Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, geleneği olmayan toplumların geleceğinin de olmayacağını söyledi. Türkiye'nin yeni bir isimlendirmeye ihtiyacı olduğunu ifade eden Kalın, kimlik vurgusu yaptı.
Abone olCumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı ve Sözcüsü İbrahim Kalın, "Bizim yeni bir periyodizasyona, yeni bir dönemlendirmeye, isimlendirmelere ihtiyacımız var. Çünkü bir şeyi siz nasıl tanımlarsanız, o sizi tanımlar hale gelir" diye konuştu.
Kalın, Osmanlı Devleti'nin ilk bilim tarihçisi ve ilk ansiklopedi yazarı Taşköprülüzade Ahmet Efendi'nin külliyatının ele alındığı, 'Uluslararası Taşköprülüzade Sempozyumu'nun kapanış oturumuna katıldı.
Kalın, burada yaptığı konuşmada, bugün karşılaşılan küresel sorunların başında bugün ile yarın arasındaki dengeyi kurma meselesinin yattığını dile getirerek, küreselleşme tezlerinin önemli iddialarından birinin "küreselleşme tüm kimlikleri, aidiyet duygularını işlevsiz hale getirecek, bir evrensel sona doğru zaten ilerliyoruz" tezi olduğunu aktardı.
Kalın, bu teze direnen toplumların tarihin dışında kalacağının, diğerlerinin de hakim paradigmayı içselleştirerek bu ortak yürüyüşte kendilerine bir yer edineceğinin, bu süreçte de bir tür liberal ütopya ortaya çıkacağının, kimlik, tarih, duygudaşlık, toplumsal hafıza gibi kavramların çok önemli olmadığı, dünya vatandaşlığı gibi kavramların bunların yerini doldurduğu bir yeni dünya modeline geçileceğinin var sayıldığını kaydederek, şöyle devam etti:
'GELENEĞİ OLMAYAN TOPLUMLARIN GELECEĞİ DE OLMAZ'
"Ancak son 20-30 yılda yaşananlar, bunun pek de böyle olmadığını aslında gösterdi. Tam tersine kimlik, tarih, hafıza gibi unsurlar giderek daha büyük önem kazandı. Çünkü küreselleşme bir büyük dalga gibi toplumların üzerine geldikçe, o toplumlar bir direnç noktası olarak kendi tarihlerine döndüler, kendi geleneklerine dönme ihtiyacı hissettiler. Bu kimi yerlerde mikro milliyetçilikler olarak çıktı, kimi yerde Avrupa'da gördüğümüz gibi aşırı sağcı, ırkçı, göçmen karşıtı akımların güçlenmesi olarak ortaya çıktı. Kimi yerlerde de aslında tarihin yeniden keşfi ve öğretilmesi olarak karşımıza çıktı, çıkıyor. Dolayısıyla çok dinamik bir süreçten geçiyoruz ama buradaki temel mesele, hala bizim genel manada İslam medeniyet mirasını, özelde de Osmanlı düşünce tarihine ilişkin birikimimizin henüz yeterince farkında olmadığımız gerçeği. Burada şunun altını ısrarla çizmek lazım, geleneği olmayan toplumların geleceği de olmaz. Bir geleneğiniz yoksa, bir geleneğe dayanmıyorsanız bir gelecek inşa etmeniz mümkün değildir. Bu ilişkiyi kuramadığımız zaman, yani gelene ekleyerek yarına taşıyamadığımız müddetçe, gelenek ölü bir yığıntıdan ibaret kalıyor. Ama bunu yaşayan, bugünün meselelerinden hareketle canlı bir organizma gibi gördüğümüzde, gelenek bizi bugün de besleyen, yarına da hazırlayan bir unsur haline geliyor.
"DOĞRU DÜRÜST ENVANTER ORTAYA ÇIKARILAMADI"
Osmanlı düşünce tarihinin henüz doğru dürüst bir envanterini ortaya bile çıkartmış değiliz. Yani neye sahip olduğumuzun henüz farkında bile değiliz. Aslında onu bir keşfetsek, bütün boyutlarıyla, derinliğiyle ortaya çıkarsak bizim tabii ki tarih algımız da değişecek. İslam düşünce tarihçilerinin, uzmanlarının en çok üzerinde uğraştığı bu dönemlendirme meselesi de belki yepyeni bir anlam kazanacak. Bakın biz bugün hala üç aşağı, beş yukarı Avrupa merkezci tarih tasavvurunun ortaya çıkardığı tarihlendirme kalıplarını esas alıyoruz. Bu çok Avrupa merkezci bir tarih tasavvurudur aslında. Yani bizim tarihimizi asla izah etmez. Çin tarihini asla izah etmez. Çin tarihi tırnak içinde nerede Orta Çağ'da? Neye göre kadimdi? Batı'nın kadim dediği Çin'in standartlarında çok modern bir şey oluyor aslında. Yani biz kendi düşünce dünyamıza, tarihimize de bu Avrupa merkezci perspektiften baktığımız müddetçe de aslında büyük çelişkiler yaşıyoruz. Tırnak içerisinde İbn-i Sina bir Orta Çağ filozofu mudur? Bizim şeylerimize göre hiç alakası yoktur. İbn-i Rüşd, Batılı bir düşünür müdür? Bu kategoriler izah etmiyor bizim kendi düşünce tarihimizi. Bizim yeni bir periyodizasyona, yeni bir dönemlendirmeye, isimlendirmelere ihtiyacımız var. Çünkü bir şeyi siz nasıl tanımlarsanız, o sizi tanımlar hale gelir.
'İSLAM VE OSMANLI TARİHİNE YENİ BİR PERSPEKTİFLE BAKMAK GEREKİYOR'
Kavramlarınızı başkalarından alıyorsanız, kendi gerçekliğinizi başkalarının kavramları üzerine ifade ediyorsanız o sizin gerçekliğiniz değildir artık. Biz maalesef bu kavramsallaştırma konusunda belki öz güven, belki birikim eksikliği ama yetersiz bir zeminde hareket ediyoruz. Bunda herhalde bizim son 100-150 yıldır yaşadığımız düşünce savrukluğunun ya da çarpık modernleşme tarihimizin de önemli bir rolü var ama kendi kavramlarımızla artık düşünebilmemiz gerekiyor. O manada da hem İslam hem Osmanlı düşünce tarihlerine yeni bir perspektifle bakmak gerekiyor. Bu tür çalışmalar, Taşköprülüzade ve daha onun gibi onlarca Osmanlı ulemasının çalışmaları ortaya çıktıkça belki biz çok daha farklı değerlendirmeler, tasnifler yapmak durumunda kalacağız. Ama önce o mirası ortaya çıkartmamız, neye sahip olduğumuzu bir görmemiz gerekiyor."