Kimin beldesindesin? Kendine gel!
Takva mertebelerini aşmış sadık bir mümin, tepeden tırnağa Resulullah aşkı ile yanan aşıklardan bir aşıktı kendisi.
Kendisi OsmanIı'nın ünlü şairlerinden biridir Şair Nâbi. Yaşadığı dönem 4. Mehmet zamanıdır. Takva mertebelerini aşmış sadık bir mümin, tepeden tırnağa Resulullah aşkı ile yanan aşıklardan bir aşıktır kendisi.
Bir fırsatını bulup Medine-i Münevvere'ye gitmek ister. Günlerden birgün İstanbul'dan kalkan hac kafilesine dâhil olur. Bu kafile devrin önde gelen âlimlerinden ve idarecilerinden oluşmaktadır.
Medine'ye yaklaşılır, vakit gecedir. Ufukta Mescid-i Nebeviyye'nin minareleri görülünce durulur ve dua edilir. Herkes istirahate çekilir. Kafile uyku halindedir. Fakat biri varki o uyuyamaz. Fakat biri varki gözlerine uyku girmez. Fakat biri varki büyük bir heyecanla çadırlarda dolanır durur. Bir an önce sabahın olmasını istemektedir. O kişi kim diye merakla yanaşıp bakıyoruz kim bu diye. Meğer Şair Nabi imiş. Resulullah aşkından divaneye dönen saadet asrının divanesi olan şair Nabi imiş...
Çadırların arasında deli gibi dolaşırken idarecilerden valilerden- birisinin, sırtını çadır direğine dayamış, ayağını peygamberin beldesine, Medine'ye doğru uzatmış olduğunu görür. Bu durum Nâbi'ye göre ciddi bir saygısızlıktır. Allah Resulu'nun beldesinde olacak şey mi bu diye hayıflanarak hemen idareciyi tutup sarsar ve edebe davet eder.
Aynen şu aşadığa ki na'tlar onun dudaklarından dökülür. Söylenen her söz aşk mertebelerini aşmış bir aşığın , aşık olduğu zat'a (sav) karşı hassasiyetin tezahürleridir...
Sakın terk-i edepten kuy-ı mahbub-ı Huda'dır bu Nazargah-ı ilahidir Makam-ı Mustafa'dır bu
Müraat-i edep şartıyla gir Nâbi bu dergâha
Metaf-ı kutsiyandır cilvegah-ı enbiyadır bu
Anlamı özetle şöyledir:
Edebini takın. Allah'ın sevgilisi olan Peygamber Efendimizin bulunduğu yerdesin. Bu yer Allah'ın gözetlediği yerdir. Rasulullah'ın makamıdır.
Ey Nâbi bu dergaha edeple gir. Zira burası büyük meleklerin etrafında pervane olduğu bir yerdir...
Vali bu cümlelerden haylice rahatsız olur ve kin besler. Çok zoruna gider. Bu sözlerin muhatabı olmayı kendine yediremez.
Kervan Medine'ye girdiği saatlerde müezzinler sabah ezanını okumaktadırlar. Kervandakiler huşu içinde ezanı dinlerler. Ezanlar bitmiştir ama minarelerden bütün müezzinler:
“Sakın terk-i edepten kuy-ı Mahbub-i Huda'dır bu” na'tını okumaya başlamışlardır. Herkes neler olduğunu birbirine sormaya başlar, herkes şaşkındır. Herkes olan biteni anlamaya çalışmaktadır. Müezzinler bu na'tın hikâyesini anlatmaya başlarlar :
Gece Allah Resulü (sav) rüyama girdi. Ümmetimden çok sevdiğim Nâbi isminde birisi benim misafirim olarak geliyor. Kendisini bu na'tı okuyarak karşılayın dedi. Bu satırlar bize rüyamızda öğretildi.
