BIST 9.916
DOLAR 35,20
EURO 36,62
ALTIN 2.971,13
HABER /  GÜNCEL

Koru, medyayı yerden yere vurdu

Yeni Şafak gazetesi yazarı Fehmi Koru, Cumhuriyet döneminden günümüze kadar medyanın üstlendiği rollerin hep kara bir leke olduğunu söylüyor.

Abone ol

Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru, Cumhuriyet döneminden günümüze kadar medyanın üstlendiği rollerin hep kara bir leke olduğunu söylüyor. Koru medya'daki yazarların bir kısmının önceden ülke adına haksız karalamalarda bulunduğunu ve karalamaların ortaya çıkmasından sonra bile halen köşelerini bırakmadıklarını belirtiyor. Koru, siyasetçiler veya halkın bu gazetecileri adam yerine koymamalarını bu noktada haklı buluyor...


Cumhuriyet, bir yönüyle, 'halkın kendini doğrudan yönetmesi' demek, acaba Türkiye'de halk kendini doğrudan yönetebiliyor mu?

Bu soru durduk yerde, bir boşlukta sorulmuyor. Türkiye'nin tarihi bu alanda epey zigzaglarla dolu. Dönemlere göre bunu sağlamanın yöntemleri değişse bile 'olağanüstü' yönetimler süreklilik arzediyor bizde, halkın kendini doğrudan yönettiği dönemler ise bayağı nâdir. Sisteme sistem dışı müdahaleleri o sürekliliği sağlamanın bir aracı olarak da görebiliriz. Daha yakın zamanlarda ise, yetkisini anayasadan alan bazı kurumlar halk yönetimine resmen ortak çıkmaya başladılar. Ak Parti hükümetinin Avrupa Birliği (AB) perspektifine canla başla sarılmasının en önemli sebebi, hiç kuşkunuz olmasın, bunu, 'cumhuriyet' kavramını gerçek zeminine oturtma fırsatı olarak değerlendirmesidir.

Yetkisini anayasadan veya yasadan alan kurumların halkın kendini doğrudan yönetmesine ortak çıkmaları bir dereceye kadar anlaşılabilir; ancak hükümetlerin adı öyle konulmamış olsa da bir başka ortağı daha var: Medya... Medyanın askerî darbeler öncesinde oynadığı uğursuz rolü ve darbeleri meşru gösterme görevini sahiplenmesini, bu tahlilde gerekmediği için, bir tarafa bırakabiliriz. İstediği zaman ülkeyi güllük gülistanlık göstererek, istemediğinde iktidarı siyasîler için iğneli fıçıya çevirerek, medya, halkın kendini doğrudan yönetmesini pürüzlü hale getirmesini iyi biliyor.

Bereket, medyanın da kısa ve orta vâdeli çıkarları Türkiye'nin AB üyeliğine sımsıkı yapışmasını ve kopmamasını gerektiriyor; aksi halde, Ak Parti hükümetinin karşılaştığı zorluklar baş edilir sınırların çok ötesine taşabilirdi. Hükümetin AB çizgisini koruması, sırf dar çıkarcılık hesabıyla, medyayı eskisi kadar delibozuk davranmaktan alakoyuyor.

Meclis ikinci kez olarak bazı eski politikacıları, haklarındaki şâibeler yüzünden, Yüce Divan'a gönderdi. Geçtiğimiz 20 yılda çok önemli görevler üstlenmiş kişiler var bunlar arasında. Meclis'in kararı o insanları 'suçlu' ilân etmemizi gerektirmiyor elbette; ancak yine de bir 'kuşku' söz konusu. Peki de, o politikacılar Meclis'in 'kuşkulu' bulduğu eylemlerini gerçekleştirirken, görevi halkı olumlu-olumsuz gelişmelerden haberdar etmek olan medya sorumlu bir davranış sergilemiş miydi?

Bu soruya göğsünü kabartarak "Ben yapmıştım" diyebilecek medya kuruluşu ve gazeteci sayısı herhalde çok fazla değil. Belleklerimiz güçsüz olduğu ve kolayca unuttuğumuz için, dün öyle bugün böyle yazanları, önyargı ve inatlarını tahlil diye sunanları, bu yüzden ülke hazinesine ve belki hepimizin kesesine zarar verenleri hatırlamıyoruz bile...

Basit bir hatırlatma: Hemen her eve giren gazetelerde sütunları olan, daha çok sabahları ve gecenin bir vaktinde televizyonlarda karşımıza çıkan yorumcular, şu son iki yıl içerisinde, ekonomimizi kimbilir kaç kez 'krize' soktular. Onların beklentilerine rağmen 'kriz' çıkmadı ve böyle giderse kolayından çıkacağa da benzemiyor... Ancak, şeamet tellâllığı yaparak gün ve gecelerimizi karartanlar köşelerini ve ekrandaki yerlerini korumaya devam ediyorlar...

Benzer bir durum dış politika için de geçerli: Hemen her gazetede çok bilmiş edalarla ülkenin geleceğiyle ilgili karanlık tablolar çizen yorumcular var; önce savaşa sokmak için kullandılar konumlarını, sonra savaştan uzak kalmanın mâliyeti hakkında kapkara tablolar çizdiler. Kıbrıs üzerine ürettikleri yanlış çıkmış senaryolar yüzünden neşemizi kaçırmaları da cabası. Şimdi o eski iddialarını tekrarlamıyorlar, hatta unutmamızı da istiyorlar besbelli; ancak bazılarının AB'nin Türkiye'yi kabul etmeyeceği konusunda dehşet verici atıp tutmalarını nasıl unutalım?

Eski politikacılar yanlış yaptıkları gerekçesiyle Yüce Divan'a gönderilebiliyor ülkemizde; buna karşılık, yanlış teşhisler ve yorumlarla hayatımızı karartan gazeteciler, yazarlar ve yorumcular yerlerini koruyor ve aynı bağnazlıklarına devam ediyorlar. Böyle bir ortamda, halk, medyaya ve mensuplarına itibar eder, siyasetçiler gazetecileri adam yerine koyar mı? Halk itibar etmiyor, siyasetçi de adam yerine koymuyor işte.

Cumhuriyet Bayramı medyaya ne durumda olduğunu hatırlatmaya yarasa bunu bile bir kazanım sayabiliriz.

KAYNAK:YENİ ŞAFAK