Küfür ve hakaretle bir fikir savunulur mu?
Bir süreden beri İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi' üzerinde tartışmalar var.
İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzaya açılmış ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmişti. Şu ana kadar 34 ülke sözleşmeye imza attı.
Düzenleme tam adında Kadına Yönelik şiddetin önlenmesi olarak belirtilse de sadece kadını korumuyor, erkekler de dahil tüm aile fertleri -özellikle çocuklar- bu düzenlemelerin koruma kapsamına dâhil.
İstanbul Sözleşmesi ve bununla ilişkili 6284 sayılı kanun metinlerinde durum açıkça belirtiliyor. Düzenlemelerden faydalanabilecek olanlar yalnızca kadınlar değil, kadın ya da erkek fark etmeksizin ‘mağdur'lardır.
Bütün buna rağmen sözleşmeyi büyük bir gürültü ile eleştiren, Türkiye’nin çekilmesi için faaliyet yürüten organizasyonlar var. Olabilir. Demokratik bir ülkede, her görüş özgürce savunulur ve kampanyalar yürütülebilir.
Sorun kampanyaların dilinde, üslubunda ve kullanılan argümanlarda.
Sözleşme metninde yer almayan birçok husus sanki varmış gibi sunuluyor ve zihinlerde bulanıklık yaratılmak isteniyor.
Sözgelimi üçüncü cinse yani lgbt eğilimlerine hiçbir değinme yokken varmış gibi yazılıp çiziliyor ve toplumsal refleks inşa edilmeye çalışılıyor.
Kadın ve Demokrasi Derneği’nden (KADEM), en başından beri sözleşmeye destek veriyor. Kullanılan argümanlar KADEM’de yer alan kadınları da ciddi derecede rencide ettiği için iyi bir açıklama ile toplumu aydınlatma yoluna gittiler. 16 maddelik açıklama kanımca bu konuda akıllarda oluşturulmak istenen kuşkuları ortadan kaldırmaya yeterli. (Bkz: https://kadem.org.tr/istanbul-sozlesmesi-hakkinda/ )
Kadın cinayetlerinin arttığı bir ortamda suçluyu İstanbul Sözleşmesi olarak takdim etmek elbette akılla, mantıkla, vicdan ile bağdaşmaz.
Keza İstanbul Sözleşmesi’ni kadına yönelik şiddetin önleyici sihirli formülü olarak takdim de gerçekçi olmaz.
Hep söylüyoruz, yine ısrarla söyleyeceğiz.
Bu konuda bir zihniyet dönüşümü şart. A’dan Z’ye şart. Erkekleri çocukluktan itibaren kadına saygı konusunda eğitmeli ve bilinçlendirmeliyiz. Annesine, kız kardeşine, karısına, kızına saygıdır bu.
Yılların kalem erbabı, İslamcısı Dilipak bile İstanbul Sözleşmesini eleştirdiği yazısında sövebilecek hale geliyorsa, kadına şiddet önlenebilir mi?
Bu da bir başka şiddet değil mi?
Fikirleri bu şekilde mi savunacağız?
Kadınları kategorize ederek, tahkir ederek, kendimiz gibi düşünmeyenleri ağız dolusu küfür ve hakaret ile yaftalayarak bir tartışma olur mu?
AK Parti’den ve kadın örgütlerinden gelen tepkiler üzerine bu kez de “AK Parti kuruluş değerlerini yıkıyor” mealli bir açıklama ile kendisine yönelik tepkileri “tepki” ile karşılamış Sayın Dilipak…
Kendisi, camia içinde yılların akil adamını, saygın yazarını küfür ve hakaret dolu cümlelerle yıkıyor, “Abdurrahman Dilipak”ı gömüyor farkında değil…
Bu tarz üsluplarla tartışırsak, dilimize saygınlığımızı harap edecek sözcükler egemen olursa hiçbir şeyin kıymeti kalmaz. Sayın Dilipak’ın önce yazdıklarını okuması, oradaki cümlelerinin, seçtiği kelimelerinin anlamını kavraması lazım.
Madem ki, “Cennet anaların ayağının altındadır” diyen bir peygamberin ümmeti, kadını yüceleyen ve cahiliye döneminin caniliklerinden sakınan bir inancın mensuplarıyız; tutum ve davranışlarımız da uyumlu olmalı.
Kadına, çocuğa, her canlıya saygıyı ilke edinmeliyiz.
KADEM’in açıklamalarını önemsiyor ve İstanbul Sözleşmesi’ni destekliyorum.