Hz.Ali'yi anlamak. Ahlakı karşısında hayran kalmak
Zazan (ra) anlatıyor:
Hz. Ali (ra) halifeyken çarşı pazarda tek başına geziniyor, yolunu kaybedenlere yol gösteriyor, kayıpları araştırıyor, zayıf-güçsüzlere yardım ediyordu. Tüccarların, bakkalların yanına uğruyor ve onlara Kur an-ı Kerim'den: “İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir” ayetini okuyup;
- Bu ayet, vali ve yönetici, kudret ehli kimselerin adil ve mütevazi olanları hakkında inmiştir, diyordu.
Elbise satıcısı Salih, ninesinden rivayetle anlatıyor:
Bir gün Hz. Ali'yi (ra) gördüm, birkaç dirhemlik hurma alıp elbisesinin eteklerine koydu. Ben:
- Ey Müminlerin emiri! Bırakın sizin yerinize onları ben taşıyayım, dedim.
- Hayır, olmaz! Çoluk çocuk sahibi (evine götüreceği rızkı) taşımaya başkasından daha müstahaktır, dedi.
Bir başkası anlatıyor:
Bir gün Hz. Ali'yi (ra) hükümet konağından çıkarken gördüm. Üzerinde (üstlük ve altlık olmak üzere) Bahreyn kumaşından mamul iki elbise vardı, elinde de kırbacı. Çarşı Pazar geziyor, esnafa Allah'tan korkmalarını, satışlarını güzelce yapmalarını emrediyor ve şöyle diyordu:
- Ölçeği ve tartıyı tam tutun, eksik yapmayın! Kestiğiniz hayvanları müşterilerin gözünde semiz gözüksün diye hava üfleyerek şişirmeyin. ınsanları aldatmayın.
Hz. Ali (ra) daha sonra deve satıcılarının olduğu sokağa gitti. Onlara:
- Satınız, ancak yemin etmeyiniz. Yemin her ne kadar malınızı revaca çıkarsa da onun bereketini yok eder, dedi. Ardından hurma satıcılarının yanına gitti. Orada hizmetçi bir kadının ağladığını gördü:
- Neden ağlıyorsun? diye sordu. Hizmetçi kadın:
- Bu adam bana bir dirhemlik hurma sattı. Fakat efendim o hurmaları beğenmedi ve gönderdi. Bu adam ise onları geri almıyor, dedi. Hz. Ali (ra):
- Bu hurmaları geri al ve parasını geri ver. Çünkü onun elinde bir şey yok, dedi. Satıcı bu işe pek yanaşmıyor gibi hareketler yaptı. Ben:
- Bu kişinin kim olduğunu biliyor musun? Dedim. Satıcı:
- Hayır, diye karşılık verdi.
- O müminlerin emiri Ali (ra) deyince hemen hurmaları hizmetçi kadının elinden alıp tezgâhına döktü ve parasını iade etti ve:
- Ey müminlerin emiri, benden hoşnut olmanızı, bağışlamanızı istiyorum, demeye başladı. Hz. Ali (ra):
- Benim senden hoşnut olmam, ancak müşterilerinin hukukunu gözettiğin zaman mümkün olur, cevabını verdi.
Bir gün bir gömlek almak istedi. Kumaşçının kendisi yoktu. Oğlu da büyük imamı tanımadı. Ve gömleği üç dirheme sattı. Hz. Ali (ra) çıkıp yürüdü. Adam gelince oradakiler ona:
- Oğlun müminlerin emirine üç dirheme bir gömlek sattı, dediler. Adam:
- İki dirhem alsaydı ya! Dedi ve bir dirhemi alarak Hz. Ali'nin yanına koştu. Yanına varınca:
- Şu bir dirhemi alın, dedi. Hz. Ali (ra):
- Bu nedir? diye sordu. Adam;
- O gömleğin fiyatı iki dirhemdi, ancak oğlum size onu üç dirheme satmış. Hz. Ali (ra) adama şöyle cevap verdi:
- O bana rızasıyla sattı ben de ondan rızamla satın aldım.
Kendisi içinde özel bir indirim kabul etmedi. Doğru ya o'nun mübarek gözlerinde dünyanın ne kıymeti vardı ki ? Doğru ya o'nun mübarek gözlerinde dünya aldatıcı bir meta'dan başka neydi ki ? Seni özlem ve rahmet ile yad etmek bile ne büyük şereftir ey büyük imam...