Kıbrıs'taki son durumu da değerlendiren Erdoğan, 'Ada'da yakın tarihimizin en büyük başarısını kazandık' dedi
Abone olBaşbakan Recep Tayyip Erdoğan, bugüne kadar Türkiye'nin her talebinin karşısına bir engel olarak çıkarılan Kıbrıs konusunu bundan sonra bir koz olarak masaya sürme imkanına kavuştuklarını bildirdi. Başbakan Erdoğan, Nisan ayı 'Ulusa Sesleniş' konuşmasında, Türkiye'nin dış politika açısından son derece önemli bir dönemden geçtiğine dikkat çekti. 24 Nisan günü yapılan referandumdan çıkan sonuçların, Kıbrıs'ta yeni bir dönemin başladığına işaret ettiğini kaydeden Erdoğan, Ada'daki iki halktan Türk tarafının Annan Planı'na çoğunlukla evet dediğini, Rum tarafının da büyük bir çoğunlukla hayır dediğini hatırlattı. Bu tablonun, Kıbrıs'ta bütün taşları yerinden oynatan, bütün dengeleri değiştiren ve Kıbrıs hakkında söylenmiş bütün sözleri yeniden düşünmeyi gerektiren bir tablo olduğunu dile getiren Erdoğan, Kıbrıs'ın tarihinde yeni bir sayfa açıldığını ve bu sayfada Türk tarafının, uluslararası camianın da kabul ettiği üzere barış bayrağını taşıyan taraf haline geldiğini vurguladı. 24 Nisan'da Kıbrıs Türk halkının evet cevabını verdiği sorunun, Ada'da iki halkın aynı devlet çatısı altında beraberce barış içinde yaşayıp yaşamayacağı sorusu olduğunu kaydeden Erdoğan, aynı soruya Rum tarafının net biçimde hayır cevabını verdiğini söyledi. Erdoğan, bu durumun Kıbrıs Türk halkına son 30 yıl boyunca ne büyük bir haksızlığın yapıldığının da açık seçik ortaya çıkması anlamına geldiğini ifade etti. Gerçeğin ortaya çıkması için kaybedilen bu sürenin, dünya diplomasisinin en dramatik yanılgılarından biri olarak daima hatırlanacağını belirten Erdoğan, Ada'nın kuzey tarafındaki sandıklara yansıyan güçlü "evet" iradesinin, haksızlığa uğramış bir halkın, tarihe geçen bu dramatik yanılgıyı düzeltmesi bakımından son derece değerli olduğunu vurguladı. Erdoğan şunları söyledi: "Kıbrıs Türk halkı yıllar yılı uğradığı bütün haksızlıklara göğüs germiş, çektiği onca sıkıntıya rağmen barışa olan inancını hiçbir zaman kaybetmemiştir. Bugün gelinen nokta, bu 30 yıllık onurlu mücadelenin ve inançlı duruşun ödülü sayılmalıdır. Hükümet olarak göreve geldiğimiz günden beri Kıbrıs'ta adil ve kalıcı bir barışın tesisini öncelikli hedeflerimizden biri olarak gördük. Bu konuda gerek ilgili kurumlarımızla, gerek KKTC yetkilileriyle yakın bir işbirliği ve dayanışma içinde çözüme yönelik ortak stratejiler geliştirmenin gayreti içinde olduk. Türkiye ve KKTC'nin müzakere sürecinin başından bu yana attığı aktif iyi niyet adımları dünya kamuoyu tarafından dikkatle takip edilmiş; referandumun ardından barış adına kutlanan taraf da yine Türk tarafı olmuştur. Dünya gündeminde 30 yıl boyunca yer tutan Kıbrıs anlaşmazlığı konusunda bugün ortaya çıkan yeni denklem, bugüne kadar kullanılagelmiş denklemin tam tersidir. Yıllar yılı uzlaşmadan kaçmakla, çareyi çözümsüzlükte aramakla suçlanan Türk tarafı, yeni Kıbrıs denkleminde barışı, uzlaşıyı ve çözümü savunan taraf haline gelmiştir. Gelinen bu noktanın, yakın tarihimizin en büyük diplomatik başarılarından biri olduğuna şüphe yoktur. Bu sadece bizim tespitimiz değil, dünya kamuoyunun da ortak görüşüdür. Sizlerin