BIST 9.673
DOLAR 35,16
EURO 36,58
ALTIN 2.959,13
HABER /  POLİTİKA

Karaoğlanı son yolculuğuna uğurluyoruz

"Artık gidiyorum" diyor Ecevit çevirisini yaptığı bir şiirle... Kendisini uğurlamamızı istiyor..

Abone ol

“Artık gidiyorum...
Beni uğurlayın kardeşlerim
Hepinize eğilerek ayrılıyorum
Yalnız sizin son ve nazik sözlerinizi bekliyorum
Uzun zaman komşuluk ettik, ama verebildiğimden çok aldım
Şimdi gün ağardı, karanlık köşemi aydınlatan lamba söndü
Bir davet geldi ve ben yol için hazırım
Bu ayrılış gününde bana bol şans dileyin arkadaşlarım
Beraberimde ne götüreceğimi sormayın
Seyahatime boş eller ve ümideden bir kalple çıkıyorum''...

Bu mısralar Gitanjali'ye ait, çevirisi ise Türk siyasetinin simge bir ismine, bugün son yolculuğuna uğurladığımız Türkiye'nin Karaoğlan'ı Bülent
Ecevit'e... Tıpkı çevirisini yaptığı bu güzel şiirdeki gibi Ecevit artık çok uzaklarda...

O, 81 yıllık hayatında siyasetçi, başbakan, genel başkan, gazeteci, şair, en önemlisi de iyi bir eş, simge bir insan oldu. Bugün son yolculuğuna uğurlanan Ecevit, arkasında kendisiyle özdeşleşen sözler, simgeler, eserler, dolu dolu geçen bir hayatın izlerini ve yaşlarla dolu gözler bıraktı. İşte, Bülent Ecevit'in 81 yıllık yaşam öyküsü...

1925 yılı 28 Mayıs günü...

İstanbul Beşiktaş Akaretler'de bu pırıl pırıl ilkbahar günü dünyaya gözlerini bir bebek açtı. Prof. Dr. Mehmet Fahri Bey ile Ressam Fatma Nazlı Hanım, bebeğin ismini ''Mustafa Bülent'' koydular. Dedesi din alimi Mustafa Şükrü Bey'den ''Mustafa'', ailesinden ise ''Bülent'' ismini aldı.

Mahmut Çetin'in kaleme aldığı ''Çinli Hoca'nın Torunu Ecevit'' kitabındaki
bir olay da Ecevit'in ilginç kaderini gözler önüne seriyor: ”Ferhande Hanım, Ecevit'in annesi Nazlı Hanım'ın teyzesiydi. Son sadrazam Tevfik Paşa, Ferhande Hanım'ın yeğeninin oğlu Bülent'i 3-4 yaşlarındayken
kucağına alıp sevdi ve 'Bu çocuk ileride büyük adam olacak' dedi.”

Sadrazamın kucağında oturan çocuk, yarım yüzyıl sonra onun koltuğuna
başbakanlık koltuğuna) oturacaktı...

OKUMA YAZMA ÖĞRENMEDEN...

“Ben daha okuma yazma öğrenmeden önce şiir söylemeye başlamıştım. Ve onları
anneme dikte ederdim, kendim yazıyı öğrenmediğim için henüz”...
Edebiyat ve şiire ilgisini böyle aktaran Bülent Ecevit, yazıyı öğrendikten sonra ilk daktilosuna da kavuştu: Yaşamının son dönemecinde ODTÜ'ye bağışlayacağı Erica.

EL ELE BÜYÜTTÜLER SEVGİYİ...

İstanbul Amerikan Koleji yıllarında bir piyes hazırlığı sırasında Rahşan hanım ile tanıştı. Bu arkadaşlık, hayatın, siyasetin tozlu yollarında upuzun bir yolculuğa dönüştü. Rahşan ile Bülent Ecevit çifti, yıllarca “El ele büyüttüler sevgiyi.”

1946'da evlendiler, sade bir nikahla... Gelin gelinlik, damat damatlık giymedi. Hayatları boyunca sürdürecekleri sadelik daha evlilik töreninde başlamıştı.

SİYASET SAHNESİNE ÇIKIŞ

32 yaşında, Ankara'dan milletvekili adayı oldu. 1957 seçimlerinin sonunda Ecevit artık milletvekili idi... CHP'nin 5 Mayıs 1972'de yapılan 5. Olağanüstü Kurultayı bir devrin sonu oldu. İsmet İnönü, 8 Mayıs 1972 tarihinde, 33 yılı aşkın bulunduğu genel başkanlık görevinden istifa etti. Bu gelişme üzerine 14 Mayıs 1972'de toplanan özel kurultayda, Ecevit, CHP Genel Başkanlığı'na seçildi.


