BIST 9.725
DOLAR 35,19
EURO 36,80
ALTIN 2.973,50
HABER /  GÜNCEL

Kızılkaya PKK'nın yeni kontrolsuz kuşağını anlattı

Kürt aydın Kızılkaya, PKK’nın yeni kuşağının son şiddet olaylarındaki rolünü Al Jazeera’ye anlattı.

Abone ol

Kızılkaya'ya göre "savaşın içine doğan" bu kuşağı kontrol etmek zor. Örgüt içinde "çözüm sürecinin bağladığı" bazı isimler de bu gençleri yönlendiriyor.

IŞİD’i protesto eylemleriyle başlayan şiddet dalgasında 30’dan fazla kişi hayatını kaybetti. Ölenlerin önemli bir kısmı linç edilerek, karşıt grup tarafından doğrudan hedef alınarak ya da gruplar arasındaki çatışmalarda öldü. Toplumun her kesiminden gelen sağduyu çağrılarına, KCK’nın okullara ve Atatürk heykeline saldırıların yanlış olduğu yönündeki açıklamasına ve PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 8 Ekim’de gönderdiği diyalog kapılarının açık tutulmasını tavsiye eden mesajına rağmen şiddet eylemleri devam etti. PKK yanlısı bir grup evine dönmeyi reddederek, şiddet eylemlerine de dönüşen protesto gösterilerini sürdürdü.

AİDİYET DUYGUSU OLMADAN BÜYÜDÜLER

Akil insan heyetinden, yazar ve çevirmen Muhsin Kızılkaya, bu grubun PKK’nın gençlik örgütlenmesi olduğunu düşünüyor. Kızılkaya'ya göre bir zamanların taş atan çocukları ve onlara yeni katılanlar aidiyet duygusu olmadan büyüdüler. Bağımsız bir Kürdistan’ı yönetme hayali kurmuşlardı ama bu hayalleri çözüm süreciyle ‘ellerinden alınınca’ iyice öfkelendiler. PKK içinde de çözüm sürecinden memnun olmayanların yönlendirmeye çalıştığı bu gençler için vandalizm siyaset aracı. Kapitalizmle mücadeleyi de, bankalara saldırmak sanıyorlar.

Al Jazeera'den Ayşe Karabat'ın sorularını yanıtlayan Kızılkaya’ya göre, devlet tam anlamıyla demokratikleşmedikçe bu gençler de değişmeyecek.

Öcalan’ın aksi yöndeki çağrılarına rağmen sokağa çıkan ve eylemlere devam eden kim?

Kendilerine YDG-H, Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi adını takmış sivil alanda örgütlenmiş bir kitle.

Öcalan’ın mesajına rağmen sokağa çıkılması neye tekabül ediyor?

Baştan itibaren barış sürecine ve Öcalan’ın yürüttüğü müzakere biçimine inanmayan geniş bir kitle var PKK içinde. KCK sözleşmesinin 11. maddesi Öcalan’a tartışmasız liderlik görevi vermiş. Önderlik böyle bir karar almışsa, tabanın bunu tartışma hakkı yok. Ama kendi kabullenmeyişlerini içlerinde tutma hakkı da saklı. Yer yer bunu dışa da vuruyorlar.

PKK 40 yıllık tarihi içinde üç kuşaklı bir parti. Birincisi kurucu kuşak, çok azı hayatta. İkinci kuşak ilk gerilla eylemlerini başlatanlar. Üçüncüler de bunların çocukları. Şehirlerde egemen olan bu üçüncü kuşaktır; yurtsever, devrimci hareket içinde örgütlenmiş çocuklar. Bu çocuklar savaşın içinde doğdular. Bu çocukların doğduğu evlerde ölen babalarının, annelerinin, ablalarının, ağabeylerinin fotoğrafları asılıydı. Onların efsaneleriyle büyüdüler. Doğdukları ortamda muhayyel bir Kürdistan fikriyle büyüdüler. Öcalan’ın onlara yaptığı en büyük kötülük tırnak içinde söylüyorum bunu "bu gençlerin hayallerini ellerinden almak"tı.

