BIST 9.916
DOLAR 35,02
EURO 36,69
ALTIN 2.969,99
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

Kürt sorunu nasıl çözülür?

Kürt meselesininçözümüne yönelik bir katkı da yazar Mustafa Kılıç'tan geldi.

Abone ol

 Kürt meselesinin çözümüne yönelik başlatılan ‘Barış Süreci’ni aydın ve sanatçı kimlikleriyle kamuoyunun yakından tanıdığı isimlerle görüşen Gazeteci Mustafa Kılıç, kitapta tartışılan Kürt sorununun, Türk sorununa inen derinliğini anlattı.

'Türk Sorunu’ adıyla Profil yayınlarından çıkan kitapta, son 30 yıldır Türkiye gündemini meşgul eden Kürt sorununun ortaya çıkışı ve çözüm argümanları yer alıyor. Röportaj-kitap formatındaki eserde, aydın ve sanatçı kimlikleriyle kamuoyunun yakından tanıdığı 19 ismin görüşlerine yer veriliyor. Kitabın yazarı Mustafa Kılıç, esere ‘Türk Sorunu’ adını vermesini “Kürt sorununun çözümüne Türklerin tepkilerini ifade etmek için…” sözleriyle açıklıyor. 30 yıldır gündemde büyük yer tutan ve bir türlü çözülemeyen meseleye çözüm arayışına giren yazar, 19 aydın ve sanatçıyla görüştü. Yüzlerce soruya cevapların yer aldığı kitapta, Kürt sorununu doğuran sebepler etrafında çözüm argümanları sıralanıyor.

Mustafa Kılıç Türk Sorunu adlı kitabıyla ilgili soruları yanıtladı…

 -Kitabınızın adını ‘Türk Sorunu’ diye kavramlaştırırken neyi hedeflediniz? 

Hazırlamış olduğum ‘Türk Sorunu’ adlı kitapta milliyetçi refleksleriyle hareket eden,  dünyayı kendi dar penceresine sıkıştırmaya çalışan, herkesi kendisine benzetmeye çalışan, benzemeyenleri ve benzetemediklerini ötekileştiren, dışlayan  hatta yok sayan bir sorunlu algıyı sorgulamaya çalıştım. Türk Sorunu ismini verirken de Türklerin sorunlu olduğunu değil de, her şeyi Türklük üzerine inşaa eden sistemin sorunlu olduğunu vurgulamaya çalıştım. Türkiye’de mevcut sistem insana değer vermek yerine devlete (yani toprağa) değer verdi. ‘Devlet insanlar için vardır’ felsefesi yerine ‘insanlar devleti için vardır’ düsturu ile hareket edildi. Bu da ‘benim istediğim gibi, tek tip tornamdan geçmeyenler haindir ve yaşamaya hakkı yoktur!’ gibi sakat bir algı ile hareket edildi. Bundan dolayı da insanlarımız canlarından oldu. İşte tam da bu noktada ‘bu kadar insanı öldürmekten mutlu musun, değer miydi?’ sorusunu sormak için bu yolculuğuna çıktım.

 ‘Bu kitabı yazmaya, Mümtaz’er Türköne’nin ‘Türküm Vicdanlıyım’ kitabını okurken karar verdiğinizi söylüyorsunuz. Bu kitapta sizi motive eden yaklaşımlar nelerdi? 

Mümtaz’er Türköne’nin ‘Türküm Vicdanlıyım’ kitabında benim dikkatimi celp eden önemli noktalardan biri eski ‘vatan elden gidiyor’ naraları atan ülkücülerin geçmişe nazaran olgun tavırlar sergilemesiydi.  Türköne’nin sorduğu sorulara olgunlukla cevap verilmesiydi. Bir zamanlar Kürt kelimesine bile tahammül edemeyenlerin Kürdistan tabirini bile olgunlukla karşılamaları beni oldukça şaşırtmıştı. Hatta öz eleştiriler bile yapılmıştı o kitapta… Bende Türköne’nin derin sorgulamasına nazire olarak olaya tersinden yani Kürtlerin penceresinden sorgulama yolculuğuna koyulmam neticesinde ‘Türk Sorunu’ adlı bu eser meydana geldi.

 -Kitabınızda yer alan Türköne’nin röportajında “Devletin öldürdüğü teröristin ölüsüne saygı göstermesi devletin büyüklüğünü gösterir” ifadesi radikal bir değişim mi? 

Aslına bakıldığı zaman radikal değil aksine olması gereken bir yaklaşım. İnsani bir şey… Ülkende barındıramadığın, onları yok saymaya çalıştığın o ‘sakat’ algının bir neticesiydi PKK. Buradan PKK’nın şiddet eylemlerini doğru bulduğum anlamı çıkmasın. Şiddetin her türlüsüne her zaman karşı çıkmak gerekir.   Bundan dolayı Türköne’nin bu yaklaşımı takdire şayan. Fakat Türkiye halkının Kemalist ve Türkçülük tornasından geçtiğini de hesaba kattığınız zaman bu oldukça radikal bir durum gibi gösterilebilir.

