Şehit babası Orgeneral Büyükanıt'a öyle bir soru sordu ki paşa gözyaşlarını tutamadı.
Abone olO cenaze törenlerinde “Vatan sağ olsun diyemiyorum” diye feryat edenleri, “PKK’nın tuzağına düşmüş kişiler” ilan etmek bile kesmez. İncinen devlet erkânını ve “Millet askerlikten soğur mu” endişesini sağlama almak için başka çareler bulmak gerekiyor. Çünkü sessizlik bozuldu bir kez. “Şehit ailesi” diye vakurluk küpüne batırdığımız, ama başka zaman yüzüne bile bakmadığımız aileler artık konuşuyor:
Sizce şehit aileleri niye artık sadece “Vatan sağ olsun” demekle yetinmiyorlar; sizce neye isyan ediyorlar?
Mehmet Alptekin: 2004’e kadar bu iş bitmişti. Eğer daha da üzerlerine gitselerdi tamamen bitecekti. Ama bunlar Diyarbakır konuşması yapıp, alt kimlik üst kimlik dedikten sonra işler iyice azdı. İşte insanlar da buna isyan ediyor. Bitmiş bir şeyin tekrar çıkarılmasına...
Fatma Koçak: Artık dayanamaz olduk yavrum. Gücümüz bitti, sabrımız bitti.
Ayşe Karataş: Öyle olaylar oluyor ki, insan kendi kendisine “Benim çocuğumun ölmesine gerçekten değdi mi” diye sormadan duramıyor.
Hamit Köse (Dernek Başkanı): Bize diyorsunuz ki, niye isyan ediyorsunuz? Bir örnek vereyim: Şehidin kardeşlerine iş imkanı verilmesi için gelinden izin almak gerekiyor. Çünkü yasa diyor ki, şehit ailesine iş bulma imkanında öncelik eşindir. Eş istemezse çocuğun, çocuk yoksa şehidin kardeşlerinindir. Ama gelinlerimiz eşleri şehit olduktan sonra aileyle bağları genellikle kopuyor ve buna izin vermiyorlar. Ama devlet, itirafçılara “Kendisine veya ailesine, yurtiçinde veya yurtdışında iş imkanı sağlanacak. Türkiye’de kalan malları da devlet garantisine alınacak” diyor. Ben evladımı vermişim iş bulamıyorum, o vatana ihanet etmiş ona iş veriliyor. İnsan buna isyan etmez mi? Bize direkt verilen, üçüncü bir iş hakkı istiyoruz.
* Peki siz, zamanında vatan sağ olsun demiş miydiniz?
Hasan Yıldız: Ben dememiştim vallahi.
Şükrü Elmas: Benimkinde yıl 1998’ti; o zaman “Biri gittiyse bini geliyor” demiştim. Ama artık bu lafı diyemiyorum. Çünkü bizi yönetenler çocuklarınızın kanı yerde kalmayacak demişlerdi bize. Ama kaldı.
Alptekin: Her zaman vatan sağ olsun. Ama alt kimlik, üst kimlikmiş... Biz etle tırnak olmuşuz ya... Sen bunu dediğin anda bizi bölüyorsun.
* Yani ister istemez bile olsa, hiç içinizden Kürtlere karşı hınç, öfke gibi duygular geçmiyor mu?
Hep bir ağızdan: Mümkün değil, olur mu öyle şey?
Alptekin: (Arkadaki şehit fotoğraflarını gösteriyor) Şurada en az 20 tane Kürt kökenli şehidimiz var. Nasıl hınç duyarız?
Ayşe Karataş: Onlar bizim akrabalarımız olmuş artık.
Köse: Vaktiniz olsa da evlendirme dairelerini tek tek dolaşsanız. Bu ülkede her gün onlarca Kürt genciyle Türk genci evleniyor. Kim kime hınç duyuyormuş?
Alptekin: Onlar bizim kanımız ya... Kim koparabilir ki bizi?
* Hani bazen gülme sesine bile tahammül edemiyoruz diyorsunuz ya; o yüzden şunu da merak ediyorum: acaba yanınızdaki birisinin Kürtçe konuştuğunu duymak sizi rahatsız ediyor mu?
Köse: Ankara’nın pazarlarını dolaşın. Hepsi Kürtçe konuşuyor. Hiç rahatsız olmuyoruz. Olunur mu; tabii ki dilini konuşacak.
