BIST 9.390
DOLAR 34,43
EURO 36,29
ALTIN 2.837,00
HABER /  GÜNCEL

Kadınların doğurmasını kıskanıyorum

Aşırı kıskanç olmadığını belirten Haluk Bilginer, kadınların çocuk doğurmasını bile kıskanıyor.

Abone ol

Haluk Bilginer, bu ülkenin en parlak, oyunu en sahici, en donanımlı, “sanatçı” sıfatını en fazla hak eden tiyatrocularından biri. Yabancı projelerdeki başarısıyla “dünya çapında” bir değer olduğunu defalarca kanıtladı. Sahnede, sinemada, televizyonda seyircisini hiç hayal kırıklığına uğratmadığı gibi yıllar içinde giderek yükselen bir performans gösterdi. Kendisiyle, eşi Zuhal Olcay ile birlikte dişiyle, tırnağıyla ama hepsinden önemlisi meslek aşkıyla yarattığı Oyun Atölyesi’nde konuştuk. ‘Ermişler ya da Günahkarlar’ adlı oyununda sergilediği muhteşem oyun gücünden sonra, her türlü genellemeden soyunup, içindeki ermiş ya da günahkar yanı bana da göstermesini istedim. O kadar kıskançtı ki, kendini kendine sakladı...

Neden tiyatrocu oldunuz?

Akıl sağlığımı korumak için. Çünkü gerçekten saf, samimi ve sahici yapabildiğimiz tek şey tiyatro. Televizyonda ancak eğlence üretebilirsiniz. Sinemada yönetmenin kurduğu dünyaya yardımcı olmak için varsınız. Tiyatro oyuncunun er meydanı, kendini var edebildiği tek yer.

Oyuncu olmak tersine, insanın akıl sağlığını yitirmesine yol açmıyor mu? Şizofrenik bir durum değil mi?

Bilinçli şizofreni. Perde açıldığı zaman, o ikinci kişiliğin içine giriyorsunuz; ama bu bir oyun.

Tehlikeli bir oyun. Durmadan başkalarının kimliğine bürünmek, durmadan renk değiştirmek, başkası olmak sahnede. Bunların kendinizden kaçma isteğinizle ilgili bir yanı hiç mi yok?

Sanmıyorum, o bir tatmin, o bir keyif. Ama oyun oynarken de keyif almıyor muyuz? Çocukların oynadığı evcilik ya da kovboyculuk oyununa bakın.

Başka karakterleri çözümleme becerinizi kendi ruhunuz üzerinde de işletebiliyor musunuz?

Çalışıyoruz; ama insanın kendini tanıması çok uzun zaman alıyor. Bu sorunun mutlak bir yanıtı yok.

Geldiğiniz şu aşamada kimsiniz siz?

Hiç büyümek istemeyen, çocuk saflığını, mücevher gibi korumak isteyen, ellisine merdiven dayamış bir adam.

Kendinizi ayıpladığınız bir yanınız var mı?

Mesela benim şiddetle ilgili çok ciddi bir sorunum var. Ben şiddeti izleyemiyorum ya da uygulayamıyorum. Okul yıllarında bile kimseyle kavga etmedim. Bunu zaaf değil de eksiklik olarak görüyorum. Hani arkadaşlarla okul bahçesinde dalaşmak. İki yumruk, bir tekme. Bu insanın kendini ve karşısındakini tanıma sürecinin bir parçası. Ben o süreci hiç yaşamadım; ama bunun eksikliğini hiç de hissetmedim.

Biraz evvel eksiklik olarak görmüştünüz.

Çok da lazım bir şey değil galiba. Ama ben onu sahnede yaşayıp, çok net arındığımı biliyorum. Onun için gerçek yaşamda kullanma ihtiyacım yok.

Benim sonraki sorularımdan biri “Şiddetiniz mi büyüktür, şefkatiniz mi büyüktür?” idi.

Şiddetim hiç yoktur. Keşke biraz olsaydı.

Eşinize el kaldırdığınız... Hatta hayatınızdaki diğer kadınları da dövdüğünüze dair haberler, duyumlar oldu.

(Gülüyor) Bunu yazıp söyleyen hamamböceklerinin beyni nasıl çalışır, ne yaparlar, bir bilgim yok. Ama bunu tekzip etmek bile benim ağırıma gidiyor, biliyor musunuz?

Gücenmeyin bunu size sorduğuma olur mu?

Katiyen. Siz sormak zorundasınız, bir yerde okumuşsunuz. Ama bu sorunun muhatabı ben değil, benden şiddet gördüğü iddia edilen kadınlar. Ben belki yalan söylüyorum. Ben belki gündüz insan, gece hırtım, bilemeyiz ki. Suç duyurusunda bulunuyor bunu söyleyen, derhal savcılığa gitmesi lazım.