-Kürtlerin haklarının tanınması için çalışan ‘Farklı Ülkücüler’ diye bir gruptan söz ediyorsunuz. Bu etkinlikten biraz bahseder misiniz?

Öncelikle şunu belirtmek isterim, Kürtlerin haklarının tanınması için çalışıyorlar diyemem. Sadece Kürtleri tanıma yolunda bildiğimiz ülkücülere göre daha realist ve insani bir algıya sahiplerdi. Mesela basın açıklamalarını hem Türkçe hem de Kürtçe yapacakları konusunda duyurular yapmışlardı. Kürtlerin dilini tanıyorlardı. Bildiğimiz ülkücüler ise ‘Kürtler kardeşimizdir’ derler ama hepimiz Türk’üz diye de bir şizofrenik yaklaşım sergilerler. İşte tam da bu noktada ‘Farklı Ülkücüler’ kendi farklarını ortaya koyuyorlardı. Tabi şimdi baktığınız zaman ‘Farklı Ülkücüler’e pek rastlamak mümkün olmuyor.  Ortadan kaybolmuş vaziyetteler, hiç sesleri çıkmıyor.

 Bir başka görüşmede de, Mesut Yeğen ‘Başbakan hem sorunu çözmek istiyor diğer yandan da Gülen cemaatinin polis ve yargı üzerinden Kürt siyasetçiler üzerinde uyguladığı  baskıcı siyasete de göz yumuyor.’ diyor. Sizce de iktidarda Kürt sorununun çözümünde farklı yaklaşımlar mı çarpışıyor? 

Farklı yaklaşımların çarpıştığını bu dönemde de çok net bir şekilde görebiliyoruz. Hatta son dönemlerde ‘amasız’ barış isteyenler ve ‘amalı’ barış isteyenler olmak üzere ikiye ayrılmış gruplardan da söz edebiliriz. Tabi bunlar birbirlerine taban tabana zıt gruplar değil. Bir dönem birlikte hareket etmiş bu gruplar adına çıkar çatışması mı dersiniz, yoksa  gövde gösterisi mi dersiniz bilemem ama anlaşamadıklarını somut bir şekilde medyada görmek mümkün.

 Ümit Fırat söyleşisinde son derece çarpıcı bir cümle kuruyor; ‘Trakya dediğinizde bölünmüyor da, Kürdistan dediğinizde mi bölünecek?’ Gerçekten de ‘Türk Sorunu’ biraz böyle bir şey galiba, mesele önce dilde başlıyor. Sizce, toplumun kolektif zihninde bu sorun üstüne düşünmek nasıl özgürleşebilir? 

Biz millet olarak bu dil sorununu çözemedik. Ya da kendi söylemlerimizi algılayamadık diye düşünüyorum. Kürdistan ifadesi Türkiye’de hep bir korku unsuru olarak algılanmıştır. Milliyetçi poitikalar güdenlerde hep bunu öne sürmüşlerdir, kitlelerini kontrol edebilmek için. Bir kere şunu bilmek gerekir Kürdistan Osmanlı döneminde kullanılan bir kavramdı. Hatta Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’te bunu NUTUK adlı eserinde kullanmıştır. Yani o kadar korkulacak bir kavram değil. Ayrıca Kürdistan bir devleti değil bir coğrafyayı ifade eder. Yani Kürtlerin yaşadığı bölgeyi ifade etmek için Kürdistan tabiri kullanılır. Bu tabir kullanıldığı takdirde ne ülke bölünür, ne de millet yok olur. Sadece kalbini kırdığınız, onurunu hiçe saydığınız, silmeye çalıştığınız bir medeniyetin gönlünü almış olursunuz. İşte Ümit Fırat’la tam da bu noktaya parmak basıyoruz ve bir algı tutulmasına adeta bir özgürlük, bir perspektif kazandırıyoruz.

Kitabınız, Kürt sorunu ve Barış süreciyle ilgili güncel bir tartışmaları çeşitli temsil değerleri olan insanlarla konuşarak sürdürüyorsunuz. Söyleşi yaptığınız kişileri seçerken hangi saiklerle hareket ettiniz? 

Söyleşi yapacağım kişileri seçerken farklı fikir dünyasına ve dolu dolu bir geçmişe sahip aydın ve sanatçıları seçme konusunda gayret sarf ettim. Hem bu konuda bedeller ödemiş, hem de kamuoyunun önemsediği ve değer verdiği kişileri seçmeye çalıştım. Belirlediğim kişilere bakınca isabetli bir karar verdiğimi de bir kez daha gördüm. Söyleşi gerçekleştirdiğim isimlerin hepsi alanında oldukça başarılı aydınlar…

 Kitabınızda Kürt hareketinin sol-liberal aydınlarına, akademisyenlere de yer veriyor, Mehmet Ali Birand, Nazlı Ilıcak gibi popüler gazetecilere de… Ama kitabınızdaki asıl farklılık başka soruşturmalarda karşımıza çıkmayan kimi Müslüman aydınlar, Meleler gibi kanaat önderleri… Bu kişiler medyada çok görünen kişiler değil. Ve ana vurgu, Kürt sorununun ‘ümmet’ kavramıyla, İslam kardeşliğiyle çözülebileceği yönüne kayıyor. Bu kitabınızın amaçlarından biri midir? 

