdiği oylar ve çizdiği yeni haritayla kendi özerk durumunu ifade etmiştir. Bunun pratiklerinin öyle ya da böyle gerçekleşmek zorunda olduğu ortadadır. Süreç nedeniyle Kürtler’in siyasal olarak sıkıştırıldığını, ‘yapıcı’ olmak adına pasif olduğunu sananlar, sayıca artan ve güçlenen Kürt siyasetinin yerelliğini, CHP’nin ve MHP’nin yerelliğiyle birlikte okumak durumundalar. Fiili anlamda özerklik Diyarbakır ve İzmir’de aynı anda kendini ilan ederken, önümüzdeki tablo sürecin iki aktörü olan BDP-HDP ve AKP haricinde, Türkiye’nin tamamında örgütlenme iddiasında parti kalmadığını göstermektedir. İşte tam da bu yüzdendir ki süreç bu iki parti arasında gelişmiş ve gelişmektedir.

ÖZERKLİK BARIŞIN SÜRDÜRÜLEBİLİR OLMASI İÇİN ŞART

Toplumun en gerici unsurlarından en ilerici unsurlarına dek sürecin bu kadar konuşulabilir ve meşru hale gelmesinin tek itici gücü de budur. Türkiye adına siyaset yapabilmek için Türkiye’yi anlamak gerekir. Türkiye’yi anlamak için de farklı sosyolojilerden çıkan bu özerklik hallerine kulak vermek zorunludur. Çünkü özerklik Türkiye’nin barış içerisinde yaşaması için sadece gerçek olan değil, artık kaçınılamaz da olan tek projesidir. Demokratik özerklik, barışın sadece kendisi değil sürdürülebilir olmasının da en önemli teminatı haline gelmiştir. Bunun en büyük kanıtı da özerkliği eylemleştirenin o ya da bu belediye başkanı ya da parti başkanı değil, bambaşka şehirlerde, bambaşka hayatları eşzamanlı olarak yaşayan halklarıdır.

BDP-HDP'YE DÖNÜK NEFRET SÖYLEMİ MİDE BULANDIRICU

Bu gerçeklikle en büyük kavgaya sol görünümlü insan ve yapıların tutuştuğunu görmek üzücü. Bir “kurtulma” söyleminin arkasına hizalanarak BDP-HDP siyasetçilerine dönük nefret söylemleri de mide bulandırıcı.

SOLCU OLDUĞUNU VEHMEDENLER CHP LİMANINA DEMİR ATTI

Kürtler’e karşı hep üsttenci ve buyurgan bir tonla konuşan ve özgürlükçü - solcu olduğunu vehmeden bir çok insanın sonunda CHP limanına demir atmış olmasını anlamak güç değil.

İki sebebi var:
Birincisi, çalışmaya ve mücadeleye üşeniyorlar.
İkincisi, Kürtlerin siyaseten başarısı, hiyerarşik konforlarını tuzla buz ettiği için kızgınlar.
Kürtler ise bu acizliğe tek bir cümleyle yanıt veriyorlar: Süreç heval!