* O zaman şunu da sorsam: Sizinle bu çatışmalar sebebiyle evlat acısını aynı anda yaşayan bir de başka aileler var. PKK’lıların aileleri... Hiç onlarla yan yana gelmeyi düşünür müsünüz?
Köse: Bu mümkün değil!
Alptekin: Evladını ona göre yetiştirseydi.
* Siz bir anne olarak ne dersiniz?
Karataş: Dinliyorum da, biraz kafam karıştı.
Alptekin: Ben evlat yetiştirmişim, sen hain yetiştirmişsin. İkimizin arasında dağlar kadar fark var.
* Peki kesin o mu yetiştirmiş PKK’lı olsun diye... Emin misiniz? En azından hepsi için bunu diyebilir misiniz?
Hasan Yıldız: Onlar tamamen dış güçlerin güdümüne girmişler. Girmeselerdi.
* Mezralarda, okuma-yazma bile bilmeden, 40 kişilik ailelerde çocuk büyüten bir kadını gerçekten sorumlu tutuyor musunuz?
Bekir İspirli: Peki o zaman kabahat kimde?
Karataş: Tabii ki o yoksunluklar içindeki bir anne kabahatli değil ama onu o hale getirenler kabahatli. Ben oralara gittim. Olukta biriken suları kullanan insanlar gördüm. Ben onlara nasıl kin beslerim?
Köse: Ama Güneydoğu’daki yoksulluk 1984’ten önce de vardı. Peki o zaman niye PKK yoktu? Çünkü Türkiye’de Kürt sorunu yok! PKK sorunu var.
Yıldız: Bana göre Güneydoğu için yapacak en önemli şey ağalık sistemini bitirmek. İnsanları onlar geri bırakıyor.
Elmas: Bu şıhlık, bu ağalık kalkmadıkça bu terör bitme-e-e-z. Avrupa, Amerika, Kuzey Irak ayrı destekliyor, bizim şıhlarımız, ağalarımız ayrı destekliyor.
* Siz Fatma Hanım?
Koçak: Allah düşmanıma bile evlat acısı vermesin.
Karataş: Size bunu şöyle anlatayım: Apo’yu benim elime verseler, ben ellerimle onun ciğerini söker çıkarırım. O vaziyetteyim yani. Ama aynı ben, Allah Apo’ya evlat acısını göstersin, diyemem. Anlayın nasıl bir acı çektiğimizi...
Koçak: Bak kardeşim, bizim için geceleri erken olmuyor, gündüzleri akşam olmuyor. Oğlumun arkadaşlarının düğünü olmaya görsün... Yıkılıyorum. “O da olaydı, onu da evlendireydim” diye kahroluyorum.
* Ya peki kalan çocuklarınız?..
Koçak: Yok, kimse kimsenin yerini tutmuyor ki...
Hüsnü Köroğlu: Beş parmak bir mi ki... Onun acısını dağıtamıyorsun başkasıyla...
İspirli: Oğlum öldüğünden beri hiçbir düğüne gitmedim. Benim hanım hâlâ psikolojik tedavi görüyor.
* Hepiniz böyle bir tedavi sürecinden geçtiniz mi?
Bir ağızdan: Aldık tabii. Hâlâ gidiyoruz.
* Peki psikiyatristler, psikologlar sizi anlayabiliyorlar mı?
Yine hep bir ağızdan: Çok iyi anlıyorlar.
Karataş: Zaten bir tek onlar anlıyor. Kızım sağlıkçı. Çalıştığı hastaneye gidiyorum. Ama şehit annesi olduğumu doktora hiç söylemedim. Çenem açılırsa kızım üzülür diye. Fakat psikiyatrist hoca anlamış. Kızıma, “Annende sebebini bulamadığımız büyük oranda demir eksikliği var. Önemli bir üzüntü mü geçirdi” demiş. Onlar her şeyi anlıyor.
Köse: Hanımı götürdüğüm doktor, ilk muayenede dedi ki eşime, “Göz pınarların kurumuş.” Bu, bütün şehit ailelerinin ortak hastalığıdır.
Yıldız: Benim gözüme giden damarlar kopmuş ya...
Köroğlu: Hepimizin gözleri artık iflas etmiş durumda.
Yıldız: Ona rağmen sabahları yiğidimin duvarda asılı fotoğrafına bakar, “Haydi gel kahvaltı yapalım” der, sonra bağıra bağıra ağlamaya çalışırım. Ancak ondan sonra boğazıma bir lokma koyabiliyorum. Bir de bizim cerahat bütün bir hafta dolar. Ne zaman Şehitliğe gideriz, o zaman patlar.
