BIST 9.666
DOLAR 35,22
EURO 36,76
ALTIN 2.964,38
HABER /  POLİTİKA  /  HDP

Kürkçü'den bomba açıklamalar! Yenilen deve...

HDP İzmir milletvekili Ertuğrul Kürkçü yaşanan tüm gelişmeleri internethaber'e çok sert sözlerle değerlendirdi.

Abone ol

NESRİN YILMAZ
İNTERNETHABER-ANKARA

Türkiye'nin son günlerde yaşadığı sıkıntılı günleri değerlendiren Kürkçü, internethaber'e yaptığı açıklamada, Erdoğan'ın Başkan olabilmek için Türkiye'yi erken seçime sürüklediğini söyledi.

"Yenilen deve güreşe doymazmış" diyen Kürkçü, Erdoğan'ın yargıya da küstahça buyruklar verdiğini ifade etti.

HDP'ye sürekli "PKK'yı kınayın" demenin sorunu çözmeyeceğini belirten Kürkçü, "savaşın olduğu yerde çözüm de vardır" dedi.

 
SAVAŞ VARSA ÇÖZÜM DE VARDIR


Savaş varsa barış ve çözüm de vardır. İkisi arasında bir diyalektik bağ var. O nedenle “çözüm süreci bitti” demek kadar saçma bir şey olamaz; çözüm savaş biterse biter, savaş olmayınca artık çözüme de ihtiyaç kalmamış olur.

ÇÖZÜM İHTİYACI NEDEN DOĞDU? 

Öte yandan bu sözler, bugüne kadar yaşadıklarımızın sadece mantığına değil, hakikatine de aykırı. Çünkü çözümün gerekliliği aşamasına savaşın çözümsüzlüğünden ötürü geldik: Onbinlerce insan hayatının kaybı, Türkiye'yi bir uçtan öbür uca kateden korku, yıkım, insan hakları ihlalleri, siyasette otoriterleşme, gericileşme, nefret söyleminin egemenliği, siyaseti berhava eden bir güvenlik yönelimi, güvenlik unsurlarının her geçen gün siyasetin üzerine çıkması gibi meseleler, bunların hepsi Türkiye'de süregiden çatışmanın çözümsüzlüğüne bağlanmıştı, o nedenle bir çözüm ihtiyacı doğdu.

YAŞASIN SAVAŞ DEMİŞ OLURSUNUZ

Bugün "çözüm süreci bitmiştir" dediğiniz zaman "yaşasın savaş" demiş olursunuz, başka da bir şey demezsiniz. Bunların, çaresizce edilmiş beyhude laflar olduğunu düşünüyorum ama onların “çözüm sürecine son vererek” bir savaş hattı benimsedikleri gerçeğini de görmezden gelmiyorum. Bu saçma ama şaka değil, çünkü insan hayatı söz konusu.

SÜREÇ NEDEN BUGÜN BU NOKTAYA GELDİ?

AKP OY KAYBEDİNCE SÜREÇ BİTTİ 

Bu bugün olan bir şey değil. Tayyip Erdoğan kafasında bu işi 30 Mart 2014'te bitirdiğini bugün itiraf etti. Dedi ki; "Çözüm süreci Mart’ta başbakan olarak partimin başındaydım. Maalesef karşılığını bulmadı. Ve daha sonra yapılan genel seçimlere geldiğimizde bu işin ciddi manada hasar gördüğünü gördük.” Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerini değil de bu iki seçimi anması boşuna değil. Çok basit bir şey söylüyor: “Oy kaybettiysek nedeni süreçtir. Şu halde kötüdür!” Nitekim, bugün Selahattin Demirtaş grup konuşmasında “AKP içindeki kaynaklar”a dayanarak Erdoğan'ın oylarının düşmekte olduğunu gösteren bütün anketlerden sonra, “madem biz hiçbir menfaat elde etmeyecektik, bu işe niye girdik" diye hayıflandığını aktardı.

