BIST 9.673
DOLAR 35,17
EURO 36,60
ALTIN 2.962,18
HABER /  GÜNCEL

Koç, göbeğinden şikayet ediyor

Turizm Bakanı Atilla Koç, yaptığı işten çok kişiliğiyle gündeme geliyor. Koç'un farklı farklı takıntıları var. Bakan, kafasına taktığı tüm sorunları Nuriye Akman'a anlattı.

Abone ol Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç diyalog kurulması kolay, esprili; ancak üslubu nedeniyle anlaşılması zor bir insan.

Konuşmamızı yazıya dökerken fark ettim ki, daldan dala atlıyor, parantez içinde parantezler açıyor. Sorunuzun cevabını alıyorsunuz; ama mantık zincirini bozmadan aktarabilmek için aradaki fazlalıkları, başlanmış ama bitirilmemiş cümleleri çok dikkatlice ayıklamanız gerekiyor. Aksi takdirde her beyanının gaf olarak yansımaması mümkün değil. O yüzden sorularımla önceki gafların izini sürerek iyi yapmışım diyorum. Sakın okurken kavga ettiğimizi zannetmeyin. Sayın Bakan da ben de çok eğlendik, çok güldük, birbirimizi çok aydınlattık…

Bakan olduğunuzu öğrendiğiniz an, zıp zıp zıpladınız, insanların boynuna sarıldınız. Sevindirik oldunuz. Bakan olmayı büyük bir özlemle mi bekliyordunuz?

Sevindirik olmam söz konusu değil, ama şaşırdığımı söyleyebilirim. Dediğiniz gibi bir reaksiyon verdiğimi hatırlamıyorum.

“İnsanın isminin bakan olarak geçmesi bile insanı avutur.” dediniz ama.

Bazı meseleleri bürokratik olarak ve siyaset stratejisi olarak daha fazla açıklamak istemiyorum. Ama şunu söyleyeyim. Bizim ustalarımız, vali abilerimiz bize bir şey söylemişti. Kararname reisicumhurdan çıkıncaya kadar, hatta size tebliğ edilinceye kadar vali oldum demeyin. Bizim tahkikatlarımız vardır. Oraya gitmiştir, kabul görmemiştir. Avuntu lafı odur. O insan işte “Ben vali tayin edildim. Ama olmadı.” diye hayatında bir avuntu olarak söyler. Benim bir üslubum var. Önce hükmü veririm, sonra açıklarım. Eğer açıklamayı sabredip dinlemezse bu ifadeler karışabiliyor.

Giresun valiliğinden sonra merkeze alındınız. Sizinle uğraşıldı. Oh işte bakan oldum diye sevinmenizden daha doğal ne var yani?

Doğal ama bende yok bu sevinç. Ben 21 yaşından beri hep devletin imkanlarından faydalandım. İdarenin yapısı şudur: Eğer çalışırsan, iş bitmez, zaman yetmez. Kabiliyetliysen, hiç çalışmadan da uzun müddet, bakanlık demeyeyim; ama valilik, genel müdürlük yapabilirsiniz. O sebepten, benim hayatımda böyle bir mesele yok. İki buçuk aydır, ilk defa, dün altı saat uyku uyudum.

Bakan olmanın bir yararı olmadı yani.

İşte arabamı kendim kullanmıyorum. Randevularıma daha hızlı gidebiliyorum. Ben iki buçuk sene vatandaşıma gerçekten temsilci olabilmek için bakanlarımıza ve genel müdürlerimize onları üzmeden; ama randevu alarak gittim. Bu vali olan bir insan için, işin açığı zor oluyordu.

Eskiden randevu almakta zorlanıyordunuz. Şimdi başkaları sizden randevu almak durumunda.

Ben zorlanmadım. Eksik olmasınlar, bürokratların çoğu, benim meslektaşlarım. Bürokraside bir abi durumundaydım. Neticede abi senin için randevu söz konusu değil dediler. Ama mesela bazı insanlar için ayakkabısını bağlamak zor gelebilir.

Niye bu örneği verdiniz?

Çünkü göbeğim var.

Göbeğinize geleceğim. Ondan önce ruhunuza bakalım. Hiç muhalif olmadığınızı, kafanıza tam yatmasa bile hep itaat ettiğinizi açıkladınız. Anneniz mi itaati yüceltirdi, yoksa babanız mı?

On yaşında babamı kaybettim. Ondan sonra annemle beraber oldum. Aldığım dinî terbiye, biraz da karakterim gereği, annemi incitmedim ve hayır duasını aldım.

Yani annenizin sevgisini kazanmak için mi itaatkâr bir çocuk oldunuz?