* Bugün (Cuma günü) ben de Cebeci’deki şehitliğe gidip izledim; bazı kadınlar ağaç altında sigara içiyor, erkekler sohbet ediyor, meselâ bir kadın sanki kendi evi gibi yerleri süpürüp, yıkıyordu?
Koçak: E çünkü orası bizim evimiz. En çok orada rahat ediyoruz.
Karataş: Mezarın taşlarını gördünüz mü, hepsi nasıl bembeyazdır, tertemizdir. Sanki oğlumuzun bir gömleğini ütülüyor, sanki ona yemek pişiriyor gibi gidip o taşları temizliyoruz. Ona bir hizmet etmiş gibi oluyoruz o zaman, seviniyoruz.
* Bazı mezarların üzerinde kuş kafesleri, bazılarında gitar şeklinde biblolar ve hemen hepsinde de yapma çiçekler var?
Yıldız: Bunları yapmayınca yaşayamayız.
Şükrü Elmas (Başından beri sessiz duran Şükrü Bey sonunda konuştu): Sen keşke şunu yazsan kızım...
* Neyi?
Elmas: Yani artık keşke bunlar bitse. Keşke başka olmasa... Bunu yaz olur mu? Artık başka çocuk ölmesin, de...
Şehit annesi en çok neyi merak eder?
* 1998’de, Pülümür’de şehit olan Kıdemli Başçavuş Tufan’ın annesi Ayşe Karataş anlatıyor: ”Oğlumun bindiği araç patlatıldı. Ve ben hep şunu merak ettim: Acaba en son dedi?
Böyle 6-7 yıl geçti. Yine bir gün Allah’a yakardım, ’Ne olur bana bunu malum et Allahım’ dedim. Sonra uykuya dalmışım. Birden uyandım. Yemin ederim, hakkımda ne düşünürsen düşün, karşımda Tufan’ım oturuyordu. Öbür oğlum Erhan’ın sesiyle konuşuyordu. Erhan diyordu ki, ’Anne çok merak etmişsin ağabeyimi, o da diyor ki, ölürken bir şey demedim, sadece gülümsedim. ’Bunu duyduğum anda görüntü de ses de kayboldu. Oğlum en son gülümsemiş, hiç değilse bunu biliyorum artık.”
Büyükanıt Paşa’yı ağlatan soru
* Yine son günlerin en çok sorulan sorularından biri de şu: “Niye şehitler hep alt gelir grubu ailelerden çıkıyor?”
Hamit Köse (Dernek Başkanı): Ben bunu Büyükanıt Paşa’ya sordum. Daha o zaman Korgeneral’di. Sanırım yıl 2000’di. Biz kendisini ziyarete gittik. Dedim ki, “Komutanım, biz şehit aileleri olarak öğrenmeyi çok istiyoruz. Bir bürokratın, bir siyasetçinin, bir işadamının, hatta ve hatta bir generalin şehit düşen oğlu var mı?” Paşa “Yok” dedi. Bunun üzerine ben de “Peki kurşun adres mi soruyor da hep fakir fukarayı buluyor?” dediğimde yeminle söylüyorum, Büyükanıt Paşa mendilini çıkardı, karşımızda hüngür hüngür ağladı.
* Peki bilgisayar sistemine güvenmiyor musunuz, bu biraz da şansa çıkan bir şey değil mi sizce?
Köse: Aman efendim, siz bilgisayar tuşuna ne basarsanız o çıkar yani.
Bir şehit babası en çok neye isyan eder?
* 1997’de Çukurca’da şehit olan Jan. Komando Murat’ın babası Bekir İspirli anlatıyor: “Cenazelerde acıdan hiçbir şeyi fark etmeyiz. Ama olur da gözüne gülen bir kişi takılırsa, öyle bir öfke kabarıyor ki, bunu anlatmaya imkân yok. Hele de o gülen kişi bir siyasetçiyse... Bunu Yarbay Alim Yılmaz’ın töreninde yaşadım. Bir baktım, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik gülüyor. O kadar sinirime dokundu ki... Bağırdım ‘Niye gülüyorsun kardeşim? Burası gülme yeri mi?’d iye. Başbakan bunu duyunca ‘Yakalayın o adamı, getirin buraya’ demiş. Allahtan tanıdık bir polis vardı da, şehit babasıdır diye iletmişler.
Kaynak:www.vatanim.com.tr