KÜRTLERİN EBEDİ OYUNU HESAP ETTİLER

Demek ki, Tayyip Erdoğan yaklaşımın da egemen olan kaygı şudur: “Ne bize oy kazandırıyor, ne oy kaybettiriyor. Eğer çözüm süreci bize oy kazandırmıyorsa o zaman bununla niye uğraşalım.” Peki o zaman niye girilmiş oluyor bu sürece. Çok iyi anlıyoruz ki, burada -bütün bu “baldıran zehiri olsa içeriz” heyheylenmelerine rağmen- asıl mesele Kürtlerin oylarının böylelikle garanti edileceğine dair bir öngörüydü. “Böyle yaparsak ebedi bir biçimde Kürtler bize daimi oy vereceklerdir, şu halde bu yoldan yürüyelim” kastıyla bu sürece girilmişti.

ERDOĞAN FRENE BASMAK YERİNE ARABADAN İNDİ 

Bu süreçte Erdoğan'ın yalnız başına olmadığı, bunu tartıştığı bir taraf olduğu, Öcalan olduğu, daha sonra bizim heyetlerimizin devreye girdiği de bir gerçek. Başlangıçta o niyetle başlamış olan müzakere adımı sonuçta sahici bir müzakereye dönüşme eğilimi gösterdi. Talepler ortaya kondu, çatışmanın sona erdirilmesinin hukuku kurulmaya çalışıldı.

Fakat bunların hepsi milliyetçi çevrelerin, Habur'u çıkmaza götürmüş olan çevrelerin desteğini Tayyip Erdoğan'dan kısmen uzaklaştırmış olabilir. Öte yandan bu süreçten HDP çok büyük bir güç kazandı. Çünkü biz sadece barış ikliminde elde edilebilecek sonuçları bu çatışmasızlık döneminde elde ettik. 2015 seçim sonuçları Tayyip Erdoğan'a Dolmabahçe mutabakatı sonrasında önüne gelen kamuoyu yoklamalarından da kötü bir tablo sununca, sadece frene basmak değil arabadan da inmek zorunda hissetti kendini. Erdoğan, bu araba ya da trenden indi. Tren de istasyonda duruyor. Ben bu hamlenin gerisindeki biricik nedenin bu olduğunu düşünüyorum. Diğerleri -”PKK'lılar suikast yaptı” vb.- pekala bir çözüm süreci anlayışı genişliği içinde serinkanlılıkla halledilebilecek şeylerdi ama mesele sizin için savaş çıkarmak olunca, neyi isterseniz onu savaş nedeni ilan edebilirsiniz.

HDP TAVRINI BELİRLESİN DİYORLAR, PKK'NIN EYLEMLERİNİ KINAMIYOR DİYORLAR, BU KONUDA HDP'DEN BEKLENEN TAM OLARAK NEDİR?

ÇÖZÜM SÜRECİNDE NEDEN ROLÜMÜZ OLSUN? 

Bu da paradoksal bir şey. Şimdi biz PKK ile görüş alışverişi yakınlığında olmasak, çözüm sürecinde niye bir rolümüz olsun. Bize çözüm sürecinde rol bahşeden şey aynı toplumsal tabandan geliyor olmak, aynı çözüm hedeflerini benimsiyor olmak, fakat aynı taktikleri ve mücadele şekillerini sürdürmüyor olmak. Böyle olduğu için de -tarihi ve toplumsal yakınlık ama eylem çizgisindeki farklılık dolayısıyla- çözüm sürecinde bir role sahibiz.

ŞİMDİYE KADAR PKK'YI KINAYIN TALEPLERİ OLMADI 

PKK ve Öcalan çatışan taraf olduğu için çözüm sürecinin öbür tarafı, hükümet de politik olarak bizimle, askeri olarak da PKK ile muhatap olan taraf. Şimdi bütün bu süreç boyunca hükümet bizim PKK karşısındaki konumumuzun PKK'yı kötülemek, kınamak, onun yaptıklarını lanetlemek olması gerektiğine dair şu güne gelinceye kadar bir talepte bulunmadı. Ne PKK ne hükümetle aramızdaki ilişki böyleydi, kimse de bundan şikayetçi değildi.