huzurunuzda Genelkurmayımız ve Dışişleri Bakanlığımız başta olmak üzere sürece katkı sağlayan bütün kurumlarımıza ve bizlerle uyum içinde çalışan KKTC yönetimine en içten teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Elbette yüce milletimizin ve Kıbrıs Türk halkının, bu uygarlık sınavından yüz akıyla çıkmamızı sağlayan büyük desteğini de şükranla anmadan geçmeyeceğim". Hükümet olarak müzakereler boyunca Kıbrıs meselesinin bir milli dava olduğu gerçeğini asla akıllarından çıkarmadıklarına işaret eden Erdoğan, attıkları bütün adımlarda konunun gerektirdiği bütün hassasiyetlere harfiyen riayet ettiklerini, Türkiye'nin milli menfaatlerini korumak için azami dikkati gösterdiklerini söyledi. Böyle önemli bir milli meselede ve müzakerelerin yürütüldüğü çok hassas bir dönemde haketmedikleri bazı tavır ve suçlamalara da muhatap olduklarını anlatan Erdoğan, Türkiye'nin bu kronik dış meselesini çözüme kavuşturmak ve Kıbrıs Türk halkının yıllar boyunca yaşadığı sıkıntıları ortadan kaldırmak için başlattıkları çözüm arayışları nedeniyle kendilerini, neredeyse ihanetle suçlamaya yeltenenler bile olduğuna dikkat çekti. Erdoğan, şu ifadeleri kullandı: "Demokrasiye sonuna kadar inanan, düşüncelere saygılı, hukuku mülkün temeli bilen bir siyasi anlayışın temsilcileri olarak herkesin kanaatlerine saygılıyız. Ancak milli meselelerimiz konusunda gösterdiğimiz hassasiyetin, demokrasinin sınırlarını zorlayan kara çalma siyasetleriyle karşılanmasından da derin bir üzüntü duyuyoruz. Herkes bilmelidir ki, iç ve dış meselelerimizi çözümsüzlüğe terkederek kronikleştiren, statükoyu halk iradesinin üstünde gören ve dünyanın bugün geldiği noktaya gözlerini kapamayı marifet addeden anlayışlarla Türkiye artık bir yere varamaz. Kafamızı kumdan çıkarmak ve dünyada neler olduğuna cesaretle bakmak zorundayız. Türkiye geleceğin dünyasında bugün olduğundan daha iyi bir yere sahip olacaksa, hızını kesen bütün kronik problemleriyle bir an önce yüzleşmeli ve hal çarelerini kendi inisiyatifiyle üretmelidir. Güç dengelerinin değiştiği, ekonomik mücadelelerin öne çıktığı ve sınırların kalktığı bir dünyada; en yenisi 30 yıllık olan kronik problemlerimizi tartışmaya devam ederek ayakta kalamayız. Bu ülkeyi seven herkesin bu konuyu etraflıca bir daha düşünmesinde büyük yarar görüyoruz. Demokrasi kuralları içinde elbette fikir ve siyaset mücadelemizi sonuna kadar vereceğiz. Ancak bunu yaparken ülkemizin geleceğini kısır siyaset çekişmelerine malzeme etmekten de ısrarla kaçınmamız gerekiyor. Kısır çekişmelerin, boş polemiklerin ve dar açılı siyasetlerin tedavülden kalkması gereken zaman gelmiştir. Bundan böyle, bir meselenin nasıl çözülemeyeceği konusunda söz sahibi olmak isteyenler, o meselenin nasıl çözüleceğini de somut öneriler ve somut projelerle ortaya koymak zorundadırlar. Hiç kimsenin dünya gerçeklerini ve millet iradesini hiçe sayarak siyaset yapmaya hakkı yoktur. Çünkü Türkiye'nin boşa kürek çekecek vakti yoktur. Kıbrıs meselesini ele alırken temel hareket noktamız demokrasi olmuştur. Gerek Türkiye'de, gerek KKTC'de toplumun büyük bir çoğunluğunun Kıbrıs'ta kalıcı ve adil bir çözümden yana olduğu bilinen bir gerçektir. Hal böyleyken hükümet olarak Kıbrıs'ta