Özal'ın yerine geçebilecek en güçlü isim olarak gösterilen Keçeciler'in önü son anda neden kesilmişti? Keçeciler tarihin derinliklerinde kalan sırrını ilk kez anlattı.
Abone ol Mehmet Keçeciler:"Eşim başörtülü diye,başbakan olamadım"
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal 1989’da Çankaya’ya çıkmıştı. Ondan boşalacak ANAP genel başkanlığı, dolayısıyla başbakanlık koltuğuna kimin oturacağı merak konusuydu. Mehmet Keçeciler, partide güçlüydü; çok da iddialıydı. Ancak, o zamanlar ‘eşi başörtülü başbakan’ bile kriz konusuydu, yarışa giremeyecekti.
Keçeciler, tarihin derinliklerinde kalan sırrını ilk kez paylaşırken hayıflanıyor elbette. Çok erkenden alevlenen tartışmaya ise ara formül mahiyetinde bir öneriyle katılıyor: “Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın yerinde olsam, başbakanlık makamının anayasal yetkilerini artırır, Çankaya Köşkü’ne çıkmazdım.”
Siyasetin tecrübeli ismi Mehmet Keçeciler, son 25 yılın önemli olaylarının şahidi aynı zamanda. Konya Belediye Başkanı iken, 12 Eylül askerî darbesinden altı gün önce yapılan olaylı Konya Mitingi’ni yaşadı. Ardından, Anavatan Partisi’ni (ANAP) kuran kadroda yer aldı. Yıllarca Özal’ın en yakınında bulundu. Parti yöneticisi ve bakan olarak, hem ülke yönetiminde hem de siyasette önemli roller üstlendi. Şimdilerde milletvekili değil ama siyaseti yakından izliyor. Ülke meselelerine kafa yoran Keçeciler, gündemdeki konuları birikimleri ışığında Aksiyon’a değerlendirdi.
Geçen üç yıl ışığında baktığınızda, Türkiye nasıl görünüyor?
Zor dönemde tek parti iktidarı adeta ilaç gibi geldi. Avrupa Birliği (AB) yolunda, ekonomide önemli merhaleler yakalandı. Ancak, ekonomik hayattaki bu başarı kırılgandır. Dışımızdaki hadiselerle Türkiye tekrar sıkıntıya girebilir. Aslında, tecrübeli bir kadro işbaşında olsaydı endişe duyulmazdı. Hükümetin tecrübe noksanlığı var.
Tecrübe noksanlığı, hangi sıkıntıları getirdi?
Çankaya-hükümet tartışmaları geçmişte de vardı. Kişilerle değil, sistemle alakalı. Anayasamızın başbakan ile cumhurbaşkanı ilişkilerini düzenlemedeki zafiyeti, 2001 krizini yaşattı. Böyle bir riskle yine karşı karşıya kalınabilir. AKP, Türkiye’yi anayasası sebebiyle karşılaşacağı risklerden uzaklaştıramadı. 2006, daha sancılı günlere namzet. Bir de...
Evet?
Irak Krizi’ni iyi idare edemediler. Türkiye, rahmetli Özal dönemindeki gibi şu üç politikayı eş zamanlı uygulamalıydı: Irak’ı böldürmemek, halklar arasına kan davası sokmamak yani Irak’a karadan girmemek, Amerika’yı küstürmemek.
Özal’ın ‘Kerkük-Musul’a girme’ planı yok muydu?
Amerika ile müzakereleri rahat götürebilmesi açısından öyle bir konumda durması lazımdı. Irak’a girmek değildi. Hatta, Baba Bush Irak’a birlikte girme karşılığında ‘Kerkük’ü teklif etti. Türk ordusu, Amerikan kuvvetlerine yardım edecekti. Özal reddetti. İsteseydi, girerdik. Söylediği, Irak harekâtına bayrak gösterilmesiydi ki, iki gemiyle gösterdik. Dönemin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın istifası ‘cephe açalım’ ile ilgili değildir. Kara Kuvvetleri ile arasında bir ihtilaftan olduğunu biliyorum ben…Bugün, güvenilmeyen ülke-müttefik konumuna düşmenin ceremesini çekiyoruz.
Nedir bu cereme?
İç barışımızda geriye dönüş. Müttefiklerimizin desteği kalkınca, PKK olayları yeniden canlandı. Batı ile Güneydoğu arasında çok ciddi gerilim var. İç barış tehlikede.
Alt-üst kimlik tartışmaları yaşanıyor ayrıca.
Lüzumsuz. “Benimki üstün, seninki daha üstün” tartışmaları bölünebilir ülkeye götürür. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı esastır. Hadisenin çözüm yeri keşke Türkiye hudutları içerisinde bir yer olsaydı. Keşke, Şemdinli’ye gitmekle çözülebilseydi.
Türkiye ABD’yi ikna edebilir
Nereye gidilmeli?