Hayran olunmak hoşunuza gidiyor mu?

Hayır. Çünkü, hayranlar sizinle nesne ilişkisi kuruyorlar. Sizi tanıdığını zannediyorlar. Hatta gelip sizden hesap sorma cüreti bile buluyorlar. Sokakta giderken de, “Bak gördün mü, amcaya bak.” diyorlar. Sanki oradan bir araba geçiyormuş gibi. Bu iyi bir ilişki değil.

En büyük kâbusunuz ne?

Siyasal ya da fiziksel nedenlerle, işimi yapamayacağım bir ortamda zorla yaşamaya mahkum edilmek.

Daha basit, takıntılarınız yok mu?

Klostrofobim var. Bir de yükseklik korkumu keşfettim, Eyfel Kulesi’nin tepesinde.

İşini iyi yapan insanlarda “ben” duygusunun altı çok çizilidir. Bunu bir problem olarak görüp de, kaçınma yolları keşfettiniz mi?

Bende çok fazla ben yoktur. Ben genellikle bizi tercih ederim.

Kendinizi nasıl ehlileştirdiniz de bu noktaya vardınız?

Galiba anahtar kelimeler samimiyet ve sahicilik.

En vahşi yönünüz ne?

Sahnede tehlikeli olmayı, yani beklenmedik bir şey yapmayı severim.

Sahne dışında?

Yok öyle dertlerim. Siz psikolojiye bu kadar meraklısınız, ben erkeklerde rahim kıskançlığı olduğunu düşünüyorum.

Evet bunu her yerde söylüyorsunuz. Yeni olan şu olur, eğer söylerseniz; bu kıskançlık sizde nasıl tezahür etti?

Bende tezahür etmedi. Benim erkekleri gözlediğimde gördüğüm bir şey bu. “Ben üretemiyorum. Ben rahmi kıskanıyorum, kadınları kıskanıyorum”. Erkeğin geçmişine bakarak, kadına niçin öyle “kötü” davrandığını çözebiliyorum. Kadın anlayamadığı bir şey yapıyor erkeğin. Çocuk doğuruyor.

Bunlar genelleme. Önemli olan insanın kendini çözmesi. Siz de bir erkeksiniz.

Erkek diye tarif edilmekten nefret ederim. İnsan olarak tarif edilmeyi yeğlerim.

Hiç psikiyatra gittiniz mi?

Tabii bir iki defa gittim.

Hangi problemle ilgili olduğunu sorabilir miyim?

Hayır.

Neden yaşıyorsunuz?

Var oldum diyebilmek, iz bırakmak için. Yaşamımızı anlamlı kılacak bir iz bırakmak önemli. Bir de artık yaşamak için çalışmak zorunda değilim. Bundan daha büyük bir lüks yok hayatta.

Mistik bir yanınız var mı?

Vardır belki ama, bu dinler üstü bir şey. Bilinmezliği, açıklamak için ortaya çıkmış dinler ve bence hepsi sınıfta kalmışlar.

Kafanızda, bir üst yaratıcı kavramı yok sanırım.

Bir enerji var. Ama bu enerjiyi henüz bilmiyoruz.

En zor yanı nedir eşiniz Zuhal Olcay’ın?

Çok telaşlıdır. Bu beni de harekete geçirir. Ben de onu biraz daha sakin olmaya yönlendiririm. Birbirimizi dengeleriz.

Sizin zor yanınız ne, onun açısından?

Benim ketumluğumdan şikayet eder o. İçime attığım bir şey yok aslında.

Kıskanılmak hoşunuza gider mi?

Gider. Çünkü ben de kıskanırım. Fazlası değil ama, hoş bir duygudur.

Geçenlerde Aşkın Nur Yengi ile ilişkiniz olduğuna dair bazı haberler çıktı. Sizi nasıl etkiledi bunlar?

Bunları konuşmak istemem.

Yalan olduğunu mu söylüyorsunuz?

Hiçbir şey söylemiyorum.

İhanet nedir?

İstediğini yaşayamamak, istediğini yapamamak, özlemlerinden ve duygularından vazgeçmek. Birinin gidip biriyle, karısını ya da kocasını aldatması ihanet diye tanımlanıyor; ama asıl tehlikelisi kendinize ihanetiniz. Çünkü sizin varoluş sebebiniz sizin duygularınız.

“Evli biri, bir başkasını beğeniyorsa, o duyguyu yaşamazsa kendine ihanet etmiş olur” mu diyorsunuz?