BİZİM SÜREÇTEKİ ROLÜMÜZ PKK'YI KINAMAK DEĞİLDİ 

Bizim süreçteki rolümüz PKK'yı kötüleme rolü değildi. Biz zaten sona erdirilmesi gereken -demek ki kimse için “iyi” olmayan- bir savaşı sona erdirmek kastıyla yan yana geldiğimiz için zaten savaşın kötü olduğu hakkında kimsenin yeni bir şey söylemesi gerekmiyordu.

PKK'NIN TERÖRİST OLDUĞUNU BİZDEN Mİ ÖĞRENECEKSİNİZ 

O zaman hükümete sormak gerekmez mi: Kendinize muhatap aldığınız, 2010-2011 arasında doğrudan, 2013-2015 arasında dolaylı müzakere yürüttüğünüz gücün “terörist” olup olmadığını bizden mi öğreneceksiniz, bunu biz mi söyleyeceğiz. Eğer “terörist”se ya da değilse bunu siz biliyorsunuz.

KOMİSYONDA "HALK İSYANI" DENDİ AKP'Lİ VEKİLLER ONAYLADI 

İkinci nokta şu: PKK'nın terörist bir örgüt olup olmadığı tartışması Meclis'teki Çözüm Sürecini İzleme Komisyonu'nda yapıldı. Komisyona gelen bir uzman bu müzakerelerin gerekliliğini anlatırken "Terörizmin amaçlarıyla tartışılmaz ama halk isyanının amaçlarıyla tartışılır, devletin PKK ile yaptığı budur" dediğinde o komisyonun bütün AKP'li üyeleri de bunu onayladılar. Komisyon raporu arşivde.

SİZİN MANASIZ İDDİANIZI BEN NEDEN PAYLAŞAYIM

Ben de o zaman uzmana "Siz bir yıl önce PKK'ya terörist diyordunuz, nasıl oldu da bir yıl sonra halk isyanı oldu, bu ikisi arasındaki farkı nasıl açıklayabilirsiniz" diye sordum. Uzman cevaben "Milli Güvenlik Kurulu'nun tutanaklarına baktığımızda görürürüz, Türkiye 93'den beri PKK ile hem savaş hem müzakere halindedir, aynı zamanda isyanın sebeplerini tartışmaktadır. Bunu bir halk isyanının parçası olarak görmektedir." dedi. Peki o zaman bu farkı nasıl açıklayacaksınız diye sorduğumda mealen şu yanıtı aldım: "Halka söylenenlerin her zaman MGK'de konuşulanlar olması gerekmez, politika başka şey, analiz başka şey!"

Şimdi ben de bunu söyleyeceğim. Demek ki karşınızdaki gücün niteliği hakkında bir fikre sahipsiniz, aslında bu noktada amaçlarının ve hedeflerinin tartışılmasının meşru olduğunu benim gibi düşündüğünüz gücün “terörist” olduğu hakkındaki sizin manasız iddianızı ben neden paylaşayım, eğer bu hakikate aykırı ise.

2 POLİSİ PKK'NIN ÖLDÜRDÜĞÜ ŞÜPHELİ 

Üçüncü nokta ise şudur; Bugün PKK'nın yeniden suçlanmasına vesile edilen eylemlerin hakikaten PKK tarafından icra edilip edilmediği tartışmalı, şüpheli. Ceylanpınar'daki iki polisin öldürülmesi konusunu PKK doğrudan doğruya üstlenmedi. Bu, HPG'nin günlük vukuat listesinde “APO'cu fedailer”e atfen yer almış olan bir şeydi. Ne HPG bunu açıktan savundu ve "biz yaptık" dedi, ne de KCK'dan bir açıklama geldi.