bu iradeye uygun hal çarelerini aramayı kendimize bir görev bildik. Referandum öncesinde mevcut şartlar içerisinde oluşturulabilecek en iyi anlaşma metni ortaya çıkmış ve iki halkın onayına sunulmuştur. Yapılan referandum Ada'daki her iki halkın demokrasi içinde özgür iradelerini ortaya koymalarıyla sonuçlanmıştır. Bu referandumun ortaya çıkardığı sonuçlardan ilki, başta da ifade ettiğim gibi, Ada'da bir arada barış içinde yaşama iradesine sahip olan tarafın Türk tarafı olduğunun net biçimde anlaşılmış olmasıdır. Referandumdan çıkan bir başka sonuç, Kıbrıs halkının sandığa yansıttığı iradenin, Anavatan'da oluşan iradeyle ilk kez bu ölçüde örtüşüyor olmasıdır. Anavatan ve KKTC halkları arasındaki bu büyük duygu birliği, ortaklaşa yürüteceğimiz yeni Kıbrıs politikası için son derece değerli bir zemin oluşturacaktır. Milli menfaatleri korumanın tek yolunun bugüne kadar sadece çözümsüzlük üretmiş bulunan statükoyu korumak olduğunu zannedenler, ortaya çıkan bu millet oyunu iyi değerlendirmelidirler. Hiç kimse kendi siyaset tarzını millete dayatma, kendi iradesini milletin iradesinden üstün görme yetkisini kendinde görmemelidir. Demokrasilerde hakimiyetin kayıtsız şartsız millette olduğu gerçeğini herkes içine sindirmelidir. Millete rağmen siyaset yapma ısrarı, demokraside karar kılmış bir ülkenin daha fazla vaktini almamalıdır. Öte yandan, gelinen bu noktanın yolun sonu olduğu yanılgısına da kapılmamamız gerekiyor. Açıkça ifade etmeliyim ki, bizim için Kıbrıs meselesinde asıl mücadele bundan sonra başlayacaktır. Ustalıklı, serin kanlı ve çok yönlü bir diplomasiye asıl şimdi ihtiyacımız vardır. Bundan önce yapılmış bütün tartışmaları bir yana bırakarak, gerek Türkiye'de, gerek KKTC'de duygu birliğini, vizyon birliğini, serin kanlı bir duruşu birlikte yakalamalı, önümüzdeki yeni hedeflere ulaşmak için beraberce mücadele etmeliyiz. Kıbrıslı Rumlar, sadece Annan Planı'na değil, adada iki halkın aynı çatı altında beraberce yaşamaları idealine de hayır demiştir. Bu iradeye elbette saygı duyuyoruz. Ancak ortaya çıkan bu tablo yeni bir duruma işaret etmektedir ve bu yeni durumda Kıbrıslı Türkler de kendi geleceklerini oluşturmak adına adımlar atma hakkına sahiptirler. Bütün dünyanın kabul etmesi gereken yeni Kıbrıs gerçeği budur. Bundan önce olduğu gibi yine KKTC ile birlikte oluşturacağımız yeni strateji ve açılımlar çerçevesinde, Kıbrıs Türk halkının haklarını başta Avrupa Birliği olmak üzere her platformda ısrarla ve dikkatle savunacağız. Öncelikli hedefimiz Kıbrıs'ın 30 yıldan bu yana sıkıntısını çektiği ekonomik ambargoların kaldırılmasıdır. KKTC üzerinde uygulanan tecrit politikaları derhal yürürlükten çekilmelidir. Tavrını açıkça çözümden yana koyan Kıbrıslı Türkleri dışarıda bırakan ve yine tavrını açıkça çözümsüzlükten yana koyan Kıbrıslı Rumları üye yapmaya hazırlanan bir Avrupa Birliği'nin elbette KKTC'nin geleceği için mutlaka atması gereken bazı adımlar olacaktır. Bu adımların bir an önce atılması ve sonuçlandırılması için her zeminde çaba göstermeye devam edeceğiz". Türkiye'nin uluslararası çevrelerde daha söze başlamadan mahkum edildiği bir davada, bundan böyle moral üstünlüğe ve sempatiye sahip olan taraf olacağını anlatan