BIST 9.550
DOLAR 34,54
EURO 36,02
ALTIN 3.010,20
HABER /  GÜNCEL

Karayılan çözüm sonrası ne iş yapacak?

Kandil'e giden gazetecilerle konuşan Murat Karayılan, süreçle ilgili yeni açıklamalarda bulundu

Abone ol

Çözüm olduktan sonra PKK yöneticilerini ne yapacağını merak edenler için Karayılan, "Çözüm olsun da bize iş bulunur. Bizim birşey istediğimiz yok" dedi.

PKK'lıların Türkiye'den çekileceğini açıkladığı basın toplantısının ardından akşam bir grup gazeteciyle bir araya geldi. Radikal'den Ezgi Başaran, Karayılan ile yaptığı görüşmenin ayrıntılarını taşıdı. İşte o açıklamadan bazı bölümler:

KANDİL’DEN OSLO’YA MİT UÇAĞI GÖTÜRDÜ

Murat Karayılan, Oslo sürecinin başlangıcını şöyle anlattı:
“İlk 2005’te, aracı olan uluslararası kurum bize geldi. BM çerçevesinde bir kurum. 2005’teki ilk görüşmeden sonra 2006’dan itibaren sistematik görüşmeye başladık. Israrla gizli olmasını, basına kapalı olmasını, yönetimde bile çok dar bir kesimin bilmesini istediler. Başbakan’a sonra da MİT’e de gitmişler. Bütün bunlar, 2008 Eylül’de karşılıklı görüşmeye dönüştü. 2008’de Oslo’ya giden heyetimizi, doğrudan uçakla onlar (MİT) götürdü. O zaman da içinde İmralı olmazsa olmaz dedik.”
Ben Oslo’ya gitmedim. Olmaz. Şimdi de İmralı’ya gitmem olmaz. Belli bazı kişilerin gitmesi, güvenlik açısından olmaz. Ama arama durumu az olan arkadaşlar var. Onlar olabilir.

YAZABİLİRSİNİZ!
"BENCE CEMAAT"

Devlet heyeti hep 5 kişiydi. Hepsi MİT mi bilmiyorum. Belki içlerinde başka kurumlar da vardı. Asker değil, Dışişleri olabilir. Buraya da geldiler, neyse karıştırmayın. Hakan, Oslo’daki ilk görüşmede MİT adına gelmemişti. Daha orda değildi. Kasetler onu yıpratmak için, farklı görüşmelerden kes-yapıştır yapılmış. Ona dokunan bölümleri almışlar.
- Kasetleri sizce kim sızdırdı?
Bence cemaattir. Yazabilirsiniz. Gerçi şimdi onlarla ilişkileri iyileştirmek istiyoruz ama yazın isterseniz.

Gazetecileri aramamalıydık

Sizlerin üstünü başını aramışlar, sonradan öğrendim. O kadarına gerek yoktu. Bizim HPG gerçekten çok dogmatiktir. Hatadır, bunun için özür diliyoruz. Basın toplantısının geç başlamasının sebebi de tepemizde dolaşan Heron’lardı. Tam olarak siz gazetecilerin bulunduğu binanın üzerinde dolanıyordu. Ben de dedim ki, gazetecilere haber vermeyin tam üstlerinde olduğunu, belki paniklerler! Tam gece 24.00’te başladı, sabah 11.00’e kadar aralıksız sürdü bu Heron hareketliliği.

Önderlik daha çabuk çekilme istiyor

Nasıl anlaşıldı bilmiyorum ama geri çekilmeyle ilgili saydığımız 6 madde bizim şartlarımız değildi. Biz şartsız geri çekiliyoruz. Ama bu geri çekilmenin sorunsuz yapılması için o maddeler gerekli. Çünkü birinin başına birşey gelse, bir grup imha olsa bu süreç durur. Bizim elimizdeki mevcut bilgilere göre geri çekilme ancak sonbahar gibi tamamlanır. Fakat şunu da açıklıkla söyleyeyim: Benim anladığım, Önderlik bu çekilmenin daha erken yani sonbahardan önce bitmesini istiyor. Çekilmeyle ilgili daha teknik bilgiye sahip birimlerimiz var. Onlarla henüz tartışmış değiliz. Detaylara gireceğiz bugünlerde. Niye 8 Mayıs’ı belirledik? Özel bir sebebi yok, 10-15 günlük bir hazırlık sürecine ihtiyacımız vardı.