İKİDE BİR BİZE TERÖRİZMİ KINAYIN DEMEK PROBLEMİ ÇÖZMEZ 

Biz de bunun meşkuk (şüpheli) olduğunu düşünüyoruz. Hakikaten nedir, bunu kim yapmıştır, nasıl olmuştur, bunu bilmiyoruz. Fakat buna rağmen biz hala “tartışmayı teröre, terörizme sıkıştırmayalım, burada bir halk isyanıyla onu bastırmak için mücadele eden devlet güçleri arasındaki ilişkiyi çözümleyelim, yoksa olan biten 'terör' ve 'terörizmle mücadele' konsepti ile açıklanamaz” diyoruz. “İkide birde bize 'terörizmi kınayın' demek problemi çözmeyi sağlamıyor, bizi sahici olmayan bir zemine taşıyor”, dediğimiz budur.

DEMİRTAŞ BAŞKA NE DESEYDİ? 

Selahattin Demirtaş da sistematik olarak bunun altını çizdi, "Biz bu cinayeti kabul etmiyoruz, bunu kimse savunamaz, burada bu insanların bu şekilde katledilmelerinin savunulabilir bir tarafı yoktur, üzgünüz" dedi. Daha başka ne deseydi?

BOŞUNA MI VERGİ VERİYORUZ, DEVLETİN ORDUSU, POLİSİ VAR

Hem bir yandan "çözüm sürecini ortadan kaldırdım" diyorsunuz, savaş tahrikçiliği yapıyorsunuz ve savaş başlatıyorsunuz, karşılık görünce de “PKK'nin karşısına HDP çıksın, HDP PKK'yı durdursun” diye bağırıyorsunuz . Biz devlete boşuna mı vergi veriyoruz, boşuna mı ordu, polis var. eğer hakikaten dedikleri gibi bir “terörist” faaliyet söz konusuysa bunu önlemek onların işi. Polisiye önlemlerle ortadan kaldırılamayacak bir “terörist” etkinlik yoktur. Yok eğer bir halk ayaklanmasının çözüme kavuşmasıysa mesele, o zaman bizi ne diye "terörizmle mücadele" diye gerçekle ilgisi olmayan bir zemine çekmeye çalışıyorsunuz.

BUGÜN MÜ AKLINIZ BAŞINIZA GELDİ

Bizim durumumuz net. Olgun bir felsefi ve politik pozisyon üzerinde duruyoruz, o yüzden bugün söylediğimizi yarın inkar etmiyoruz. Ben daha ileri giderek söyleyeyim; bundan önce kaç kez en kritik zamanlarda, bugünkü ortak hareketimiz yokken, henüz DEP, HADEP dönemlerindeyken, PKK'nın geçmişteki eylemleri sırasında akla uygun görmediğimiz politikaları ve eylemleri kimsenin baskısına maruz kalmadan eleştirdik. Ama bugün siz onlarla savaşa tutuştuğunuz dakika gelip bizim gırtlağımıza, savaşa tutuştuğunuz kişileri kötülememiz için sarıldığınız takdirde “bundan sadece 6 ay önce mektuplarımızı bunlara ulaştırın” diye kapımızda ne gezdiğinizi size sorarız. “Siz onların kim olduğunu biliyordunuz, bugün mü aklınız başınıza geldi” desek kimin bize ne söyleyeceği olabilir.

AÇIKÇA SAVAŞ İSTEMEDİĞİMİZİ SÖYLÜYORUZ 

Açıkça söylüyoruz: Çatışma, savaş istemiyoruz, bu savaşın yeniden başlamasını biz istemedik ve bunu tasvip etmiyoruz. Biz KCK'nın da sürece çok daha serinkanlı bir biçimde yaklaşabileceğini ve buna yetecek bir deneyimi olduğunu biliyoruz. O yüzden göğüs göğüse muharebelerden, misillemelerden uzak durmaları gerektiğine dair dileğimizi açıkça ifade ettik.