Herhalde öyle olur. Toplum olarak bazı kuralları biz koyup, sonra kendimizi mahkum ediyoruz, kendi koyduğumuz kurallarla.

Böyle bir durumla, karınız karşı karşıya kalsa, onu anlayabileceğinizi mi söylüyorsunuz?

Kıskanırım, ama anlayabilirim. Ben cinayeti de anlayabilirim, ama affederim anlamına gelmez.

Böyle bir şey yaşayıp yaşamadığınızı sorabilir miyim?

Hayır.

Zuhal Hanım’ın önceki evliliğinden bir kızı var. Ona siz babalık yaptınız. Ama ortak bir çocuğunuz yok. Bu bilinçli bir tercih miydi?

Biraz öyle, biraz öyle değil. Zamanlamalar çok uymadı ve ondan sonra da tren kaçtı.

Kişilik oluşumunuzda, en fazla hangi yazarların etkisi var?

Yok. Hepsinin bir karışımı diyelim.

Çok ketumsunuz.

O zaman Zuhal haklıydı.

Gerçekten kapalısınız çok.

Niye açayım ki ben size kendimi? Ben sahnede açıyorum kendimi.

Orada oynadığınız insanı açıyorsunuz, kendinizi değil.

Tabii. Ama ben Haluk’u açmayı çok sevmiyorum. Ruhumun derinliklerini açmayı doğru bulmuyorum. Çünkü ruhumun derinliklerinin ne olduğunu ben de bilmiyorum.

Yaptığınız işlerden en kötüsü hangisiydi?

“Sıcağı Sıcağına” diye bir iğrençlik. O program, Türkiye’de reality show’un ilk örneğidir. Ben çok daha farklı umutlarla girmiştim o programa. Gerçeklerden yola çıkılarak insanlara bir şey anlatılacak, bir şeylerin farkına varılacak. Fakat reyting denilen canavar izin vermedi. Bu ne kadar sansasyonel olursa, o kadar çok izlenildiği fark edildi ve ben o programdan affımı rica ettim.

Yarışma sunuculuğunuz nasıldı?

Yarışma sunuculuğu bu kadar eleştirilecek bir şey değildi. Bu tiyatro binasının yapımı sırasında, daha çok para kazanmak için yaptım onu.

Kalabalıklar arasında pek bulunmuyorsunuz.

Kalabalıkları çok sevmem. Gazeteciler, kameralar tecavüzcü gibi üstümüze saldırıyorlar. Televolelerde görünmek tüylerimi diken diken ediyor benim.

Tatlı Hayat’taki İhsan tiplemesinin size yakın bir yanı var mı?

İnşallah yoktur. İhsan sonradan görme ve üçkağıtçı. Aslında son derece yumuşak ve iyi kalpli. Karısı söz konusu olduğunda akan sular duruyor. Ya da sevdiği bir arkadaşının başına bir şey gelirse, İhsan gitti böbreğini bile verdi mesela bir adama. Bu onu karton karakter olmaktan çıkarıyor, biraz daha gerçek kılıyor galiba, bir sitcom’da olsa bile.

Ölüm duygusuyla aranız nasıl?

Her insanın olduğu gibi çok iyi değil. Sıklıkla düşündüğüm bir şey değil. Öleceğini bilen tek yaratık olduğumuzu biliyorum sadece. Onun için, bu yaşadığımız planette ben buradaydım deme ihtiyacı hissediyoruz. Bunu sanat yaparak, yazarak, oraya buraya binalar inşa ederek falan yapıyoruz. Ölümden sonra bir yaşam var mı, diye sorulunca olabilir diyorum. Olmaması için bir sebep yok. Çünkü bilinç ve enerji diye bir şey var. Şu tenimden bağımsız. Enerjinin yok edilemeyeceğini biliyoruz. O zaman ne olacak, bu enerji? Başka bir şeye dönüşerek var olacak. Ya da ne bileyim, kışın bir gül dalına baktığınız zaman, yazın tekrar açacağını biliyorsunuz. Kupkuru duruyor, ölmüş gibi. Ama bahar geliyor, güzelim bir çiçek çıkıyor ortaya. Güle tanıdığımız bu hakkı kendimize niye tanımıyoruz diyorum bazen. Belki de vardır böyle bir şey ama emin değilim.

Şöyle bir şey yok değil mi bilincinizde? Öleceğim ve sorgulanacağım.

A yok. Cennet de cehennem de burada. Burada sorgulanıyoruz zaten, burada alıyoruz karşılığını. Ya kederle, acı çekerek, ya da mutlulukla, mutluluk vererek.