Çözüm yeri artık Washington’dur; oraya gitmek lazım. Şu anda, Irak’ın, Kandil Dağı’nın sorumluluğu kimde? Abdullah Öcalan’ı teslim ettikleri gibi bu olayı çözmede yardımcı olabilirler. İsterlerse, terör devam etmez. Ancak, şimdi çok ters yerdeler. Türkiye potansiyelini doğru kullanırsa, her zaman ABD’yi ikna edebilir. Türkiye çok zor bir yerdedir. Dünyayı iyi okumadan onu yönetemezsiniz.
Cumhurbaşkanlığı seçimi siyasetin gündemine oturdu. Erdoğan aday olur mu?
Eğer, AKP’den biri cumhurbaşkanı seçilecekse Erdoğan bir numaralı adaydır. Başka biri seçilecekse, onu belirleyecek kişi de Erdoğan’dır. Cumhurbaşkanı seçimleri Türkiye’de hep gerilimli geçti. Biz Özal’ı seçerken belli çevreler, ANAP içerisinden karşısına aday bile çıkardılar.
Gerilim şimdiden yükseldi.
Temas edeceğim iki husus var. 1960 ihtilalinden sonra seçilen bütün cumhurbaşkanları asker kökenlidir. Rahmetli ilk sivildi. Ondan sonra seçilen Demirel ve Sezer de. Böylece, cumhurbaşkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından ‘sadece kendilerince doldurulacak bir makammış’ gibi görülmediği bir yer haline getirilmiştir.
Önemli bir kazanım.
Demokrasi açısından bir kazançtır. Özal’la birlikte başka değişiklik de oldu. 1960’tan bu yana cumhurbaşkanı olanları kastediyorum, Aziz Atatürk, İnönü ve Bayar’ı bilemiyorum. Daha öncekilerin yapmadığı bir işi gerçekleştirmiştir Özal. Cumhurbaşkanlığı forsunu dalgalandıra dalgalandıra Kocatepe Camii’ne cuma namazı kılmaya gitmiştir. Demek ki, ondan evvel söyleselerdi büyük sıkıntılar olurdu. “Böyle bir kişiyi mi seçeceksiniz?” deselerdi, büyük problem yaşanırdı.
Erdoğan’ın eşinin başörtüsünün tartışılması gibi mi?
Şimdi, AKP içinde bile tartışmalar başlamıştır. “Hanımının başı kapalıdır, dolayısıyla cumhurbaşkanı olamaz” deniliyor. Tartışmalar olacaktır ve siyaset gerilecektir. Ben, Özal’a da Köşk’e çıkmamasını, seçildiği takdirde partinin büyük sancılara düşeceğini telkin ettim.
Bugün için öneriniz nedir?
Erdoğan’ın yerinde olsam anayasayı değiştirir, parlamenter sistemi güçlendirirdim. Cumhurbaşkanının yetkileri fazla. Yarı başkanlık sisteminde görülen yetkiler. O yetkileri parlamentoya veya hükümete alırdım. Böylece, cumhurbaşkanı normal statüsüne, başbakan ise parlamenter sistemdeki rolüne kavuşturulur. İngiltere, Almanya ve İtalya’daki gibi güçlü başbakan olur. Yani, bu yetkileri başbakana aktarır; kendim Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne çıkmazdım.
Eşim başörtülü diye,başbakan olamadım
Siz ‘başkanlık sistemi’nden yana değil miydiniz?
Türkiye’nin bugünkü şartları içerisinde öneriyorum. Yoksa, Özal’la birlikte başkanlık sistemini savunan bir kişiyim, vazgeçmiş değilim. Ancak, Türkiye’nin krize gitmemesi, AKP’nin krize düşmemesi için ara çözüm tarzı olabileceğini söylüyorum. Kendileri ve Türkiye açısından faydalı gördüğümden söylüyorum.
Başörtüsü, Çankaya Köşkü’ne çıkmaya engel mi?
Tartışılmasını bile istemiyorum. Türkiye’ye fayda getirmez. Eşi başörtülü Meclis başkanı, başbakan oluyor da, cumhurbaşkanı nasıl olmaz? Anlamak mümkün değil. Başka sebepleri var, o bahane edilmekte. Mantıklı bir tartışma değil. Hem başı örtülü vatandaşları yaralamakta hem ülkeyi germektedir. İnsanları başı örtülü-başı açık barış içerisinde yaşayan bu ülkede, zorlan kavga çıkartıldı ve devam ettiriliyor. Buna alet olunmamalı.
Özal’ın yerine geçecek isimler de ‘başı kapalı eş’ engeline takılmış. Bakan arkadaşınız Ekrem Pakdemirli mesela.
İlk bana söyledi Özal. Yoksa, partide çok daha güçlüydüm. Kongreyi kolay kazanabilirdim. Turgut Bey, “Yok, sen bir şey yapma. Ben muhafazakar, sen muhafazakar olmaz. Sonra hanımının başı örtülü” dedi. Bu tartışma yeni değil; fayda da getirmiyor görüyorsunuz.