Erdoğan, AB'de, Birleşmiş Milletler'de (BM) ve diğer dış zeminlerde dile getirdikleri her haklı talebin karşısına bir engel olarak çıkarılan bu meseleyi, bundan böyle bir koz olarak masaya sürme imkanına sahip olduklarını belirtti. Erdoğan, bunun gerçekten çok önemli bir aşama olduğunu, hem Türkiye, hem KKTC'nin kısa vadede bu avantajlı konumun somut faydalarını görmeye başlayacağını vurguladı. Bu sonuçları elde etmenin tek bir ön şartı olduğunu kaydeden Erdoğan, "Rehavete kapılmadan bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da dikkatli, iyi niyetli ve ısrarlı bir şekilde diplomatik çabaları her zeminde sürdürmek...Bütün kurumlarımızla işbirliği içerisinde bu milli görevi hakkıyla yerine getireceğimizden kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bizler biliyoruz ki bu çabalarımız sadece Kıbrıs gibi önemli bir meselemizin halline değil, Türkiye'nin attığı barışçı adımlarla dünyanın parlayan yıldızı haline gelmesine de hizmet etmektedir" diye konuştu. Türkiye'nin Yunanistan'la ilişkilerinde yakaladığı sıcaklık ve dostluğu, her iki tarafın da yararına olacak şekilde sürdürme kararlılığında olduklarını kaydeden Erdoğan, referandumdan çıkan sonucun, Türkiye'nin bu tavrını asla değiştirmeyeceğini ifade etti. Aksine ilişkilerimizi geliştirmek ve bir çok alanda beraber hareket etmek konusunda her geçen gün gayretimiz artacaktır. Erdoğan, aynı tavrın Yunanlı dostları tarafından da açık ve net şekilde gösterildiğini gördüklerini ve mutlu olduklarını anlattı. Bu dostane tablonun, Yunanistan'la Türkiye arasındaki problemlerin çözümüne sağlam bir zemin oluşturduğunun ortada olduğunu vurgulayan Erdoğan, kültürel olarak zaten birbirine yakınlık içinde olan iki halkın atılan diplomatik adımlarla daha da kaynaşacağından şüphe duymadıklarını dile getirdi. Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Bu beraberliğin Ege ve Balkanlar'da yaşanan pek çok bölgesel sorunun çözümüne de çok olumlu etkileri olacaktır. Her ülke kendi dış politikasını kendi menfaatlerini korumak üstüne kurar ve uygular. Ancak barış, aynı anda, bütün tarafların menfaatinedir. Ege'nin iki tarafında bulunan her iki devlet de, yaşanan bunca tecrübeden sonra husumet politikalarıyla menfaatlerini koruyamayacaklarını anlamışlardır. Bu iki ülke, sadece iyi ilişkiler kurmak ve problemlerini çözmekle yetinmemeli, dış politikada, ekonomide, kültürel alanlarda ve turizmde işbirliği imkanlarını da zorlamalıdırlar. Yunanistan ile Türkiye arasındaki bu yakınlaşma, barışın değerini her geçen gün biraz daha fazla bilmek durumunda olan insanlık için de yeni bir umut ışığıdır. Türkiye olarak biz bu ideale sonuna kadar samimiyetle bağlı kalacağız. Yeni dünyanın yükselen değerleri, barış ve demokrasidir. 100. yılına yaklaşmakta olan Türkiye Cumhuriyeti'ni taçlandıracak olan da bu ideali en üst düzeyde hayata geçirmek ve savunmak olacaktır. Çocuklarımıza barış ve demokrasi ruhuyla örülmüş yeni bir dünya armağan etmek en temel ülkümüz olmalıdır. Türkiye, her zeminde göğsümüzü gere gere savunabileceğimiz bir ülke haline gelmelidir. Bizi bu ideale ulaşmaktan alıkoyacak hiçbir bahaneye yüz vermemeliyiz. Çağdaş uygarlık seviyesinin ötelerine uzanan bir koşuya hemen şimdi başlamamak için hiçbir geçerli sebebimiz, hiçbir haklı mazeretimiz yoktur, olamaz. Öyleyse gelin hızımızı kesen ağırlıklarımızdan bir an önce kurtulalım". 