Öcalan’la doğrudan görüşmek ihtiyaç

Bu nasıl olabilir? Mesela bizden bir heyet İmralı’ya gidip gelebilmeli. Madem anlaşarak köklü bir sorunu çözüyorsak, bunun olanakları yaratılmalı. Nasıl ki her tarafta aranan insanlar buradan özel uçakla Oslo’ya gidip geldiyse İmralı’ya da gidebilir. Video mesaj da iyi birşeydir belki ama bu biraraya gelmeyi de pazarlık konusu yapmamak lazım. Gerçekten bütün arkadaşlarımızın iknası ve pürüzlerin aşılması için önderliğin bir kısım arkadaşlar önünde direkt konuşabilmesi çok daha çözümleyici olur. Biz bunu sıkıntı çıkarmak için istemiyoruz, hakikaten de ihtiyaç var. Mesela biz şimdi süreci başlattık. Ortalarında ya da sonuna doğru böyle bir görüşme bizi gayet rahatlatır yani. Bu tür şeylerin ihtiyaç olmasının dışında siyasi bir anlamı da var. Mesela geri çekilmeyi meclisten çıkacak bir kararla gerçekleştirmek güvenliğimiz için ihtiyaçtı. Ama aynı zamanda hükümetin ve meclisin bu sorunu çözmesindeki kararlılığı ve ciddiyeti kanıtlamış olacaktı. Eğer bu karar çıksaydı… Devlet bazı kararları hemen alamayacağını söylüyor. Önderlik de şu aşamada karşı tarafı zorlamama görüşünde. Biz de katılıyoruz.

Devletle doğrudan görüşmemek strateji


YEDİ YILDIR TELEFON YOK

* ”Biz kadro hareketiyiz. Silahlı mücadele gider, siyasi mücadele başlar. Şimdiden başladı zaten. Sivil komiteler var. Aslında ben de gün içinde çoğunlukla sivil siyaset yapıyorum. Toplantılar var. Siyasi parti liderleriyle görüşüyorum, günlü dosyalar var, arkadaşlarla toplantılar var.”

* Daha önce 3 telefonum vardı ama 7 yıldır telefon kullanmıyorum. Telefon üzerinden bir suikast ihbarı geldi o zamandır vazgeçtik. (Aynı zamanda Karayılan’ın yanına üzerinde telefon olan kimse yaklaşmıyor. Üzerimizdeki telefonlar alınıyor.)

* Telefon yerine kurye sistemi kullanıyorum. Her birimde telsiz var. Biz ufak, bir de daha büyük telsizler var. Günlük ilişkiyi kuryeyle kuruyorum. Bazen gerekli olduğunda herkese telsize girin diyorum. Herkes aynı anda dinliyor. Örgüt içi böyle. Dışarısı için de kurye var.

* Apo’yı en son 1992’de gördüm. (Öcalan 90’lı yıllarda hep Suriye’de, yakın kurmayı Karayılan ise Irak’ta) 1999’da o Rusya’dayken telefonla konuştuk. ‘Aranızda büyük bir güven ilişkisi var’ sorusuna gururla ‘Tabii’ diyor.

* Mektupların Öcalan’dan geldiğini el yazısından anlıyorum. O da benimkini tanıyor. En son 14 Nisan mektubu  5 sayfaydı.

* Bütün kanalları izliyoruz. Köşe yazılarını da okuyoruz.


Biz bu konuda bir strateji geliştiriyoruz. Önderliğimizle sorunların tartışılması daha doğrudur. Biz zaten buna dönük sıkı bir politika yürütmeseydik, muhtemelen biraz sürecin dışında bırakılırdı. Bu olay bugünün sorunu değil. Başından başlayayım: Israrla isimlerini vermemizi istemeyen bir uluslararası aracı bir kurum var. BM çerçevesinde bir kurum diyeyim. Onlarla ilk olarak 2005’te bir görüşmemiz oldu. 2006’dan itibaren ise bu görüşmeler sistematik bir hale geldi. Onlar uluslararası düzeyde bir çok benzer sorunu çözmüşler ve buna dayanarak ortaya birkaç şart koydular. Dediler ki: Evvela herşey gizli konuşulacak. Basına kapalı olacak. Yönetiminizde sadece dar bir kesim tarafından bilinecek. Bana en yetkili yönetim kadrosunu sordular. Ben de 11 kişi olduğunu söyledim. Tamam dediler, o 11’in dışında kimse bilmeyecek. Böyle böyle görüşmeler başladı. Tabii aynı şekilde devletle de görüşüyorlardı. Önce Başbakan’la görüşmüşler, Başbakan onları MİT’e havale etmiş. Demiş, benim temsilcim onlardır. Bu MİT’te daha Emre Taner’in olduğu günler henüz. 2008 Eylül ayında olay karşılıklı (devletle PKK’nin karşılıklı görüşmesinden söz ediyor-eb) görüşmeye dönüştü. Ondan önce bu kurum, mesaj getir götür şeklinde arada mekik dokuyordu. 2008’den sonra bizim bir heyetimizi alıp Oslo’ya götürdüler. Biz de o gün baktık ki bunlar bayağı yetkililer. Kandil’den özel uçak kaldırabiliyorlar. MİT’le bizim heyetimizin ilk doğrudan görüşmesi o vakit gerçekleşti. Ben çok istememe rağmen o heyette değildim ama prensip olarak şehirlere inmiyorum. Ne olur, ne olmaz hesabı. Biz o zamanlardan anladık ki direkt bizimle irtibatlanma eğilimi ağır basıyor. Biz de hep dedik ki, İmralı işin içinde olmazsa olmaz. Onun için paralel bir sistem kurduk. Yani ana yürütücü bizmişiz gibi yapmadık.

Sakine’nin öldüğü binada gizli kapıları vardı

Süreci kim sabote eder tek tek isim ya da ülke sayamam. Ama mesela Avrupa’nın tutumundan kuşkuluyum. Paris olayı nedir mesela? Orada şehit düşen Sakine Cansız arkadaş bizim ilk kadın kurucu üyemizdir hem de içimizde gerçekten en çok barış eğilimi taşıyan arkadaştı. Ve buraya gelmek üzereydi. Bürokratik bazı işleri halletmek üzere Paris’e gitmişti. Öcalan da Sakine’nin ölmeden önce Kandil’e gelmek üzere olduğunu biliyordu. MİT heyeti ona söylemişti. Paris olayıyla ilgili elimize doğru düzgün hiç bilgi ulaşmadı. Yalnız şunu söyleyebilirim: Resmi kaynaklar o binanın tek kapısı olduğunu belirtiyor. Hayır öyle değil. Başka üç tane daha kapısı varmış. Mesela kapılardan biri bir dehliz yoluyla bir süpermarkete çıkıyormuş. Başka bir kapı bir hana bağlıymış. Bakın Avrupa’nın taktiği Kürt sorununun çözülmemesine uğraşmaktır. Paris Katliamı’nın çözülmemesi bunun göstergesi. Olayın arkasında Türkiye olsaydı, hemen ortaya çıkarırlardı bunu biliyoruz.