YAKALARINA MI YAPIŞACAĞIZ 

Bunu makbul bulmazlarsa ne yapacağız, yakalarına mı yapışacağız, bu düşüncemizi makbul bulurlarsa buna göre hareket ederler. Fakat çatışan taraf değişmediği sürece, bu tartışmanın gerek devlet gerekse bizim tarafımızdan KCK ile sürdürülmesi gerektiği ortadadır. Onlara gaflete kapılıp “düşman” muamelesi yaptığımız andan itibaren de bizi kim ciddiye alır. Devlet bile o zaman bizi ciddiye almaz. Çatışmanın yerini müzakere alacağı zaman bizim oynayacağımız rol bile kalmaz ortada. O yüzden bu geçici hevesler için bu tür kalıcı konumların bu şekilde yıpratılması bence saçma.

ERDOĞAN AÇIK BİÇİMDE DARBE YÜRÜTÜYOR 

Tayyip Erdoğan çok açık bir biçimde Türkiye'de bir darbe yürütüyor. Bu görüşü bugün Selahattin Demirtaş'ın TBMM kürsüsünde açıklamasından önce geçtiğimiz hafta sonu dört kurumumuzun Eş Başkanları olarak bir deklarasyonla ifade etmiştik. Tayyip Erdoğan bugün hukuki ve siyasi konumu itibariyle Anayasanın kendisine tanımadığı yetkileri kullanarak, hükümet üzerinde kendi özel örgütü vasıtasıyla ve kontrol kurarak, kendi özel örgütüne emir ve kumanda ederek provokasyonları, medya saldırılarını teşvik ederek, bunları bir orkestra gibi idare ederek aslında Türkiye'yi kendisinin Başkanlığının yeniden refaranduma sunulacağı bir erken seçime taşımak istiyor.

YENİLEN DEVE GÜREŞE DOYMAZMIŞ 

Yenilen deve güreşe doymazmış! Tayyip Erdoğan 7 Haziran'daki yenilgisine doymamış. Bir kere daha Türkiye'yi -ama bu sefer kendisine bu acı yenilgiyi tattıran HDP'yi hırpalayarak, kolunu kanadını kırarak, meşruiyetini tartışma konusu yaparak- seçime sürükleme peşindedir.

TÜRKİYE HALKI AKLINI PEYNİR EKMEKLE YEMEDİ 

Ummaktadır ki bu seçimde kaybettiği 6 puanı geri alacaktır. Ben Türkiye halklarının aklını peynir ekmekle yemediğini ve Erdoğan'ı ebediyen kendisinin başında, ensesinde boza pişirecek, bir maceradan ötekine sürükleyecek bir ebedi Başkan olarak seçmeyeceğini ve eğer söz halkın eline geçerse bunun hiçbir zaman böyle tecelli etmeyeceğini söyleyebilirim.

SEÇİMLERİN ÖZGÜR SEÇİMLER OLACAĞINDAN ŞÜPHELİYİM 

Ama endişem şudur ki; bu sokulmak istendiğimiz seçim de esasen seçmenlerin oy kullanmalarına güvenlik birimlerinin, emniyetin, jandarmanın, polisin, askerin doğrudan doğruya müdahale edeceği bir seçim olabilir. Erdoğan'ın zorladığı bu seçimlerin özgür seçimler olacağından çok çok şüpheliyim.

KÜSTAHÇA BUYRUKLAR VERİYOR, GÖRELİM BAKALIM

Bunun böyle olacağını, daha şimdiden Erdoğan'ın HDP'nin kapatılması, HDP'li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılarak yargılanması için yargıya küstahça buyruklar vermesinden ve savcılığın hemen soruşturma başlatmasından da görebiliyoruz. Elle gelen düğün bayram. Görelim bakalım, o dokunulmazlık tartışması AKP'nin ve Erdoğan'ın ve onların yancısı MHP'nin halkın önünde yargılandıkları bir mahkemeye dönüyor mu dönmüyor mu?