BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00
HABER /  GÜNCEL

Köşe yazarları SOS veriyor

Türk basınınında önemli bir tıkanma yaşandığına dikkat çeken Ekrem Dumanlı, kendini yenileyemeyen köşe yazarlarının kullanım sürelerinin doldurduğunu dile getirdi.

Abone ol

Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü, Türk basınında yaşanan tıkanmaya dikkat çekerek, köşe yazarlığının alarm verdiğini savundu.
Dumanlı, başlıklı yazısında,  acı gerçekleri şöyle sıraladı:

Kim ne derse desin, Türk basınında bir tıkanma yaşandığında kuşku yok. Halkın değişik vesilelerle medyadan yakınması bir yana; basın mensuplarının şikayeti bile her mahfilde yankılanıyor.

Bir mesleğin erbabı da o meslekten şekva ediyorsa, ellerin şakaklara gitmesi, derinden derine düşünülmesi gerekiyor demektir. Aslında şikayet konusunda üstümüze yoktur.

Millet olarak severiz yakınmayı. Bir kurumu yerden yere vurmaya bayılırız. Ancak genellikle çözüm üretmek konusunda aynı heyecanı duymayız.

Oysa sadece problemlere yoğunlaşan kişilerin bir zaman sonra kendileri problem haline gelir. Çözüm üretecekler, problemin bir parçası haline geldiğinde işin içinden çıkmak daha da zorlaşır.

Medyanın sorunlarını bazı ana başlıklar altında toplamak mümkün. Bir sıralama söz konusu edilirse yayın ile ilgili sıkıntıları liste başı yapmak gerekir; çünkü gazeteciliğin özü ve gücü yayına dayanır.

Ticari bir ürün olarak kabul edilirse, gazetenin üretim, pazarlama ve satış gibi aşamalardan geçtiği düşünülebilir. Hadisenin etik boyutu ve hizmet şekli mesleğin ruhudur. Bu durumu unutmadan aşamaların her birini ayrı ayrı masaya yatırmak gerekiyor.

Türkiye her üç aşamada da bir türlü kendini yenilemiyor. Diğer bir tabirle, her üç merhalede de Türk basını, alışageldiği tarzın dışına çıkmıyor. Dolayısıyla belli ölçüler içine sıkışmış Türk medyası kendini aşamıyor, yeni ufuklara kanatlanamıyor.

Gazete deyip geçmemek gerekiyor

Düz bir mantıkla bakıldığında gazete satışı insana 20 ila 50 sayfa arasında değişen kağıt satışı gibi gelir. Oysa kağıt meselesi hadisenin görünen kısmıdır. Aslında o kağıtları değerli kılan bilgidir.

Bilginin zâti değeri de gazetelerin kalite testidir. Bir gazetenin kalite yolunda mesafe alması için bilginin olabildiğince yeni, farklı ve doyurucu olması gerekiyor. İşte ilk adım bu noktada çok büyük önem kazanıyor. Gazete yöneticileri, okurla kendi aralarındaki asıl köprü olan bilginin daha doğru, daha kaliteli hale gelmesine kafa yormak zorunda.

Gazete haberciliğinin ilk çıkış noktası muhabirdir. Ancak bu meslekte en çok hırpalanan kişiler onlar. Adeta "çoluk çocuk işi" imiş gibi yaklaşılıyor muhabirliğe. Oysa habere ilk ulaşan, dolayısıyla habere ilk menba olan kişi muhabirdir.

Türkiye'de ilginç bir gelişme yaşandı son yıllarda. Muhabirlik, genellikle yeni mezun kişilere ya da halen öğrenci stajyerlere düşük maaşlar ve imkanlarla yaptırılıyor. Gazeteciliğin gelişmiş bir düzeyde yapıldığı ülkelerde muhabirliğin uzun ve sindire sindire yaşanan bir süreci var.