2004 yılının Türkiye'nin dış meseleleri açısından en kritik zaman dilimi haline geldiğini kaydeden Erdoğan, bu yılın Aralık ayında AB ile bir kez daha masaya oturacak ve Türkiye'nin AB üyeliği için müzakerelerin ne zaman başlayacağını karara bağlayacaklarını söyledi. Bu kritik tarih gelmeden önce, AB uyum yasalarını tamamlamak ve uygulamadaki eksiklikleri tamamen gidermek mecburiyetinde olduklarını anlatan Erdoğan, b hedefin milli bir hedef olduğunu ve başta siyaset kurumu olmak üzere kamuoyunun bütün taraflarının bu hedefin yakalanması konusunda çaba göstermek yükümlülüğü içerisinde olduklarını dile getirdi. Türkiye'yi AB hedefinden geri çevirmek isteyen marjinal çevrelerin oyununa gelinmemesi ve bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da toplumun bütün kesimleriyle duygu birliği içinde hazırlıkların yürütülmesi gereğine dikkat çeken Erdoğan, Türkiye'nin demokrasi standardını yükseltmesinin, bu kültüre sahip olmayan ve Türk insanına özgü yapısal defolardan beslenen küçük mutlu azınlık için iç açıcı bir gelişme olmadığını belirtti. Erdoğan, şunları söyledi: "Ancak biz önüne konan her sandıkta demokrasiye olan sevdasını bir kez daha gösteren büyük millet çoğunluğuna hizmet etmeyi görev sayan bir yönetim anlayışına sahibiz. Siyasetteki varlığımızı millete olan kayıtsız şartsız sadakatimizle gerekçelendiriyoruz. Milletten aldığımız yetkiyle, milletimizin işaret ettiği hedeflere doğru yürümeye devam edeceğiz. Hiç kimsenin bizi bu yolda yürümekten alıkoymasına, dikkatimizi dağıtmasına, vaktimizi çalmasına izin vermeyeceğiz. Milletimizin büyük bir çoğunluğu Türkiye'nin AB'ye üyeliğini ve bu uğurda gösterilen gayretleri desteklemektedir. Bu destekten güç alarak AB'ye uyum konusunda dalkünyanın da takdirle karşıladığı çok önemli mesafeler aldık. Bu yılın sonuna kadar eksik kalan parçaları da tamamlayarak bütünü oluşturacağız. Türkiye AB üyeliğini istediğini ve bu konuda samimiyetle en üst düzeyde gayret gösterdiğini fazlasıyla göstermiştir. Şimdi sıra Avrupa Birliği'ndedir. Aralık ayında AB'nin vereceği sınav, Türkiye'nin vereceğinden çok daha anlamlı bir sınav olacaktır. AB ülkeleri Türkiye için bir karara varırken, aslında AB'nin bir değerler koalisyonu mu, yoksa bir Hıristiyan kulübü mü olduğuna da karar vermiş olacaklar. Ayrıntılar ne olursa olsun, dünya kamuoyunun dikkatle beklediği cevap işte bu cevaptır. Türkiye olarak biz AB'nin doğru kararı vereceğine ve Türkiye ile müzakereleri en kısa zamanda başlatma iradesi göstereceğine samimiyetle inanıyoruz. Aksi takdirde, Türkiye temsil ettiği değerlerle geleceğe yürümenin bir başka yolunu mutlaka bulacaktır. AB üyeliği, Türkiye'nin hedeflerini gerçekleştirmek için önündeki yegane seçenek değildir. Ancak AB'nin bir değerler sistemi olarak rüştünü ispat için Türkiye'nin gayretlerini ödüllendirmek dışında bir seçeneği yoktur. Biz şartlar ne olursa olsun Türkiye'nin geleceğine inanmaya devam edeceğiz. Biliyoruz ki Türkiye'nin birlik ve beraberlik içinde yürüyemeyeceği hiçbir hedef, aşamayacağı hiçbir engel yoktur".