Annemin beni çok sevdiğini biliyordum. Ama bu sevgiyi hiç istismar etmedim. Onun ötesinde, itaat meselesinin tarihsel ve sosyolojik bir boyutu var. Türkler bir iki defa hata yaptı: Fatih devrinde ve Yavuz devrinde. Sebepleri ne olursa olsun, karşı hareket, kalkışma, biz Türklerin aleyhine oldu. Bir devlet memurunun devlete karşı çıkmasını anlayamam. Beğenmiyorsan valilik, kaymakamlık yapmazsın. Yapıyorsan itaat edeceksin.

Bu durumda Mumcu gibi bir asiden ağzı yanan Başbakan’ın, sizin gibi bir itaatkârı seçmesinden daha doğal ne olabilir?

İltifat kabul etmeyin. Bu ilişkileri sizin zekanız kurduruyor. Ben düşünmemiştim doğrusu. Selefimin asi olduğu kanaatinde değilim. Ben soru soran insanları hep sevdim. Ben de hadis kitapları okurken de felsefe kitapları okurken de hep soru sordum.

Soru sormak, sorabilmek için biraz muhalif olmak gerekmez mi?

Doğru. Ama ben Türkiye Cumhuriyeti kaymakamıydım, valisiydim.

Bunu o kadar içselleştirmişsiniz ki, öbür tarafınızı köreltmişsiniz.

Mi acaba? Köreltmedim; ama setrettiğimi söyleyebilirim.

Size ne okuduğunuz sorulduğunda “aşure gibi” diyorsunuz. Bundan şunu anlıyorum. Baştan sona, sindire sindire, notlar ala ala okumuyorsunuz da, şöyle bir çeviriyorsunuz.

Yanlış anlamışsınız. Dün yine üç kitapçıya gittim. Ve yirmi otuz tane kitap aldım. Akşam yapamadım; ama bu akşam yapacağım. Onların hepsine tarihlerini atar ve başlarım.

Sindirebiliyor musunuz yani?

Merkez valiliğim sırasında çok iyi sindiriyordum. Yani aşure şu; elimde birden fazla kitap olur. Soru sorma arzumu ve kabiliyetimi inşa eden kitapları okurum diyeyim.

Küfür etme alışkanlığınızdan Meclis’e girince kurtulduğunuzu söylüyorsunuz. Meclis’in mekanı mı sizi yatıştırıyor, yoksa insanları mı?

Bu yaştan sonra küfrü başkaları yaparken çok daha iyi hissettim. İnsanı biraz aşağı düşürüyor. İki yüzlülük ve mübalağa, beni fevkalade üzüyor. Mesela o berber hikayesini işitmişsinizdir. Adam bana diyor ki, bu vilayetin en yakışıklı adamı. Ben en yakışıklı değilim. Böyle bir söz beni fevkalade öfkelendiriyor.

Kendinizi yakışıklı bulsanız bu bir küfür nedeni olmazdı. Sizin orada bilmeden yaranıza basmış oluyor adam.

Nuriye Hanım, bu psikoloji merakından vazgeçin. Siz yaramdan ziyade, bamtelime basıyorsunuz. (gülmeler) Mesela, geçen gün de oldu. İşte en iyi vali, en iyi bilmem kim.

Almadınız hatta ödülünüzü.

Alanlar için söylüyorum. Siirt’te başarılı bir valiyim. Pervari’nin o zamanki kaymakamı ve kaymakamları ve valileri, ve milli eğitim müdürleri, daha da yukarı çıkarım, Milli Eğitim Bakanlığı. Başarılıdır lafını söylerlerse ben küfrederdim. Ülkem için öfkeleniyorum. Bu öfkeyi de asil kabul edin lütfen. 280 gün yağmur yağar Giresun’a. Ama köylerinin dörtte üçünden fazlasında su yoktur.

Meşhur uyuklamalarınız da acaba öfkeden mi? Uyuyorsunuz, çünkü bir sürü abuk sabuk şey oluyor gözünüzün önünde.

Elimden geldiği kadar dikkat ediyorum artık. Ama ilk zamanlarda bir iki defa göz kayması oldu. Kimisi apne mi dediler, kimisi troid, Allah’a şükür hiçbir şeyim yok. Ben konuşmalarımda hiçbir zaman yirmi dakikayı aşmam. Aynı cümleleri dolandırıp dolandırıp konuşmayı uzatanlara fevkalade sinirleniyorum. Buna rağmen çok sıkıyorum kendimi zaman zaman dalmamak için.

Size yöneltilen eleştirilere karşılık “Benim üzerimden daha büyük hedeflere yol almak isteyen bazı uyanıklar var. Ama benim uyur halim bile onlardan uyanıktır.” dediniz. Bu üslupla önce kendinize bir düşman yaratıp, sonra arkasına mı sığınıyorsunuz?