Evet sizinde dediğiniz popüler ve aydın insanlara da rastlıyoruz kitapta. Ama Kürtlerin sorununu en iyi bölgede ikamet eden kişiler bilir düsturunu da harekete geçirdim. Bunun için Diyarbakır’a doğru yola koyuldum. Diyarbakır halkı tarafından çok sevilen ve sözü hiçbir zaman yere düşürülmeyen alimlerle yani melelerle görüştüm. Bunlar bu sorunun acısını yüreğinde hissetmiş, hatta sorunun da göbeğinde yaşamış değerli kanaat önderleridir. Benim değerli melelerle yaptığım söyleşilerin amacı tamamen bölgenin çözüm önerilerini bölgenin nabzını çok iyi bilen isimlerden almaktı. Bundan dolayı melelerle yaptım bu söyleşileri. Yani benim yapmak istediğim şey, farklı sesleri ve renkleri aynı kitapta toplamaktı.  Bu kitaptaki tek amacım hayatta İNSANdan daha değerli hiç birşeyin olmadığını vurgulamaktır.

Gülen Cemaati ve AKP çevrelerinin dışında kalan Müslüman kanaat önderlerinin görüşlerini yansıtmak gibi bir işlevi olmuş kitabınızın… Olumsuz bir yargı  gibi almayın, bence kitabınız bu yönüyle bir farklılığı  barındırıyor. 
Bunu kitabıma bir iltifat olarak alıp teşekkür ediyorum. Bu konuyla ilgili neredeyse her çalışmada Gülen Hareketinin görüşü ön plana çıkıyor. Sanki onlardan başka kimse bu ülkede yaşamıyormuş gibi. Onlar istemezse olmaz modundan uzak durdum. Halk tarafından kabul görülen ve milliyetçi duygulardan uzak, meseleye ‘insani’ bakan yaklaşımları sergilemeyi amaçladım diyebilirim.

 Söyleşilerde Necmettin Erbakan’ı sıklıkla anmışsınız. Onun, sizin de andığınız “Siz dağlara ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ yazarsanız onlar da ‘Ne Mutlu Kürdüm Diyene’ derler.” sözü insani bir yaklaşımdı elbette. Siz Erbakan’ın ve ‘Milli Görüş’ün Kürt sorunu karşısında nasıl bir duruş sergilediğini düşünüyorsunuz? 

Aslında çok sık olarak vurguladım denilemez. Sadece Refah Partisi döneminde Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın 90’lı yıllarda – o karanlık dönemlerde- yaptığı cesur çıkışların nacizane hakkını vermeye çalıştım. Gerçektende o ürkütücü dönemde ‘Ne mutlu Türküm diyene derseniz onlarda Ne mutlu Kürdüm diyene’ derler şeklindeki cesur çıkışını kimse sergileyemedi. Merhum Erbakan Hoca bu dönemdeki gibi rahat bir dönemde söylemedi o sözleri… Ürkütücü ve karanlık 90’lı yıllarda söyledi. Ben ise sadece Sezar’ın hakkını Sezar’a vermeye çalıştım diyebilirim.

İŞTE 19 KİŞİLİK ‘AKİL’ LİSTE

Kitapta yer alan röportajların yapıldığı gazeteci, akademisyen, sanatçı ve melelerin isimleri şöyle; Ümit Fırat, Prof. Dr. Mesut Yeğen, Dr. Tarık Ziya Ekinci, Nevzat Çiçek, Muhsin Kızılkaya, Ferhat Tunç, Mehmet Ali Birand, Fetullah Erbaş, Nazlı Ilıcak, Süleyman Çevik, Süleyman Karadağ, Müfid Yüksel, Prof. Dr. Mehmet Altan, İbrahim Candan, Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, Oral Çalışlar, Abdulvasi Yaz, Sadullah Ergün, Muhammed Tayyip Elçi.

 MUSTAFA KILIÇ KİMDİR?

25 Aralık 1986 yılında Urfa- Birecik’te dünyaya geldi. İlköğretim ve liseyi memleketi olan Birecik’te okudu. Ardından Bitlis Eren Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği, Trakya Üniversitesi Halkla ilişkiler ve Tanıtım bölümü ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesinden mezun oldu. Taraf’ın Her Taraf sayfasında, Bugün Gazetesinin ‘Genç Kalemler’ ekine ve çeşitli yerel gazeteler ve haber sitelerinde güncel yazılar kaleme aldı. 2011 yılından bu yana Milli Gazete’nin İstihbarat bölümünde muhabir olarak çalışıyor.