Bu muhayyel Kürdistan fikrini biraz daha açar mısınız?

Hayali bir Kürdistan düşünüyorlar. Bağımsız bir devlet kuracaklardı, kendi başlarına yöneteceklerdi o devleti. İşte bu hayalini kurdukları Kürdistan yerine demokratik özerklik fikri hayal kırıklığına yol açtı. Şimdi eğer 30 sene boyunca bazı insanlara bağımsızlık fikrini aşılarsanız, bir süre sonra da ‘bundan vazgeçtik’ derseniz onlara, tırnak içinde onlar açısından söylüyorum bunu ‘ne idüğü belirsiz’ bir çözüm fikrini anlatmaya çalışırsanız, kolay kolay buna razı edemezsiniz.

Ben çok net olarak hatırlıyorum; barış süreci başladığında tıpkı Türkiye’deki akil insanların sahaya çıkıp Türk insanlarını ikna etmesi gibi örgüt de kendi akil insanlarını seçti. Kendi tabanını çözüme ikna etmeye çalıştı ama bu çocukların büyük bir kısmı ikna olmadı. Örgüt de elini masaya vurdu; “Önderlik böyle istiyor, böyle olacak” dediler, bu çocuklar da sustu.

Kim bu gençler peki?

Bunlar aidiyet duygusundan yoksun büyümüş ve yaşamış çocuklardır. Kendilerini bir ortamda, okulda, işyerinde, herhangi bir yerde, bir değer olarak hissetmiyorlar. Toplum içinde de böyle bir karşılıkları yok. Ellerinde kalan tek şey güç gösterisi. Toplum bu çocukların doğuştan gelen yeteneklerini geliştirebilecekleri ortamı onlara sunmamış. Bu çocukların içinden müzisyen, yazar, avukat, marangoz çıkabilirdi ama onlar buralara ulaşabilecek herhangi bir kanaldan, bir eğitimden geçmediler. Kendi varlıklarıyla başbaşa kaldılar, bu da onları daha öfkeli kıldı.

Kaç yaşında bu gençler?

20 yaşının altında. 13 yaşından itibaren başlıyorlar. Hatta taş atan çocuklar meselemiz vardı hatırlarsanız. Taş atan çocuklar hapisten çıkarıldıktan sonra bu meseleyi çözebileceğimizi sandık, onun için büyük kampanyalar düzenlendi. Fakat o çocuklar büyüdükçe yerine yenileri geldi.

Kaç kişilik bir yapıdan söz ediyoruz?

Sayısal olarak oran vermek güç ama devasa bir kitleden söz ediyoruz. Her şehirde binlercesi var.

Aksi yönde çağrılar olmasına rağmen, bu gençler sözünü ettiğiniz hayal kırıklığı içinde kendiliğinden mi sokağa çıkıyor, yoksa onları yönlendiren bir başka grup mu var?

Var öyle bir ekip. Kararlar yukarıdan alınır. Yukarısı şu anda kendisini bağlamış durumda; dolayısıyla yukarıdaki yapı, yapmak istediği bazı şeyleri birilerinin yapmasına göz yumuyor. Mesele de buradan kaynaklanıyor. Kontrolden çıktığı andan itibaren onu kontrol edebiliyor mu? Problem de buradan doğuyor.

Kontrol edilemiyorlar mı bu gençler?

Bu çocuklar Öcalan’ın sunduğu çözümün daha radikalini istiyor. Bu çocukların içinde en önemli şeylerden birisi şudur; büyük bir kısmı, yine tırnak içinde söylüyorum, "bedel ödeyen aileler"den geldiği için örgütün gözünde değerlidirler. Çok genç yaşta bir otoriteyi, bir gücü eline geçirmiş olmanın lüksünü yaşıyorlar. Basit bir örnek; Lice’de yol kesenler gerillalar değil, bu çocuklardır. Bu çocuklara gerillalar ‘niye yolu kesiyorsunuz’ diyemiyorlar; anne babaları da, örgüt de bir şey diyemiyor, ta ki Öcalan ‘bu provokasyondur’ diyene kadar.