Erdoğan Çankaya’ya çıkarsa, partisi sıkıntı yaşar mı?
Dağılma olmaz da, güç kaybeder. ANAP ve DYP’nin başından geçti. Özal ve Demirel’in ayrılmasıyla bu partilerin çektiği sıkıntıları, AKP de yaşar. Karar verirken bunları göz önünde bulundurmaları gerekir.
Seçim tarihine ilişkin tahmininiz nedir?
Başbakan, erken seçimi vatan hainliğine eş tuttu. Kesin beyanatlardan sonra döner erken seçim yaparlarsa çok yıpranırlar. Hükümet işlerinde tecrübesiz olduklarını söylüyorum ama parti işlerinde tecrübeliler. Seçimi, 2007’de yaparlar. Belki, bir iki ay öne alabilirler. Önce cumhurbaşkanını seçerler, onun rüzgârıyla da seçime giderler diye düşünüyorum. Biz, 2006’yı istiyoruz.
Anavatan eski gücüne ulaşabilecek mi?
Erkan Mumcu’ya partiye dönmesini tavsiye ettim. Anavatan, Türkiye’ye faydalı olur. Gerilimlerin giderilmesinde rol oynar. Bu yapıda, solcu-sağcı, Türk-Kürt, Sünni-Alevi siyaset yapabiliyor.
Merkez sağda bütünleşme olur mu?
Sistem ayrılığı teşvik ediyor. Kanun değişmeden merkez sağda ve merkez solda birleşme olmaz. Hülleyle mümkün. Türkeş ve Erbakan partilerine hâkim liderlerdi; 1991’de barajı geçmek için ittifak ettiler. Şimdiki liderlerin yapabileceğine ihtimal vermiyorum.
Bu arada, Demirel sahnede.
Her cümlesinden bir anlam çıkarabilirler ama siyaseti çok iyi bilir Demirel. Yani, ‘illa, sensiz olmuyor’ noktasına gelinmeden aktif siyasete döneceğini zannetmiyorum.
“BAŞ ÖRTÜLEBİLİR..” İFADESİNİ DOĞRAMACI KOYDU
Özal, başörtüsü için sizi dönemin YÖK Başkanı İhsan Doğramacı’ya gönderdi mi?
Biz gitmedik, partiye o geldi. Sayın Doğramacı sonunda yönetmelikte değişiklik yaptı. “Baş örtülebilir, boyundan itibaren...” diye. Dönemin Devlet Bakanı Ahmet Karaevli’nin eşinin baş bağlama şekliydi bu. Danıştay yönetmeliği iptal etti. Ardından, Meclis’te iki kanun çıkardık. “Rektörleri selam durduracağız”, 28 Şubat derken, pamuk ipliğiyle kurulmuş düzeni bozdular. Zorlama gerekçelerle, gittikçe sarpa sardı. Anayasa değiştirilerek çözülebilir. Zor bir yere girse de, bu meselede Türkiye eninde sonunda uzlaşacak.
KONYA MİTİNGİ’Nİ KARIŞTIRAN DEVLETİN PROVOKATÖRLERİYDİ
Konya Mitingi’nde neler oldu?
İstiklal Marşı’nda oturanlar MSP’li değil, devletin provokatör ajanlarıydı. Oturan 5-6 kişiydi. Marşı söyleten bizzat Necmettin Erbakan’dı. Darbenin yapılacağını 2. Ordu Komutanı rahmetli Bedrettin Demirel’den zımnen öğrenmiştim. Erbakan Hoca ve arkadaşlarına söyledim. “Yapmayalım” dedim, dinlemediler. “Sizin belediye başkanınız değilim” diyerek ayrıldım. 2 Eylül günü MSP’den istifa ettim. 6 Eylül’de miting yapıldı. Erbakan ile aram bu yüzden açıldı. Ancak, kendisini savundum.
Mitinge neden katıldınız?
Büyük olaylar çıkabilirdi. Vali ve 2. Ordu Komutanı, Konya’yı terk etmememi istediler. Yoksa, İzmir’e gidiyordum. Karşı olduğum mitingin faturasını bana ödettirdiler; hep önüme getirdiler. Erbakan Hoca’nın partilerine girmedim. Konuştum elbette. Son olarak, eşinin vefatında telefonla aradım.
Emekli Paşa Kemal Yamak “Özel Harp Dairesi elemanlarının her siyasi partide olduğunu” açıkladı.
Oraya girmiyorum. Kim olduklarını bilsem zaten gider yakalardım. Valiliğe ve savcılığa “İşte gazetedeki fotoğraflar. Oturanlardan şikayetçiyiz. Bunları yakalayın” diye dilekçe verdim. Provokasyonu yapanlar hâlâ yakalanmadı. Devlet yakalamayınca, öyle söyledim. Her devletin daima böyle bir dairesi olur. Dışa, dış tehditlere dönüktür. Partinin içerisinde olmaz.
Röportaj: Zekai Özçınar
Kaynak: