Başbakan'ın "İş takibi yapan gazeticiler var!" açıklamasıyla başlayan tartışmaya Ahmet Kekeç de katıldı. Kekeç, iş takibi yapanları yazdı.
Abone olYeni Şafak yazarı Ahmet Kekeç, "O gazetecileri açıklıyorum." başlıklı yazısında Başbakan Erdoğan'ın çıkarcı gazetecilere değinmesiyle tepki gösterenlere eleştirilerde bulundu.
Hemen söyleyeyim, o gazetecilerden biri ben değilim. Peki, kim? Başbakan'ın, "Benden gazeteci gibi randevu alıp gelen, başka işler için konuşanlar, aracılık yapanlar var" dediği gazeteciler kim?
Kimdir Başbakan'ın karşısında önünü ilikleyip "Emirlerinizi bekliyorum efendim" diye yaltaklananlar, devlet katlarını sadece iş takibi için kullananlar, istediklerini alamayınca da işi "Başbakan'ın terbiye anlayışını" sorgulamaya kadar vardıranlar?
Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi kızmış; "Sayın Başbakan, Basın Meslek İlkeleri'nin 'Kamusal bir görev olan gazetecilik, ahlaka aykırı özel amaç ve çıkarlara alet edilemez' şeklindeki üçüncü maddesini açıkça çiğneyenlerden söz ediyor; mesleğimizde bu tür kişiler varsa, ayıklanması için üstümüze düşenleri yapmaya hazırız" demiş.
Hadi canım!
Umur Talu'nun da haklı olarak belirttiği gibi, bunların kim olduğunu Basın Konseyi Başkanı bilmez mi? "Öyle bir devir yaşandı ki, gazetecinin kendisine çıkar sağlaması hep ayıp sayılırken bile, gazetecinin gazeteci kimliğiyle 'müessese çıkarı' kovalaması görev addedildi! Bunun, yasa ve ahlak dışı yollarla telefon dinlemelerinde ortaya çıkan; Başbakanlık koridorlarından, Meclis kulislerinden çıkmayan örneklerini, onların da üye olduğu Basın Konseyi Başkanı da bilmez mi!"
Hasan Pulur da kızmış; "Günü geldiğinde bunları bir bir açıklayacağım" diyen Başbakan'a çıkışıyor: "Ne zaman Sayın Başbakan, ne zaman? Basra harap olduktan sonra mı?"
Bir gazetemiz de, bu gazetecilerin (daha doğrusu "bu gazeteci"nin) kim olduğunu akrostiş yoluyla açıklamış; gazetenin konuyla ilgili yazısını dikkatle izleyenler, spot cümlesine gizlenmiş "hedef isme" ulaşıyorlar. Nisa taifesinden bir isim... Ona bakarsanız, benim yazımdaki akrostişte de, şişman ama mutsuz bir adamın ismi çıkıyor. Siz ona bakmayın.
İlle de bu isme (bu isimlere) ulaşmak istiyorsanız, medya savaşlarına, medya savaşlarında ortaya saçılan ifşaatlara (yani, gazetecilerin birbirleri hakkında söyledikleri sözlere) göz atmanızı öneririm.
Bakın neler yapmışlar?
Kara para aklamışlar, devleti dolandırmışlar, ihale yolsuzluğu yapmışlar, sahte fatura düzenlemişler, işadamlarına kazık atmışlar, hayali devlet bonosuyla mevduat toplamışlar.
Neler neler...
Biri (pornoculuktan hüküm giyeni), güdümlü manşetlerle arsa spekülatörlüğü yapmış. Diğeri, devlete olan katrilyonluk borçlarını ödememek için kağıt üzerinde "numaralar" çekip şirketlerini "zararda" göstermiş.
Hatırlarsanız, bir aralar, "çok başarılı" buldukları Ecevit hükümetini yıkmaya uğraşıyorlardı; kimi istikbalini Bülent-Hüsamettin kapışmasından, kimi de Derviş-Cem "örtük" rekabetinden çıkacak sonuca bağlamıştı; fütursuzca bir Rahşan Ecevit'e, dönüp bir Hüsamettin Özkan'a vuruyorlardı... Bir aralar da "darbeciliğe" heveslenmişlerdi, karargahta pişen haberleri çarşaf çarşaf yayınlamakla övünüyorlardı.
Kimi borsada manipülasyon yapmaktan sabık...
Kimi ihaleye fesat karıştırmaktan...
Kimi "yalan haber" yazmaktan...
Kimi sahibi olduğu bankayı soymaktan...
Ne diyordu, mesleğinin zirvesindeyken "banka soymak" suçundan cezaevine girmekten kıl payı kurtulan ama başındaki trilyonluk icra davasını defedememiş ünlü genel yayın yönetmeni? "Ne gazeteciliği kardeşim, biz burada dükkan açtık, para kazanıyoruz..."
İşte açıklamış oldum.
Başbakan'dan gazeteci kimliğiyle randevu alıp iş takip eden gazeteciler işte bunlar. İsteyen, üzerine uygun kıyafeti seçsin...
YAZI:Ahmet KEKEÇ
YENİ ŞAFAK