“MAVİ GÖMLEK”...

Seçim gezileri sırasında Rahşan Ecevit, çok önemli bir buluşun mucidi oldu:
“Bir gün vatandaşın biri sormuştu bana. 'Hangisi Ecevit' diye... Ben de
'işte, şu mavi gömlekli' demiştim. Sonradan düşündüm ki, o beyaz gömlekler
arasında mavi gömlek en iyi görüneniydi.'' Ve Ecevit mavisi doğdu...

KIBRIS FATİHİ KARAOĞLAN...

Ecevi’in hayatındaki en önemli kararlardan biriydi Kıbrıs Barış Harekatı.
Amerika ambargosuna rağmen aldığı karar ile “Karaoğlan” isminin yanına “Kıbrıs Fatihi”ni ekledi.

12 Eylül 1980 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyunca Ecevit için sancılı bir süreç başladı. Gece saat 03.00'te evinden alınan Ecevit, Rahşan Ecevit ile birlikte Hamzakoy'a ''TSK'nın misafiri'' olarak götürüldü. Hamzakoy'daki ''misafirliği'' 11 Ekim 1980 tarihinde sona erdiğinde artık yasaklı bir liderdi.

DSP SÜRECİ

Ecevit, 14 Kasım 1985'te kurulan partinin kuruluşunu, 14. yıldönümünde şu sözlerle anlattı: “Paramız yoktu... Fazla bir desteğimiz de yoktu. Ama azmimiz vardı. Rahşan Ecevit, iki odalı bir bodrum katında, bir avuç arkadaşıyla görevi başladı. İğneyle kuyu kazarcasına çalışarak, partinin sağlam bir zeminde güçlenmesine ve doğrultu tutarlılığına ödünsüz özen gösterdi. Bu davranış da giderek DSP'yi halkın güvenini kazandırdı.”

Bülent Ecevit, 20 Ekim 1991'de 12 Eylül'den sonra ilk kez Zonguldak
Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. DSP'nin oyları 24 Aralık 1995 tarihinde
yapılan erken genel seçimde yüzde 14.64'e, milletvekili sayısı 76'ya yükselirken; Ecevit, 30 Haziran 1997 tarihinde ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı.

Koalisyon hükümetinin gensoruyla düşürülmesinin ardından, Bülent Ecevit, 11
Ocak 1999'da DSP azınlık hükümetini kurarak 4. kez başbakan oldu. Partisinin, 18 Nisan 1999'da yapılan seçimlerden yüzde 21.71 oy oranıyla birinci parti olarak çıkması üzerine, hükümeti kurmakla görevlendirilen Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1999'da kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonunda yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu.

AKTİF SİYASETE SON

Genel başkanlıktan ayrılma kararını, 3 Kasım seçimlerinden önce olduğu gibi, seçimlerden sonra da zaman zaman dile getiren Bülent Ecevit, 22 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısıyla halefini ilan etti ve görevi Genel Başkan Yardımcısı Zeki Sezer'e devretmek isteğini belirtti.

DSP 6. Olağan Büyük Kurultayı'nda, 1954 yılında, CHP Çankaya Gençlik
Ocağı'na üye olarak başladığı aktif siyasi yaşamına son veren Bülent Ecevit, o tarihten sonra da yaptığı bazı açıklamalarla gündem yarattı.

VEDA GÜNÜ

18 Mayıs 2006 tarihinde geçirdiği beyin kanamasının ardından GATA'ya
kaldırılan Bülent Ecevit, tam 171 gün yaşama tutunmaya çalıştı. Sonunda 5 Kasım 2006 günü saatler 22.40'ı gösterirken yarım asrını Türk siyasetine veren Ecevit, belki de ilk defa bir mücadeleden ''yenik'' ayrıldı.

Türk siyasetinin Karaoğlan'ı, bugün artık bedenen yok. Ama düşünceleri,
simge olmuş kişiliği, Türk siyasetine kazandırdıkları, sadeliği, duru Türkçe'si, insana olan sevgisi hep hatırlanacak. Tıpkı kendi mısralarında olduğu gibi:

bir boşluktan bir boşluğa
bir cam bardağa dolmuşum
cam bardakta su olmuş
sudan içmiş can olmuşum
görünmezden cana bir kumaş
örülmüş kumaşa bürünmüş
beden olmuşum
bir varmış bir yokmuş
iki boşluk arası
bir rüyalık alemde
sen ben olmuşum