Sığınmıyorum. Bazı şeylerin cevabını biliyorum. Ama ispat edemeyeceğim bir mesele olduğu için, aklınızın kenarında kalsın diye bu kadarını söylüyorum. Yaptığım iddia, yarın beni güç durumda bırakmamalı.

Neden yani sizinle uğraşşınlar ki?

Beni fazla cahil görmüş olabilirler.

Cahil misiniz?

Cahilim tabii. Bunca okumama rağmen, okumadıklarıma göre cahilim. Benim bir büyük cahilliğim de var.

Mavi kanlıların sizi hedef aldığını söylediniz. Mavi kan İngilizcede soylular için kullanılır. Türkiye’de soylular mı var?

Gibileri var. Zaten gibilerinden dolayı birçok hadise oluyor. Benim iktidarım eksiğiyle fazlasıyla çok iş yapıyor. Bırakın benim iktidarımı, halkın iktidarını bazıları, o mavi kanlılar diyebileceklerim, bir türlü içlerine sindiremiyorlar. Bırak bizi, bırak Tayyip Bey’i, Süleyman Bey’i bile Anadolu çocuğu olduğu için uzun müddet sindiremediler.

Az gelişmiş ülkede daha çok şiir yazılır. Gelişmiş ülkelerde de roman dediniz. Shakespeare, Rimbaud, Baudelaire, Hugo, Eliot, Mayakovksi, az gelişmiş ülkelerin şairleri mi?

Ah Nuriye Hanım ah. Bu soruyu sizden beklemiyordum.

Niye ki, sorum çok net.

Hayır, ben öyle cevap vermek mecburiyetinde değilim. Benimki sosyolojik bir vakadır. Az gelişmiş ülkelerde biraz da materyalin gereği romandan ziyade şiir yazılır. Siz de roman yazdınız. Beşinci sayfadaki bir şeyle, sondan 15 sayfa önceki ilintiyi, olayları flashback yaparken öne, arkaya alırken en ufak bir hata yapmamanız gerekir. Roman 18. yy’da çıkıyor. Zaten divan edebiyatımızın büyük olduğu zamanlarda roman yoktu. ‘Roman kapitalizmin ürünü’ diyenler de var. Mesnevilerimiz bir bakıma romandır.

Hikâyedir desek?

Doğru, hikâyedir. Ama bu demek değildir ki az gelişmiş bir ülkede büyük romancı yetişmez. Çok gelişmiş ülkelerde de şair yetişmez.

Bu konuda görüş bildiren, size cahil diyen yazarlara dava açacaktınız. Ne oldu?

Kendi cahillikleri kendileriyle kalsın. Bir de mahkeme kararıyla tescil olmasın istedim.

Şiirin romandan daha kolay yazıldığını kimse iddia edemedi, siz hariç.

Hayır, daha kolay yazıldığını söylemedim.

“Az gelişmiş ülkelerde sermayesi sadece parşömen kağıdı olan şiir daha çok yazılır.” cümlenizi hatırlatıyorum. Hayır efendim kağıt değildir şiirin sermayesi.

Tamam, ben de hayır efendim diyorum. Ama başta söyledim. Ben paragraf anlatımında ters bir metotla giriyorum. Eğer gazeteciler, sizin gibi irdeleyip de, sonunu sormazsa, ben bu kazaya daha çok uğrayacağım, demektir. Ama üslubumu değiştirmeye 59 yaşından sonra niyetim yok. Şiirin en uzununu düşünün, kaç mısra, kaç beyit olur.

Mesneviyi düşünürsek ciltlerce olabilir.

Günümüzde mesnevi yazılıyor mu? Ben şiiri küçümsemiyorum. Hakarete varmayan her türlü tenkide açığım. Ben her meselenin üzerine irdeleyerek giden ve bunu korkmadan söyleyen biriyim. 1,65 m boyunda olduğumdan dolayı hiç komplekse düşmedim. Çünkü Allah’ın verdiğiydi. Ama bu göbeğimden canım sıkılıyor.

Niye zayıflamıyorsunuz o zaman?

Pazartesi başlıyorum diyete salı bırakıyorum.

Aşkla mı seviyorsunuz yemeği?

Aşkla seviyorum; ama sevmemem lazım.

Belki de şişmanlık gücünüzü tüketiyor, o yüzden uykuya dalıyorsunuz.

Niye bu kadar uykumun üzerinde duruyorsunuz? Uyku benim ibadetimdir! Ben uykusuz adamım. Valiliğimde de, şurada burada, şimdi de arabaya bindiğim zaman uyurum. Diyeceksiniz be birader, o kadar fazla çalışma veyahut kitap okuma. Evet maalesef, şu iki aydır iki tane okuyabildim. Elim kayıp duruyor. Her akşam eve geç vakit gittiğim zaman bir şeyler karıştırmazsam kendimi eksikli hissediyorum.

Röportaj : Nuriye Akman
Kaynak :