BIST 9.660
DOLAR 34,61
EURO 36,41
ALTIN 2.927,19
HABER /  MAGAZİN  /  KÜLTÜR VE SANAT

Kan ve İnanç

PKK üzerine bugüne kadar yayımlanmış en iyi araştırma

Abone ol

Aliza Marcus'un 2007 eylül ayında ABD'de yayımlanan "The PKK and the Kurdish Fight for Independence: Blood and Belief/PKK ve Kürt Bağımsızlık Mücadelesi: Kan ve İnanç" (New York University Press, 2007) başlıklı kitabı, PKK üzerine bugüne kadar yayımlanmış en iyi araştırma.

Kitabın yazarı 1989-96 arasında Türkiye'de önce Christian Science Monitor, sonra Reuters muhabiri olarak çalıştı. PKK ile ilgili haberlerinden dolayı ABD Ulusal Basın Kulübü ödülünü kazandı. 1999'da Abdullah Öcalan'ın yakalanmasından sonra PKK üzerine araştırmasını yoğunlaştıran Marcus'un araştırması başta, hayal kırıklığına uğrayarak Batı ülkelerine iltica eden eski önde gelen üyeleri olmak üzere, örgütün muhalifleri ve destekçileriyle yapılan, yüz dolayında derinlemesine mülakata dayanıyor.

Öcalan örgüt içinde muhalefete izin vermedi
PKK olayının anlaşılmasına büyük bir katkı olan kitabın bana özellikle çarpıcı gelen bir yönü, en ön saflarda rol almış kimi eski militanlarının örgütün kurucusu hakkında söyledikleri: Öcalan'ın esas davası PKK içinde kendisinin, Kürt hareketi içinde de PKK'nın mutlak egemenliğini sağlamaktı. Kontrolünden çıkabileceği endişesiyle, örgüt içinde en küçük bir muhalefete izin vermedi;

PKK dışında herhangi bir Kürt örgütünün inisiyatif ve etkinlik kazanmasına göz yummadı. Bunun için, kendisinden farklı düşünenleri öldürterek veya başka şekillerde imha etti. PKK'nın içinde pek çok kimse zamanla, Öcalan'ın gerçekte kendisine tapan, kendisinden başka hiçbir şey düşünmeyen, kendini yanılmaz ve dünyanın merkezi gören bir diktatör olduğunu kavradı; PKK'nın baş sorununun Öcalan olduğu sonucuna ulaştı.

Suriye pkk’yı türkiye ve barzani’ye sadırması için destekledi
Kitabın çok aydınlatıcı bulduğum başka bir yönü ise, bölge ülkelerinin PKK'yı birbirlerine ya da öteki Kürt hareketlerine karşı nasıl kullandığına dair bilgiler. 1979 yazında yerleştiği Suriye, 1998'e kadar PKK'yı Türkiye'ye ve Barzani'ye saldırması için destekledi. Tek şartı Suriye topraklarından Türkiye'ye operasyon yapılmaması oldu. Şam'ın bir amacı da, bir kısmına vatandaşlık dahi vermediği kendi Kürtlerinin ilgisini dışa yönlendirmekti.

Saddam PKK’yı hem Türkiye’ye hem de Iraklı Kürtlere karşı kullandı.
Tahran, 1987'den Öcalan'ın yakalandığı 1999'a kadar, İranlı Kürtler arasında propaganda yapmamak, topraklarından Türkiye'ye saldırmamak koşuluyla PKK'nın İran'a yerleşmesine izin verdi. Karşılığında Türk ordusu ve Peşmergeler (Iraklı Kürt kuvvetleri) hakkında istihbarat aldı. (Bilindiği gibi, Irak'ın ABD tarafından işgalinden sonra PKK, PJAK'ı kurup İran'a saldırmaya başladı. Washington, PJAK'ı kullandıklarına dair iddiaları reddediyor.) Saddam, 1980'lerin sonlarından itibaren PKK'yı hem Türkiye'ye, hem de Iraklı Kürtlere karşı kullandı; ondan Türk ordusu ve Peşmerge hakkında istihbarat sağladı. Yunanistan (ve genel olarak Avrupa ülkeleri) kendi topraklarında şiddete başvurmadığı sürece, PKK'nın adam toplamasına, siyasi eğitim ve propaganda faaliyetleri yapmasına göz yumdu.

Öcalan İmralı’dan PKK’yı nasıl yönetiyor?
Kitapta İmralı'da hapis Öcalan'ın avukatları aracılığıyla gönderdiği talimatlarla PKK'yı nasıl yönettiği anlatılıyor, bir defasında avukatlardan sözünü dinlemeyen kimi Kürtlerin telefon numarasını istediği de aktarılıyor. Ama ele alınmayan bir konu, Öcalan'ın Türk istihbarat örgütleriyle ilişkilerine dair iddialar. Bilindiği üzere PKK'ya başından beri muhalif olan Kürtler arasında yaygın bir "komplo teorisi" PKK'nın "derin devlet" tarafından yaratıldığı ve Kürt kimliğine ilişkin taleplerin şiddet ve terörle ilişkilendirilerek gayri-meşru ilan edilmesi amacıyla kullanıldığı.

Yıllardır duyduğum bu "teori"yi ciddiye almıyorsam da, Türkiye Kürtlerine en büyük zararı PKK'nın verdiğine dair iddiaları hayli inandırıcı buluyorum. Kitap, yakalandığında "Devlete hizmete hazır, annesinin Türk" olduğunu söyleyen Öcalan'ın nasıl olup da hâlâ Türkiye Kürtlerinin bir bölümünün sadakatine mazhar olabildiği sorusunun cevabını da veriyor; Kürt kimliği üzerindeki baskıların nasıl birçoklarını, devlet ile (alternatifsiz bırakılan) PKK arasında tercih yapmaya zorladığını iyi anlatıyor.

Aliza Marcus 1995 yılında Türkiye’de gazeteci olarak çalışırken halkı kin ve ayrımcılığa teşvik ettiği gerekçesiyle hakkında 3 yıl hapis cezası istemiyle dava açılmış ancak dava delil yetersizliği nedeniyle düşmüştü. Marcus, Türkiye’de hakkında dava açılan ilk yabancı gazeteci olmuştu. (Şahin Alpay)
Kitapla ilgili detaylar