Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 enfeksiyonuna çare olabileceğini düşündüğü MOLNUPİRAVİR isimli bir ilaç var keşfedildi.
Abone olSon günlerde bilim çevrelerinin de medyanın da sık sık gündeme getirdiği hatta COVID-19 enfeksiyonuna çare olabileceğini düşündüğü bir ilaç var: MOLNUPİRAVİR!
Osman Müftüoğlu, kaleme aldığı yazıda şu ifadeleri kullandı; ''Henüz Faz 1 ve Faz 2 çalışmaları süren bu yeni ilacın, koronavirüsün bedende yayılmasını en geç 24 saat içerisinde tamamen durdurabileceği öne sürülüyor. Bilindiği gibi, halen geliştirilen aşılar pandemide sadece koruyucu amaçla kullanılıyor. Tedavi için elimizde hâlâ bu virüse yüzde 100 etkili olduğu kanıtlanmış herhangi bir ilaç yok. Haber de zaten bu nedenle dikkati çekti ve önem kazandı. Umalım ki bundan sonraki haberler de olumlu gelsin. Umalım ki aşı konusunda olduğu gibi ilaç tedavisinde de yüzümüz gülsün. Konunun detaylarını cumartesi günkü yazımda daha etraflı açıklayacağım.
''Hastalığı geçirmek yerine aşılanarak antikor kazanmanın daha akılcı''
Şunu net ve açık olarak biliyoruz: COVID-19’dan iyileşenlerin kanında onları yeni bir koronavirüs saldırısına karşı koruyabilecek güçte antikorlar -istisnalar dışında- hep var. Ve o antikorlar hastalıktan iyileşenleri en az 3-6 ay -yine özel istisnalar dışında- neredeyse yüzde 99 oranında koruyabiliyor. Aşılarla elde edilen bağışıklık için ise firmalar en fazla yüzde 94-97 civarında bir garantiyi verebiliyor. Kısacası emin değilim ama hastalığı geçirenlerde oluşan bağışıklık gücü aşıyla sağlanandan -muhtemelen- bir tık daha fazla olmalı. Ama her halükârda hastalığı geçirmek yerine aşılanarak antikor kazanmanın daha akılcı olduğu da unutulmamalıdır.
''Bu aşı güvenli ve etkilidir''
Aşılar pandemi gündemimizin bir numaralı maddesi. Malumunuz, biz Çin aşısı olarak da bilinen Sinovac’ı tercih ettik. En az 50 milyon doz Sinovac aşısı, muhtemelen 25 milyon civarında vatandaşımıza uygulanacak. Gelelim detaylara... Sinovac aşısı bir ölü virüs aşısı. Uzun zamandır bilinen güvenilir yöntemlerle üretilen, yani “güvenlik konusunda” bizi pek endişelendirmeyen bir aşı. Daha düne kadar en önemli handikabı Faz 3 çalışmalarının tamamlanmamış, net etkinlik rakamlarının açıklanmamış olmasıydı. Birkaç gün önce o konu da açıklığa kavuştu. Aşının Endonezya’da tamamlanan Faz 3 çalışmalarında yüzde 97 gibi mükemmel bir etkinliğe ulaşıldığı açıklandı. Kısacası sözü fazla uzatmaya gerek yok. Bu aşı güvenli ve etkilidir. 9. Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman Demirel’in deyimiyle “Gonu gapanmıştır!”
Ya aşı tutmazsa?
Eğer ortada bir pandemi varsa, yani acil çözümler gerekiyorsa sağlıkta da acil kararlar alınıp uygulanabilir. Zaten böyle olduğu için İngiltere BioNTech aşısı konusunda ne FDA’yı ne de EMA’yı beklemedi. Yani ne Amerika’daki ne de Avrupa’daki aşı meselesini yöneten karar verici kurumları dinlemedi. Önemli bir ülkesel karar verip BioNTech aşısını kullanmaya başladı. Ama yine bilelim ki kafamızda hâlâ cevaplanmamış bazı sorular yok değil. O sorulardan biri şu: Tamam, biz bu aşıyı yaptıracağız. Peki acaba “O aşı bedenimizde bizi koruyacak miktarda antikor oluşturabilecek mi?” Ve daha da önemlisi “Acaba o antikorlar hiç olmazsa 3-5 ay vücudumuzda kalıp bizi bu belalı virüse karşı koruyabilecek mi?” Konuştuğum aşı uzmanlarının çoğunda da bu son iki cümlede yansıttığım tereddütler maalesef var. Onlar da şu soruyu soruyorlar: Ya aşı tutmazsa? Yukarıdaki iki sorunun net ve açık bir cevabı şimdilik yok. En erken de 6-12 ay sonra alınabilecek. Ama gelin biz umuda sarılmaya devam edelim, “Eldeki kuş, daldaki kuştan daha iyidir!” deyip aşılardan istifade etmekte tereddüt etmeyelim.
''Bağışıklık gücümüzü yalnızca antikorlara borçlu değiliz''
Her virüs hastalığında olduğu gibi COVID-19’da da saldırılara karşı bizi koruyan bağışıklık gücümüzü yalnızca antikorlara borçlu değiliz. Tamam, antikorlar çok önemli koruyucu silahlarımız. Ama bilelim ki B lenfositlerinin ürettiği bu antikorların yanı sıra savaşa doğrudan katılan savaşçı hücrelerimizin de özel marifetleri var. T lenfositleri olarak bilinen bu olağanüstü hücreler de çok önemli işlere imza atıyorlar. Ve unutmayalım ki onların yaptıkları iş de en az B lenfositlerinin ürettiği antikorlarla sağlanan güç kadar önemli ve etkili. Kısacası bağışıklık gücümüz sadece “antikor”lardan ibaret değil. “Savaşçı askerler” yani T lenfositleri de en az antikorlar kadar önemli işler görüyor.
T lenfositler ne yapıyor?
Bağışıklık sistemimizin önemli güçlerinden biri olan T lenfositler daha önceden karşılaştıkları herhangi bir mikropla (ya da o mikropla enfekte olmuş hücreyle) temas ettiklerinde onları anında tanıyabilen ve süratle yok etme gücüne sahip özel yetenekli savaşçı askerlerimizdir. Ben onları farklı yeteneklerle donatılmış “bordo berelilerimize” yani “özel kuvvetlerimize” de benzetirim. Bitmedi! T lenfositlerinin kendi aralarında da özel yetenekleri ile ayrıştırılmış, görevleri farklılaştırılmış bir yapılanma var. Mesela “bellek T hücreleri” yabancı mikropların, işgalcilerin gelecekte de tanınmasını sağlayan hücreler olarak vazife görüyor. “Sitoksik T hücreleri” ise enfekte hücreler veya işgalci mikropları anında tanıyıp yok edebilen savaşçılarımız. Süreçte daha başka altyapılanmalar da var ama işin özeti şudur: T hücreleri virüsleri tanımlayıp belleklerine kaydedebilen hücreler. Ve bu kayıtlı bilgiler sayesinde de virüslerdeki proteinlere yapışarak onları (ya da bulaştıkları hücreleri) süratle yok edebiliyorlar. Kısacası T hücrelerinin sağladığı bağışıklık gücü, en az antikorların sağladığı bağışıklık gücü kadar önemli bir ayrıntıdır.''