Öcalan bir yandan tartışmasız önderlik, bir yandan da bu gençlerin hayallerini ellerinden aldı, dediniz. Nasıl bakıyorlar Öcalan’a?

Zaman zaman onların deyimiyle Serok’la ilgili şüpheye düştükleri anların olduğunu düşünüyorum. Ama şüpheye düştükleri noktada “Tövbe estağfurullah” dedikleri bir nokta olduğunu da düşünüyorum. İşte bu “Tövbe estağfurullah” bizim umudumuz. Zaten bu olmamış olsaydı, gerçekten de teslim bayrağını çekip “Arkadaşlar herkes evine, biz de Suriye gibi, biz de Libya gibi olacağız” diyebilirdik. Ama ben “Tövbe estağfurullah” duygusunun hâlâ var olduğunu, o anlamda Öcalan’ın desteklenmesi gerektiğini, o anlamda Öcalan’ın fikrinin ne olduğunu elden geldiğince bu işi bilen insanın anlatması gerektiğini düşünüyorum.

Bu çocuklar nasıl geçiriyor zamanlarını?

Büyük bir kısmı boş vakitlerini internet kafelerde, sosyal medya üzerinde geçiriyorlar. Takma isimlerle hesaplar oluşturup, onların sevmediği anlamda siyaset yapan insanlara küfür etmekle geçiyor günlerinin önemli bir bölümü. En önemlisi şu: Vandalizmi ve talanı bir siyaset biçimi olarak algılıyorlar. Mesela dikkat edin ilk saldırdıkları yerler bankalardır. Kapitalizme karşı olmayı, kapitalizmi sopayla dövmek olarak algılıyor. Sonra otobüsleri hedefliyorlar. Çünkü otobüsün devletin malı olduğunu zannediyor. Belediyeyi yakmayı devlete karşı bir isyan zannediyor. Oysa o senin belediyen. Belediyenin onun hayatını kolaylaştıran bir şey olduğunu, aslında devletle alakası olmadığını, bunu anlatmakta bile güçlük çeken kuşağa sen, Batı felsefesinin, kavramlarıyla bir şey anlatmaya çalışıyorsun. O kadar zor ki…

Peki bu gençler nasıl kazanılır?

Bir kere devletin yapısının değişmesiyle mümkün. Demokratik bir devlet olmakla mümkün. Devletin cezalandırıcı bir baba gibi davranmak yerine, şefkatli bir ebeveyn gibi yaklaşması gerekir. Merkezden yönetmeyi, eşitsiz eğitim sistemini, eşitsiz üniversiteye girme sistemini, ters işleyen sağlık sistemini, ulaştırmayı, bütün bunları değiştirmediğiniz sürece bunları kurslarla, rehabilitasyonlarla yapamazsınız.. Devlet en azından bir beş, altı sene içerisinde bu alanda çok önemli mesafeler katetti aslına bakarsanız. Sadece Hakkâri’de nüfus çok fazla artmadı ama okul sayısı üç katına çıktı. Ama bu gençlik kendini tek otorite olarak algıladığı için ilk yaptığı şey bu eğitim kurumlarını ortadan kaldırmaya çalışmak, böylece kendi iktidarını sürdürebileceğini düşünmek. Eğitim düzeyi yükselir, biraz daha meseleye farklı bakan aydın bir kuşak onların içinde yetişirse, bunların sözünü kimse dinlemeyecek bir süre sonra. Bu yüzden de tırnak içinde "aydınlanmaya da karşı çıkıyorlar". Onun için kendi aydınından nefret ediyor. Onun için kendi içinden çıkmış okumuş yazmışı “hain, satılmış, öbür tarafın adamı” olarak görüyor. Dolayısıyla bu ancak ve ancak yine onu yaratmış olan yapının kendini değiştirmesiyle mümkün olacak bir şey.