Roboski’de ABD parmaği var

Bugün sizlerin (gazetecilerin Kandil’de bulunduğu binayı kastediyor) üstünde dönen predatör kimindi? ABD’nin. Çünkü Türkiye’nin predatör buraya gelemez. Bakın Roboski’deki olay da çok şüpheli. Olay; Heronun biri görüntü almış, onu merkeze göndermiş, merkez de yanlış yorumlayıp vurmuş şeklinde değildir. 1 saat 48 dakika boyunca suikast tarzında saldırı yapılmış. Bu suikast her yerde olmaz. Bir gruba hava saldırısı geldiğinde herkes vurulmaz. Bizde olmuştur mesela. Uçak vurur, biz 40 kişiyiz, 2 kişi darbe alır. Çünkü dağılır. Roboski öyle değil, ilginç bir tarz. İşte bu tarz ABD’yi işaret ediyor. Predatör tespit ettiği koordinatı merkeze veriyor. Merkez uçağın bilgisayarına kaydediyor. Bilgisayar da havada, o da havada. O dönemde o bölgede hava eksi 10-15 derece olduğu için de termal kamerayla insanları tespit etmesi çok kolay. Yani bu insanlar tek tek 1 saat 48 dakika boyunca avlanmıştır. ABD’nin parmağı vardır. Bir şey daha var. Aralık ayında hiç bir gerilla o noktaya geçmez çünkü Uludere’yi geçmek ölümdür. Neden? Her yerde 1 metreyi aşkın kar vardır, dağlar geçit vermez. Gerilla Uludere’de yılın sadece 4-5 ayı yaşar ve bunu yeni göreve başlayan bir Türk askeri bile çok bilir. O nedenle o konvoyda Bahoz Erdal vardı, o nedenle vuruldu bir safsatadır. Bahoz ne yapsın orada, o mevsimde? Bu istihbaratı MİT’in vereceğini de hiç zannetmiyorum. MİT bu işleri o kadar bilir.

AKP az buz değil, çok zekice davrandı

AKP az buz değil çok zekice davrandı. Çünkü Kürt sorunu Türkiye’de öyle bir noktaya geldi ki çözmemek gibi bir ihtimalleri kalmamıştı. Fark ettiler ki, biz savaşı daha ileri bir noktaya yükseltebilirdik. Hem de dış destekle. Biz şu ana kadar dış destek almadık. Öyle bir ilişkilenme içine girmedik ama biliyoruz ki o kapılar bize açıktır. Dış destekten kastım bölge güçleri. Hepsi Türkiye’ye karşıdır. Suriye, Irak’taki farklı cepheler… Hepsini saymama gerek yok. İşte bunları hesaba katarak süreç yeniden başlatıldı. Bana kalırsa bu kez sürecin başlamasında bir devlet kararı vardır. Evet, belki ardından AKP’nin seçim hesapları da olabilir ama bana göre daha çok devlet kararıdır. Sadece AKP’nin değil yani. BDP’yi genel olarak beğeniyorum. İçlerinde örgütlülük anlamında yetenekli kimseler var fakat partide bir amatörlük de sözkonusu.

Ben zaten siyaset yapıyorum

Silahlı mücadele bitince siyasi mücadele yürüteceğiz. Ama zaten bugün de siyaset yapıyoruz. Örneğin ben KCK’nin başkanıyım ve KCK’nin içinde askeri kimse yok. Onun içinde bir sivil komite bizimle silahlı güçler (HPG) arasında irtibat kurar. Askeri organizasyonun ayrı kurumları, akademileri, basın yayın bölümü var. Yani özerktir. Biz KCK olarak daha çok sivil niteliklidir. Tabii ki geçmişimiz askerdir. Ama mesela benim günlerim nasıl geçiyor? Siyasi partilerle görüşüyorum. Ortadoğu’nun değişik yerlerinden gelen misafirleri karşılıyorum. Çözüm olduktan sonra bizlerin ne yapacağını merak ediyor herkes. Çözüm olsun da bize iş bulunur. Bizim birşey istediğimiz yok. Benim görev sürem uzatıldı mesela. Halbuki ben başkanlık yapmak istemiyorum artık. Başkanın değişmesi lazım. Klasik sol partiler gibi biri başa gelsin, hiç gitmesin mantığı bizim açımızdan doğru değildir. Biz söz vermişiz hayatımızı bu davaya vakfetmeye. Silahlı mücadele bitince de nasıl uygun olursa öyle hizmet vermeye devam edeceğiz.

