YÖK'ün 'başörtüsü yasağı'nı gaddarca uygulandığı yıllarda bir kadın dekan bakın nasıl talimat yağdırmış!
Abone ol- O günlerden birinde fakültenin bayan dekanı, bütün öğretim üyelerini ve öğretim görevlilerini toplantıya çağırdı. Başörtülü (ve sakallı) öğrenciler için fakültenin giriş kapısında sıkı kontroller yapıldığını, bu öğrencilerin içeriye adım atmamalarının sağlandığını, bir nizamiye karakolu başçavuşunun muzafferane edasıyla tebliğ ettikten sonra, şunları söyledi:
'Bu kızlar, takiye yapmayı çok iyi bilirler. Onun için giriş kapısında başlarını açıp içeriye alındıktan sonra sınıfta tekrar başlarını örtebilirler. Sizi (öğretim elemanlarını kastederek) uyarıyorum: Sınıfta türbanlı, şapkalı, peruklu bir kız öğrenci görür görmez derhal dersi keseceksiniz, öğrenciyi dışarı atacaksınız. Eğer çıkmamakta direnirse, fakültenin genel sekreterine ve en yakın polis karakoluna haber vereceksiniz. Bunu yapmayan öğretim elemanları hakkında inzibatî tedbirler uygulayacağım. Haberiniz olsun!'
Bu satırlar sözkonusu üniversitede kadrolu öğretim elemanı olan şair ve felsefeci Hilmi Yavuz'a ait...
Yavuz'un bugünkü "Bir gülünç ve hazîn hikâye" başlıklı yazısında türbanın üniversitelerde yasak olduğu yıllarda bizzat şahit olduğu hadiseyi şöyle anlattı:
- Önce bir sessizlik oldu: Öğretim üyelerinin büyük bir bölümünün YÖK'ün koyunları olduğu belliydi. Ama bir yiğit yardımcı doçent kızımız söz isteyip ayağa kalktı ve dekana hitaben,
'Efendim,' dedi, 'bizim bu fakültedeki görevimiz, öğretim görevidir. Bizim inzibatî görevlerimiz yoktur. Bir öğrenci, ancak dersin sağlıklı bir biçimde yapılmasını ısrarla engellediği takdirde dışarı çıkarılabilir. Kılık kıyafetinden dolayı, öğrenciyi şikâyet etmem söz konusu olamaz.'
Dekan hanım, bana döndü ve yüzünde sinsice bir gülümsemeyle, 'Hilmi Bey, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?' dedi. Dekanın benim dinci, yobaz, gerici olduğumu düşündüğünü ve öğretim görevlisi olarak her iki yılda bir yapılan sözleşmeyi tek taraflı feshedip beni üniversiteden attırmak istediğini biliyordum. Bana 'Siz ne düşünüyorsunuz?' diye sorarken, 'İşte elime o fırsat geçti!' diye düşündüğünden emindim.
Ayağa kalkmadan, 'Ben de biraz önce konuşan yardımcı doçent arkadaşımız gibi düşünüyorum.' dedim.
Dekan hanım, 'Toplantıdan sonra benim odama gelin!' dedi ve konuşmasına devam etti.
Toplantıdan sonra odasına gittim: 'Siz, Hilmi Bey,' dedi, 'Laikliğe karşı mısınız?'
'Hayır!'
'Öyleyse neden tesettürlü kızları koruyorsunuz?'
Durum epey eğlenceli olmaya başlamıştı benim için. Dalgamı geçeyim dedim:
'Can güvenliği yüzünden!'
Dekan, bu cevap karşısında şaşırmıştı:
'Nasıl yani?' dedi.
'Efendim,' dedim, 'bundan bir hafta önce Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde bir hoca, başörtülü bir öğrenciyi dışarı attı diye, ertesi gün kızın ağabeyi tarafından yumruklandı. Ya maazallah, bıçaklasaydı? Diyelim ki, başörtülü kızı sınıftan attım. Benim can güvenliğimi garanti ediyor musunuz?'
Dekan hanım, hayatımda asla unutamayacağım şu cevabı verdi:
'Laikliğe canımız feda olsun!'
Benim için konuşma bitmişti...