Yakın zamanda rol alacağınız uluslararası bir proje var mı?

Aldım, 2001 Kasım’ında. Amerika’da başlamış gösterime. Buffalo Soldiers diye bir filmde oynadım. Önümüzdeki sezon gelir Türkiye’ye.

Ermişler ya da Günahkarlar’ı seyrettim. Sarsıcı bir oyun. Hepiniz mükemmel oynamışsınız. Fakat şiddetin seyriyle çok barışık değilim. Kötülüğün sergilenmesinin size öğrettiklerini konuşabiliriz belki.

İnsanlar mesela merak ederler seri katillerin hayatlarını? Yani niçin hakikaten Karın Deşen Jack’in mumyalar müzesinde heykeli vardır? Niçin roman yazılmıştır, niçin filmler çekilmiştir. Biz niye merak ederiz acaba bunları, bizim karanlık yanımız mı acaba bunlar?

Sorumun yanıtını alamadım. Sizin sahici olma isteğiniz gibi benim de söyleşiyi daha sahici kılmak gibi bir amacım var.

Ben sizin için hayal kırıklığı oldum biliyorum, çok düz kaldım.

Üzülmeyin, beni mutlu etmek zorunda değilsiniz. Ama merak ediyorum, bu oyun, sizin içinizdeki uyur vaziyette olan hangi kötülük yapma isteğini uyandırdı?

Hiç yok benim içimde kötülük. Biz seyirci anlasın diye yapıyoruz bunu. Yani bu bir psiko–drama seansı değil, bizi tedavi eden bir şey değil, seyirciyi tedavi eden bir şey, inşallah.

Size kendinizle ilgili bir şey öğretmeyen bir oyunun, seyirciye bir şey öğretmesini nasıl beklersiniz?

İnsanı anlamaya çalışıyoruz biz.

Sizin içinizde hiç kötülük yoksa, “ben bir meleğim” demeye geliyor bu.

Ama ben bilmiyorum, varsa benimle ilişkide olanlar bilecek. Onun için sizin için sıkıcı olduğumu söylüyorum. Hiç kötülük söylemiyor bu adam diyorsunuz.

Hayır kendi kötülüğünü görecek cesareti yok diyorum.

Belki de korkağımdır. Ama ben kötü yanımı bilmiyorum. İşte oyunda kim ermiş, kim günahkarı tartışırken, hiç kimsenin göründüğü gibi olmadığını tartışıyoruz.

İşte ben de şu görünen Haluk Bilginer’in görünmeyen yüzünü istiyorum. Kendinizle ilgili ne keşfettiniz bu oyunla birlikte?

İnsanla ilgili şeyler keşfettim. Kendimle ilgili değil. Mutlaka vardır benim de kötülüklerim ama, ben onların farkında değilim. Ben içimde var olan şeyi, oyunculuk mesleğimde kullanıyorum. Yani her insanda var olan bir şey. Yani benim sizden farkım, onu oynayabilmem. Size mış gibi yapabilmem, gösterebilmem. Yoksa katili oynayabilmem için adam öldürmem ya da içimdeki katili keşfetmem gerekmiyor.

Durrenmat’ın Duruşma Gecesi diye bir kitabı vardır. Orada kendini günahsız zanneden bir adamı, emekli hakimler eğlence olsun diye yargılarlar. Ve sonunda kendisini asar adam. Yaşamının içinde o kadar çok suç işlediğini fark etmiştir ki.

Biliyorum onu.

Bu manada bir şey soruyorum size. Belki çok basit bir şey, ille öldürmek değil.

Ben insanı genel tanıma anlamında, oyunculuğuma yardımcı olduğumu söylemek istiyorum.

Kötünün sergilenmesinin size getireceği bir sorumluluk yok mu yani?

Hayır. İnsanın içindeki kötüyü uyandırmaz, farkında olmamızı sağlar bir oyun.

Televizyonda şiddet seyrettim, ben de gittim adam öldürdüm değildir yani.

Şiddeti yüceltmiyorsanız problem yok. Ama onu kanıksatıyorsanız, evet haklısınız.

Haluk Bilginer kendisiyle nasıl hesaplaşır?..

Hesaplaşırım da canım, kendi kendime hesaplaşırım. Sizinle hesaplaşmam. Bakın bunları hesaplaştım diye, insanların okuması için sergilemem ortada. Niye anlatayım ki böyle bir şey varsa bile.

Acaba insan Haluk’u benimle paylaşmayarak sanatçı Haluk’u mu korumaya çalışıyorsunuz?

Hayır, insan Haluk’u korumaya çalışıyorum.

Nuriye AKMAN / ZAMAN