Kürtlerin eskiden gelen hastalığı

Kürtlerin eskiden gelen hastalığı bir araya gelememektir. Biz bunu önlemek için bu kadar önderlik etrafında kenetleniyoruz. Çünkü Kürtler hep içten parçalanmış ve bölünmüştür. Osmanlı döneminde de Cumhuriyet döneminde de. PKK tüm bunlardan sonuç çıkararak şekillenmiş bir harekettir. Bizim önderlik etrafındaki birleşmemizi bir müritlik mantığında yorumlayanlar çok yanılır. Böyle olmaya uzun uzun konuşup tartışıp bilim süzgecinden geçirerek karar verdik. Disiplinle biat kültürünü karıştırmamak gerekir. Biz

Mektubu kesinlikle Öcalan yazdı

Süreç içindeki mektupların Öcalan’dan geldiğine eminiz çünkü el yazısını tanıyoruz. Biz de cevapları el yazısıyla yazıyoruz ki, o da emin olsun. El yazısı kullanmamızın böyle bir nedeni var yani. Bu şekilde güveniyoruz. Ben en son Öcalan’la 1992’de görüştüm. En son Rusya’dayken. O dönemde sürekli telefonda görüşüyorduk.

Korucularla kanli biçakli değiliz

Biz PKK’den korkuyoruz diyecek korucuların sayısı yüzde 5’i geçmez. Çünkü biz artık koruculara nötr bakıyoruz. Bir dönem çok savaştık fakat sonra anladık ki bu da devletin bizi birbirine düşürme taktiğidir. Sonra bu taktiği boşa çıkardık. Evet aralarında insanlık ve ırz düşmanı, çeteci, eli kanlı gerçekten kötü kimseler var. Ama biz yapılan bazı şeyleri yuttuk ve nötr yaklaşmaya karar verdik. Devletten bir süredir zaten onları bölgede kendisine taban yaratmak için kullanıyor, bize karşı değil. Artık bizim korucularla bir sorunumuz yoktur.

Özgür Suriye Ordusu’nda demokrasi yok

Özgür Suriye Ordusu’nda ne zihniyet var, ne demokrasi. Bu çarpışma iktidar içindir. Çok tartışılır, anti-demokratik davranışları var. Dolayısıyla bizim burada taraf olmamız sözkonusu değildir. Belki buradaki herkes bizi öyle tanımlamıyor olabilir ama biz kendimizi özgürlük ve demokrasi hareketi olarak görüyoruz. Bizim bu eksende ilerlememiz bölgede yeni bir kapıyı aralayabilir. düşündesindeyiz. Evet, analizleriniz doğru, Türkiye’deki Kürt sorunu bizim ilgilendiğimiz sorunlardan sadece biri. Biz Ortadoğu’ya bir bütün olarak bakıyoruz, neredeyse hareketin doğuşundan beri. Artık bu biraz daha yüzeye çıktı.

Suriye’de PKK’ye ihtiyaç yok

Buraya gelmeden 1 dakika önce bana şu bilgi verildi: Serakaniye’de YPG (PYD’nin silahlı gücü) ile Özgür Suriye Ordusu arasında bir çatışma çıkmış. Özgür Ordu’dan 8 kişi, YPG’den 1 kişi hayatını kaybetmiş. Yani durumlar hem gergin hem de karışıktır. Güçler birbiri içine girmiştir. YPG ve Özgür Ordu. Ayrıca PYD’nin de onlarla çeşitli iletişim bağları vardır. Ama artık Suriye’de şu kabul edilmiş vaziyette: Suriye devleti biliyor ki, Kürtler muhalefetle bir olsa işi çok zorlaşır, mesela Halep’i, Haseki’yi kaybeder. Kürtler orada devletten ve muhalefetten bağımsız olarak üçüncü bir güçtür. Ve bu denge demokrasi adına korunmalıdır. Bu nedenle PKK’nin herhangi bir müdahalesi olmaz. Zaten oradaki güçlerin buna ihtiyacı yok.