BIST 9.673
DOLAR 35,16
EURO 36,58
ALTIN 2.959,13
HABER /  GÜNCEL

Kemalistler'in misyoner korkusu

Dönem dönem medyanın ilgi odağı haline gelen misyonerliği farklı açıdan ele alan yazar Ali Bulaç, Kemalist çevrelerin misyonerliğe karşı negatif tutumunu değerlendirdi

Abone ol

Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç, başlıklı yazısında, zaman zaman medyanın gündemine oturan misyonerliği Kemalist çevrelerle olan etki-tepki ilişkisini değerlendirdi:

- Mustafa Kemal’in şahsından ve düşüncelerinden bağımsız bir ideoloji olarak “Kemalizm” misyonerlikten hazzetmez. Sebebi tarihi korkudur. Avrupalıların azınlıkları emperyalist amaçları yönünde kullanmaları, Osmanlı ve Cumhuriyet yöneticilerini gayrimüslimlere karşı duyarlı kılmış, en haklı taleplerinde bile onlara kuşkuyla bakılmasına yol açmıştır. Yunanistan ve Bulgaristan’ın imparatorluktan kopuş sürecinde Kilise’nin oynadığı rol, Fransız ve Rusların Ermenileri devlete isyana ve kitlesel kıyımlara teşvik etmesi, Anadolu’nun ve İstanbul’un işgalinde Rumların işgalcilerin yanında yer alması sayabileceğimiz tarihi/trajik örneklerdir.

Cumhuriyeti kuran kadro, bu sorundan kurtulmanın yolunu, Anadolu’daki Rum Hıristiyanları Yunanistan’a göndermekte buldu. 3 milyondan bahsedenler var, mübadeleyi birkaç yüz bine indirenler de var. Gerçek şu ki, 1910-1915 yılları arasında Anadolu’da birçok şehirde yüzde 20 ve 30’un üstünde gayrimüslim nüfus vardı. Ermeni tehcir ve tenkili ile sonra vuku bulan Rum mübadelesi Hıristiyan nüfusun azalmasına, 5-6 Eylül olaylarında biraz daha düşmesine ve nihayetinde bugünkü rakamlara inmesine sebep olmuştur. 70 milyonluk ülkede devede kulak bile değil.

Nüfusun yüzde 99’u Müslüman olduğuna göre, Cumhuriyet’in nüfusu Müslümanlık yönünde homojenleştirdiği söylenebilir. “Nominal” anlamda bu doğrudur. Ancak yeni Cumhuriyet’in “nüfusu dini yönden homojenleştirmesi” ilk akla geldiğinin aksine, toplumsal, kültürel ve politik hayatın din temelinde örgütlendiği, kamusal politikaların İslamiyet referans alınarak düzenlendiği veya bu yönde herhangi bir niyet ve düşüncenin beslendiği anlamına gelmiyor. Tam tersine dinin kamusal ve toplumsal alanlarda sınırlarının mümkün oranda daraltılması yönünde devrimci kararlar bu dönemde alınıp yürürlüğe kondu. Harf inkılabı, kılık kıyafet, tekke ve zaviyelerin kapatılması, tarikatların yasaklanması, Şer’i hukukun ilgası, hilafet ve saltanatın kaldırılması vb. reformlar, toplumsal ve kamusal hayatın İslam dininden arındırılması amacına matuftur.

Hatta bir ara devlet eliyle İslam’da reform düşünüldü, camilere sıra yerleştirilmek istendi, Arapça ezan yasaklandı. “Reform”, İslam söz konusu olduğunda mümkündü, ancak Osmanlı’da olduğu gibi kalabalık bir Hıristiyan nüfus olsaydı -ki bunca bir Hıristiyan nüfusu Lozan’ın azınlık statüsüne göre konumlandırmak, sınırlandırmak güç olacaktı- dinde reform düşünülemezdi. Reform Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe müdahaleyi gerektirebilirdi. Bu da Batılı devletlerin sert tepkilerine sebep olacaktı. İslamiyet’i uluslararası düzeyde savunan etkili kurum veya devletler olmadığından -bugün de yok- gücü elinde bulunduran herkes İslamiyet’e müdahaleye kalkışabilirdi.

Nüfusun homojenleştirilmesinin ikinci sebebi, oluşturulmak istenen yeni “ulusal kimlik”ti. Bir an için Ermeni tenkil ve tehciri ile Rum mübadelesinin olmadığını düşünelim: Genel nüfus içinde yüzde 25-30’lara varan gayrimüslim nüfusu “Türk kimliği” içinde eritmek güçtür. Gayrimüslimler dini kimliklerini ve dini hayatlarını önemsizleştiren yeni bir kimliği kabul edemezlerdi. Bir başka sebep şudur: Kemalizm, özünde pozitivist, otoriter laikliğe dayalı bir projedir. Sadece Müslümanların değil, diğer din müntesiplerinin din ve vicdan özgürlüklerini toplumsal ve kamusal alanlara taşımasından hoşlanmaz. Gayrimüslimlerin hak kazanması, Müslümanların zihninde “bazı çağrışım ve mukayeseler”e sebebiyet verebilir. Ruhban okuluna izin verilmesi, din eğitiminde Müslüman çoğunluğa “emsal” teşkil edebilir, Patriğin “ekümenik” vasfının tanınması Müslümanlarda “Halife bilinci”ni uyandırabilir, “ümmet duygusu”nu güçlendirebilir. Bu açıdan Kemalizm, gerektiğinde Hıristiyanlığa da müdahale etmekten, şu veya bu dinde beğenmediği hükümlerin iptalini istemekten çekinmez. Misyonerlik faaliyetleri, halkta İslami bilinç yönünde uyanışa sebep olabilir. Bu da hazzedilecek bir gelişme değildir. Misyonerliğe karşı tutumumuz ideolojik perspektiften farklı perspektife dayanmaktadır. Aynı gözlüklerden bakmıyoruz.

Yazı: Ali Bulaç
Kaynak: