BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,01
ALTIN 3.005,46

“Kurt Kuzuyu Yemeye Karar Verirse”

Savaşlar geride acı ve ölümden başka bir şey bırakmaz.

Bu kanaat; insanlık tarihi boyunca yaşanan savaşların tüm insanlığın belleğinde oluşturduğu ortak ve doğru kanaattir.   

Savaş ancak ve ancak meşru müdafa durumunda anlamlıdır.

Toprak bütünlüğünüze, halkınızın can bütünlüğüne, ulusal çıkarlarınıza yönelik tecavüzlerin önlenmesi için verdiğiniz, vereceğiniz savaş anlamlı ve meşrudur.

Suni olarak yaratılmış müdafi gerekçeler savaş için anlamlı sayılabilecek meşru gerekçelerin dışında tutulmalıdır.

Kuşkusuz insanları diğer canlılardan ayıran en önemli özellik; bilgi birikimini ve deneyimlerini sonraki nesillere aktarabilmesidir.

O halde hafızamızın derinliklerine attığımız insanlığın geçmişine dair yaşanmışlıklara bakarak savaşı ve savaşın doğuracağı sonuçları doğru tespit etmemiz gerekir.

Yaşadığı dönem itibariyle insanlık tarihinin en kanlı savaşlarına tanık olan Gazi Mustafa Kemal’in 20 Nisan 1931’deki “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” söylemi bu bakımdan oldukça önemlidir.

Savaşı en iyi bilen ve yaşayan Gazi Mustafa Kemal milli mücadeledeki başarısını büyük ölçüde haklılığına inandığı meşru müdafa inancına borçludur.

Bir milletin var olma gibi hayati önem taşıyan bir savaşın içinde yer alması  

başka şeydir.

Amacı belli olmayan ve hatta ulusal çıkarlara aykırı olan bir savaşın içinde olmak ise apayrı şeydir.

Büyük Önder Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” söylemi aynı zamanda Türk Dış Politikasının da omurgasını oluşturmaktaydı.

Ta ki sağ partilerin marifetiyle ülkemizin apar topar Nato’ya üye edildiği güne kadar…

Nato üyeliği ile hem sulha dair hem de ihtiyaç durumunda savaşa dair karar alma egemenliğimiz elimizden alınmış oldu.

Böylece son derece önemli ve evrensel olan bir söylem, pasif politikalara mahkûm edilmemizin aracı haline de getirilmiş oldu.

Her savunma girişimimizin önü küresel güçler tarafından kesildi. Daha vahimi ise; küresel güçlerin tetikçisi konumuna düşürülmüş olduk.  

Suriye ile savaşın eşiğine geldiğimiz bu günleri yukarıda anlatmaya çalıştığım bakış açısı ile değerlendirdiğimizde olası savaş kararımız meşru olabilir mi?

Mevcut dış politikamızın içler acısı hali ülkemizi içinden çıkılmaz sorunların içine iteceği aşikârdır.

Bu yanlıştan ivedilikle dönülmeli ve dış politikamız yeniden ulusal çıkarlarımızın ön plana alındığı çizgiye çekilmelidir.

Bu da şu anlama gelir;

ABD ve diğer küresel güçlerin bölgemizdeki manevralarının bir parçası olmak değil, karşılarında dimdik durarak bölgemizde kurmak istedikleri tahakkümün önüne geçmektir.  

Bir siyasal grubun varlığını sürdürebilmesi için tercih ettiği politikalar top yekûn bir milletin bekasını belirsizliğe sürüklememelidir.

Kaldı ki halletmemiz gereken ve iç güvenliğimizi tehdit eden onca sorunlar varken…

Neden bilmem; hükümetin izlediği Suriye politikasını gördükçe aklıma “kurt kuzuyu yeme kararı verince” anlatımı gelir.

Herkesin bildiği ve Prof. Dr. Ahmet Berhan Yılmaz’ın anlatımıyla hikâye şöyledir;

“Susamış olan kuzu nehrin aşağı tarafında su içmektedir. Nehrin daha yukarılarında su içen kurt, kuzuyu gözüne kestirmiş, kuzuya seslenir;

“Hey sen! Benim içtiğim suyu ne hakla bulandırıyorsun?” der.

 Kuzu ise masum masum;

“Ben sizin suyunuzu bulandıramam ki! Baksanıza, sizin içtiğiniz su bana doğru akıyor.” Diyerek cevap verir.

Aklına kuzuyu yemeyi koymuş olan kurt biraz daha hiddetlenerek;

“Bir de bana itiraz ediyorsun öyle mi?” diye haykırmış ve nihayetinde, kuzuyu yemek niyetinde olan kurt sözünü bitirir bitirmez, kuzunun üstüne atlayıp onu parçalamış.”

Suriye konusunda izlediğimiz politika ile hikâyedeki kurdu mu temsil ediyoruz, kuzuyu mu?

Yoksa her ikisini de temsil etmeye kalkışmadan olması gerektiği gibi çabamız; doğruları gösterme ve iç işlerine müdaheleden kaçınarak diplomasi yoluyla mı iyi niyetimizi ortaya koymalıyız?