Kardeş Kavgası mı? Değil mi?
Hayatımızı anlamlandırmada kullandığımız kavramlar çok önemli.
Belki de milletleri, insanları ya da fikirleri birbirinden ayıran da bu kavramlar.
Ortalıkta benim baktığım yerden,tartıştığımız her sosyal-siyasi meselede bir kavram anarşisi var gibi gözüküyor.
Kavramlarla kavga ediyor,kavramlar üzerinden barış girişimlerinde bulunuyoruz.
Hal böyle olunca toplumsal sorunların çözümünde kullanılan dil anlamında kelimeler ya da kavramlar çoğu zaman aslın önüne geçerek, çok somut ve berrak gerçekleri kapatıyor.
Son günlerde tartıştığımız Kürt Sorunu ve çözümü konusunda kullanılan karşılıklı dil, bilinçaltının ortaya döken önemli bir göstergesi.
“Kardeş kavgası”nın son bulması.
Aslında tam da işin burasına takılıp kaldım.
Sanki bu tanımlamada bir hata var.
Evet, ortada bir kavga var ve bu kavga öyle çok kardeş kavgası olarak nitelendirilemeyecek kadar girift bir durum arz ediyor.
Öncelikle PKK’yı bu ülke de bütün Kürtlerin onay verdiği meşru bir olgu gibi kabul ediyor.
PKK’nın devlete sözde kafa tutmadan önce Kürt halkı içinde yaptığı bilinen kendi öz kardeşini ortadan kaldırma operasyonlarını görmüyor.
Terör’ün sadece bir mücadele şekli olmaktan öte, içinde uyuşturucu, mafya, insan kaçakçılığı, uluslar arası dengeler rolünü ıskalıyor.
Bu gün bir şekilde siyasi anlamda DTP dışında ki irili ufaklı Kürtlere ait siyasi gayrı siyasi yapıların iradelerini görmezden geliyor.
Evet, son bulması temennisi ile kullanılan ajitatif “kardeş kavgası” biraz da teröre meşruiyet zemini kazandırmıyor mu?
Süreçte kardeşin kardeşi öldürdüğü bir vakıa.
Ama buna topyekün bir çerçeve katacak “kardeş kavgası” fazlaca mevcut hale bol gelen bir kavram.
Kardeş kavgaları her nedense Anadolu da en sert geçen ve en uzun süren kavgalardır.
Ve mutlaka kavganın devamına vesile bir kuyruk acısı vardır.
Öncelikle artık herkesin üzerinde en azından ittifak ettiği bir husus var.
Terör olduğu için Kürt Sorunu çıkmış değil bu ülke de.
Son süreçte son olarak MGK tarafından da ortaya konan iradeye ülkenin “demokratik açılımı” olarak bakılmasının altında yatan ciddi gerçekler var.
1960 ihtilali ile başlayan demokrasi kesintileri olmasa idi bu ülke de terör ile mücadele altında kayıp ettiğimiz maddi manevi kayıpları yaşarmıydık?
1950’lerde başlayan demokratik süreç bu güne kadar kesintisiz gelse idi, insanlar daha fazla demokratik sürece katılmak ve bu gün konuşulan sivil siyaseti yapmak dururken dağa mı çıkarlardı?
Ya da şöyle soralım “taşeron terör örgütü” PKK demokratik bir zeminde bu kadar taraftar toplayabilirmiydi?
Bu soruların cevabı nerde ise kesine yakın bir cevap ile hayır.
Ortada olan kavga bu terör örgütü ile devletin resmi kolluk güçleri arasında cereyan eden bir kavga olarak geldi bu günlere kadar.
Tabii ki devlet izafi kavram ve bu kavgada şehitlik, vatan, millet, bayrak gibi kavramlar üzerinden kardeş iki milletin çocukları insafsızca kullanıldı.
Geldiğimiz noktada hiç olmayabilir ya da bu süreci hiç yaşamayabilirdik aslında.
Evet, geriye bakıldığında çok ama çok şeyin kaybolduğunu görüyoruz.
Eskiler zararın neresinden dönülür ise kardır demişler.
Bu gün geriye dönülebilecek bir noktadayız hala.
Çünkü geçen zamanın bu coğrafyaya yaşattığı onca acı ve gözyaşı ne kadar şükretsek az, bir kardeş kavgasına dönüşmedi.
Bu olumlu durum sorumlu kişiler olarak bizlerin aslında bir kabiliyeti değil.
Bundan bizim bir gurur vesilesi çıkarmamız zor hatta imkânsız.
Bu her şeyi çözme imkânı olan iklim bize coğrafyanın, tarihin, kültürün, dinin ve muhtelif ortaklıkların bir hediyesi.
Bu zamana kadar ıskaladığımız bu alanlara bir daha göz atalım ve bütün bu tecrübeyi birde demokrasi ve insan hakları bağlamında tekrar ele alıp bu ülke de yaşayan ve farklılığını zenginliğimize katkı olarak sunabilecek herkesle demokrasi zemininde buluşalım.
Ama bütün bunları yaparken kavramları yerli yerine koyarak yapalım.
Yine eskiler aklıma gelen başıma geldi derlerdi.