Daha okul gazetelerinde başlıyor bu sevda. Sonra küçük bir semt gazetesi, ardından lokal bir gazetede devam eder habercilik kariyeri. Bu süreç tamamlandığında muhabir beş ile on beş yıllık bir birikime sahip olmuş demektir.

Ülke genelinde bir gazeteye adım atan muhabir, bilgiye ulaşma, onu kontrol etme, haberi doğru intikal ettirme gibi konularda sağlıklı bir mesafe almıştır. Editörlüğe yükselmesi için yeni bir döneme girer; ancak "ille de editör olmalıyım” gibi bir derdi yoktur.

Hayatın sonuna kadar muhabirlik gibi şerefli bir mesleği yapmaktan yüksünmez. Ancak gazete yönetimleri çıraklıktan gelen, kalfalığı dolu dolu yaşayan ve ustalığa ramak kalmış bir haberciyi ihmal etmez ve daha o istemeden ona editör kepini hediye eder. Yeni bir sorumluluk dönemi başlamıştır artık.

Türk gazeteciliği haberciliğe dönmek, derinlikli haberlerle televizyon ve internete fark atmak -ki bundan kaçış yok- istiyorsa muhabir gerçeğine ciddi bir planlama ile dönmek zorunda.

Üzülerek kaydetmek gerekiyor ki bu ülkedeki gazetelerden bazısında istihbarat servisleri, haber merkezleri, yayın servisleri (iç haberler, kültür vs.) ya yok ya da bir gazeteyi sırtlayamayacak kadar cılız bir yapı üzerinde duruyor.

Bu yapı ne haberi derinleştirme kapasitesine sahip muhabir çıkarabilir ne de okurda okuma tadı uyaracak metinler. Az biraz palazlanmış her muhabire köşe açan ve orada her gün yazmaya teşvik eden Türk usulü gazetecilik geleneği(!) köşe yazarlığını da öldürüyor.

Açık konuşmak gerek. Gazetelere zenginlik katması gereken köşe yazarlığı, bu ülkede gazeteleri bazen güdükleştiriyor. Bunu söylerken köşesinin hakkını veren yazarları görmezden geliyor değilim. Gerçekten de bu ülkede bilgi birikimi, gazetecilik deneyimi takdire şayan çok köşe yazarı var.

Ancak, acı bir gerçeği de görmek gerekiyor: Köşe yazarlarının bir kısmı kendi kendini tekrar etmekten kurtulamıyor. Normaldir de. Haftanın her günü yazı yazan bir insan, çetin bir sınava da girmiş demektir. Haftanın her günü yetmezmiş gibi, eklere, dergilere de yazı vermek; o da yetmez, o program senin bu program benim diyerek televizyon kanallarını dolaşmak kolay olmasa gerek. Köşe yazarlığı S.O.S veriyor

Bazı köşelerin gazetecilik standartları açısından bir daha ele alınması gerekiyor. Köşesini devletin bazı birimlerinden gelen dosyalara teslim etmiş kişiler var. Şöhretini karanlık kaynaklara, minik kuşlara borçlu olan kalemler var.

Bu tip insanlar ne kadar hakaret ederse o kadar okunduklarını sanıyor. Bilmiyor ki modası geçmiş yazarlık sadece kendilerine değil, gazeteciliğe de zarar veriyor.

Köşesini başkalarının mektuplarına emanet etmiş yazarlar var. Her yıl aynı dönemde aynı yazıları yayınlayarak okurun zekasını test edenler var. 20-25 yıl yazıp en küçük bir değişim ve gelişme sinyali vermeyenler var. Dünyayı bir ideolojik pencereden seyreden ve insanları yandaş ya da düşman görenler var... Önyargıların fink attığı bu kadar çok köşe, muteber dünya gazetelerinden hangisinde var ki!

Belki bir zamanlar okur kitlesi bu kadar dayatmaya direnç gösteriyordu. Lakin, Türkiye'nin eğitim düzeyi arttı, Türk halkı kitle iletişim araçları sayesinde dünyayı daha yakından tanıma fırsatı buldu. Genç kuşaklar, yıllardır söylenen masalları artık dinlemek istemiyor. Alelacele yapılan ham haber metinlerine yüz vermeyen, ileride de hiç yüz vermeyecek olan okur, yorum adıyla kendisine dayatılan köşelere de artık inanmıyor.

O yüzden bir zamanlar köşe yazarı transferiyle kaybedilen ya da kazanılan tirajlar yok artık. Bazı köşeler o kadar sabit bir çerçeveye oturdu ki birkaç kez bir köşeyi dikkatle okuyan, benzer bir yazıyı kaleme alabilir. Ve inanın böyle bir şey neşredilse imzanın sahte olduğu bile anlaşılamaz.

Bazı yazarların köşelerini devre mülk gibi kullanmaları, bu gerçeği yeterince ispatlıyor. Bir günlüğüne “usta yazar”ın köşesini işgal eden kişiler ile köşenin sahibi arasında fark yok...

Kendini yenilemeyen eleğini asmalı

Bazı meslekler için "vefasız" benzetmesi yapılır. Mesela "futbolda dün yoktur" denir. Gerçekten de birkaç hafta öncesi dünyanın en iyi futbolcusu, ülkenin en kaliteli oyuncusu gibi sıfatlara mazhar olan kişiler, birkaç hafta sonunda alınan başarısız sonuçlarla birden gözden düşebilir.

Bu sistem, vefasızlık suçlamasına neden olsa da kişileri hep diri kalmaya zorlar. Aynı meselenin gazeteciler için de geçerli olması gerekiyor. Geçmişte iyi bir gazeteci olabilirsiniz, çok iyi işlere imza atmış olabilirsiniz, tarihî olaylarda rol üstlenmiş olabilirsiniz. Ancak bugün yazdıklarınız dünkü yaptıklarınızdan daha önemsiz değildir.

Türkiye'de okumadan yazma gibi bir mucize deneniyor. Hayatını yazıya bağlamış insanlar okumuyorsa yazma eyleminin hicranla bitmesi kaçınılmazdır. Ürün kalitesini artırmak için habere ve yoruma yeniden değer vermek mecburiyeti var.

Buna önem vermek, teorik metinlerin gölgesine sığınmakla olmaz. Taşra haberciliğinden merkezlere doğru bir iş akışına ve kariyer haritasına ihtiyaç var.

En azından gazete merkezleri mevcut kadroların yetiştirilmesi adına bir planlama yapmakla işe başlamalı. Belli periyotlar dahilinde bilgi ve tecrübe paylaşımı yapılması gerekiyor. Meslek içi eğitimin dinamik mesajlarıyla daha donanımlı bireyler istenmeli. Bu talep karşısında okumayan, kendini yetiştirmeyen, mesleki birikimlerini yenilemeyen gazeteci bilmeli ki yarınlarda kendisine ait bir ışık yok.

Çünkü bilgi ve görgü seviyesi her geçen gün daha da yükselen okur kitlesi, istikbalde hımbıl, bilgisiz, seviyesiz insanlardan haber ve yorum dinlemek istemeyecek. Hatta bugün gazetecilerin atraksiyonu diye böbürlene böbürlene ortaya konan şeylerin, yarınlarda komik ve düzeysiz bulunacağını söylemek, bir kehanet değildir...

İlk adım kimlikli gazeteler üretmek. Magazin gazeteler de kendilerine yakışır bir tanımlama yapacak; yapacak ki; okur ne aradığını ne bulduğunu bilsin.

Halk medyayı hizaya getirmeden medya kendine çekidüzen vermeli. Yoksa ürün kalitemizin mahcubiyeti basının geleceğini karartacak. Üretim aşamasında doğru adım atılırsa satış ve pazarlamada da devrim çapında değişiklik yapılabilir. O aşamaları da müsaadenizle bir sonraki yazıya bırakalım...

Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: